Modern çağda Vikingler için çizilen imaj; pis, barbar, kana susamış ve önüne çıkan her şeyi yağmalayan insanlar oldukları yönündedir. Ancak kültürlerine dair bu imajı yeniden sorgulamamızı sağlayacak bir dizi arkeolojik keşif yapıldı. Daha da şaşırtıcı olanı ise, haklarında anlatılan masalsı hikayelerin gerçekten doğru olabilme ihtimali. Viking savaşlarının kapsamıyla ilgili boynuzlu miğferleri olduğuna dair yanlış bilgileri düzeltmekten fazlası mevcut. Daha fazla uzatmadan 200 yılı aşkın bir süre Avrupa’nın kuzeybatı bölgelerine hakim olan bu korkutucu İskandinav askerlerinin savaşları ve hayatları hakkında bilmemiz gereken şeylere bir göz atalım.
1. Düşündüğümüzden daha eskiler
Viking döneminin başlangıcına dair kesin bir tarih var: 8 Haziran 793. Bu, İngiltere kıyılarındaki Lindisfarne manastırının kuşatılmasıyla birlikte ilk Viking fethi için verilen tarih. Fakat Estonya’daki Saaremaa adasındaki bir kazı, kültürün köklerinin düşündüğümüzden çok daha erken bir döneme ait olduğunu ileri sürüyor. Kazıda bulunan toplu mezar, iki tekneye sahip 33 kişinin tamamının İskandinavyalı olduğuna ve muhtemelen hepsinin kötü bir baskın sonucu öldürülmüş olduğuna dair işaretler taşıyordu. Site, İngiliz adasındaki Viking baskınından çok daha önceye 700 ile 750 arasına tarihlendirildi. Birçok diğer Viking gemileri gibi, bunların çoğu da çürümüştü. Yine de toprakta kalan demir perçinin varlığı, teknenin yeniden inşasına izin veriyor. Bu, erken Viking yayılımının zaman çerçevesini, yaklaşık 120 yıl geriye alıyor ve hatta yelkencilik geçmişinin tarihi hakkında bildiklerimizi de değiştirebilir. Bu bulgunun yanında, kürek yerine yelkenle güçlendirilmiş daha büyük bir teknenin keşfi yapıldı. Bu ikinci bulgu, Vikinglerin düşündüğümüzden çok daha önce denizlere hakim olmaya başladıklarını gösteriyor.
Arkeologlar, erken Vikinglerin yaklaşık 160 kilometre genişliğindeki bir denizi geçtikten sonra gerçekleştirdikleri bir baskında neler olduğuna dair parçaların birazını bir araya getirebildi. Bir çatışmadan sonra sağ kalan Viking savaşçıları, ölülerinin cesetlerini törenle gömmek için bir araya getirdi: Bedenleri gemilere defnetmiş, kalkanları ile üstlerini örtmüş ve kılıçlarını ya kırmış veya bükmüşlerdi. Toplu mezarın gerçek koşulları hala bir gizem ve yalnızca aceleyle yapıldığı biliniyor.
2. Başlangıçta, savaş ve ticaret gemileri arasında pek bir fark yoktu
Viking savaş gemileri, Viking baskınlarının ve askeri eylemlerinin belirleyici özelliklerinden biriydi ve bu gemilerin tasarımlarında çeşitlilik vardı. 10. yy’dan önce Vikingler’in, ticaret gemileri ve savaş gemileri arasında çok az fark vardı ve hepsi denizaşırı askeri amaçlar için kullanılıyordu. Basitçe ifade etmek gerekirse, “The Vikings” dizisinde gösterilen askeri amaçlar için hazırlanmış özel gemilerin aksine, İngiliz kıyılarında yapılan ilk Viking baskınları (Viking çağının başlangıcı sayılan 793’te Lindisfarne manastırının yağmalanması da dahil olmak üzere) muhtemelen savaş amacına uygun olarak hazırlanmamış “melez” gemilerin yardımıyla yapılmıştı. Bununla birlikte, 10. yy’dan sonraki dönemde, Vikingler, hem güç hem de hız için yapısal değişikliklerle özel askeri savaş gemileri tasarlamak için gayret gösterdiler. “Snekkja” (incecik), “skeid” (su kesen) ve “drekar” (ejderha) gibi. Bu daha uzun ve ince gemiler için daha fazla sayıda kürekçi demekti. Öte yandan, artan ticaretle birlikte, “kaupskip” adı verilen daha geniş yelkenlere sahip ve borda yüksekliği daha fazla olan özel ticari gemiler yapıldı.
3. Birkaç Viking gemisi tek başına 300 insanı taşıyabiliyordu
Geleneksel ince yapılı bir Viking gemisi, sakin sularda gezinirken kürekte tek bir kişi yeterliydi. Ancak savaş söz konusu olduğunda, hem geminin hızını artırmak için kürekçiye yardım etmek hem de onu düşman saldırısından korumak için yanına iki asker daha katılırdı. Viking baskınları daha karlı ve organize hale geldiğinde, edinilen kazanç daha büyük ve daha iyi savaş gemilerine dönüştürüldü. Buna bir örnek olarak; Norveç’i MS. 995-1000 arası yöneten Kral Olaf Tryggvason’a ait “Long Serpent” adındaki gemi, efsaneye göre; Svolder Savaşı esnasında her kürek başına 8 adam taşıyordu ve diğer savaşçıları da sayınca 550’den fazla insan demekti. Bu sayı abartı olabilir. Ancak kürek başına 4 adamdan hesap edersek, toplam sayı yine 300 civarı.
4. Çoğu savaş denizlerde gerçekleşti ve kara savaşları gibi performans sergilediler
Deniz savaşlarında iki karşıt filo karşı karşıya geldiklerinde, Vikingler mücadelenin karadaki savaşlar gibi yürütüldüğünden emin olurlardı. Peki nasıl? Savaş başlamadan önce, ana hatlara yerleştirdikleri en büyük gemilerini, küpeşteleri birbirine bakacak şekilde halatlarla biraraya getirerek muazzam platformlar oluştururlardı. Böyle bir dizilimde, kral ya da diğer savaş beyleri komutasındaki en büyük ve uzun gemiler filonun ortasında tutulurdu ve pruvaları (İskandinav dilinde “bardi”) düşman gemilere bakardı. Savaşın en yoğun yerinde bulunan bu gemiler, zırhlı plakalarla ve hatta “skegg” adı verilen ve düşman gemilerine delik açmak için kullanılan sivri demir çıkıntılarla takviye edilirdi. Yüzen bu dev platformlar, yan taraflarındaki daha küçük teknelerle desteklenirdi. Bunlar, yenilerek kaçan düşmanın, takip edilebilmesi için bu şekilde konuşlandırılırdı. Yüz yüze çarpışma başlamadan önce, düşman ok, cirit ve hatta taş yağmuruna tutulurdu. Vikingler, düşman gemilerinin kürek kısmına saldırmayı hedef alan klasik deniz savaşı taktiklerini en azından kasıtlı biçimde hiç kullanmadılar. Bunun yerine ağırlıklı olarak, mürettebatın tıpkı karadaki gibi göğüs göğüse çarpışabilmelerini sağlayan stratejileri yeğlediler.
5. En temel askeri birim: Aile
İskandinav toplumunda kabileler, savaş birimleri olarak kullanılıyordu. Böyle bir birimin “alt bölümü” çoğunlukla geniş bir aile veya klana aitti. Özünde, aile temel savaş grubu olarak kabul edilirdi ve birleşmiş klanlara “aett” denirdi. Tanıdık olma bağları ile savaş arasındaki asıl ilişki, Vikinglerin özündeki savaşçı kültürün ortaya çıkmasını sağladı. Aettler birlikte eğitilir, birlikte yağmalar ve birlikte savaşırlardı. Savaş sırasında ölen aett üyeleri için özel yapılmış toplu mezarlara bakarak hatta birlikte gömülürlerdi de diyebiliriz.
6. Vikinglerde kölelik
Viking toplumunu denizciler, akıncılar ve yağmacılar ve bunların evde bekleyen aileleri (bazen de kadınlarını yanlarında götürüyorlardı) şeklinde tanımlayabiliriz. Ancak yapılan kazılar sonucu evde ölen Viking mezarlarının, en az yurtdışına gömülenler kadar etkileyici olduğu ortaya çıkıyor. Vikingler evdeyken çiftçilik yapıyordu. Arazide çalışıyorlardı fakat bunu tek başlarına yapmadılar; başka köylere baskınlarının bir sebebi de, onlarla birlikte çalışacak olan “thrall” adı verilen kölelerle geri dönmekti. Yeni kanıtlar, Vikingler’in öldüklerinde kölelerinin de öldürüldüğünü gösteriyor. 400 ve 1050 yılları arasında yapılmış Norveç’teki mezarlar, yalnızca birçok Viking’in “thrall”lerle gömüldüğünü değil -mezardaki efendilerine katılmadan önce başları kesiliyordu-; aynı zamanda bir sınıf yapısı ve hayat farklılıklarının bulunduğunu ortaya koydu. Üst sınıfın beslenmesi et ve sebzelere dayanırken, “thrall”erin iskeletleri beslenmelerinin balıkla sınırlandırıldığını gösteriyor. Balık ucuz ve boldu ancak hayvanlardan sağlanan etin yalnızca üst sınıfa uygun dini ve kutsal bir bağlamı vardı. Pek çok “thrall” sadece öldürülmemiş aynı zamanda kurban edilmişti. Sayısız “thrall”i barındıran mezarlar, ellerinin ve ayaklarının bağlanması da dahil, kurban etme prosedürünün işaretlerini taşıyor. Arkeologlar bunun, ölüleri onurlandırmanın bir yolu olarak yapıldığına inanıyorlar.
7. Yapay kabileler ve Jomsvikingler
Viking kabilelerinde yapılanmanın temel çerçevesi, liderin ve takipçilerinin (geniş aile içinde özgür bireyler olmak üzere) arasındaki ilişkiyle şekilleniyordu. Bununla birlikte, bir savaş beyi ve grubu arasında kan bağına dayanmayan fakat sadakat kavramıyla şekillenen “yapay kabileler” de vardı. Bu yapay klanlar, muhtemelen Viking topluluğundaki toprak sahibi olmayan insanlardan oluşuyordu. Bunlar, soygunculuk ve savaş yoluyla yaşamlarını sürdüren savaşçı-kardeşliklere dönüştü. Bu organizasyonlar, daha sonraki İskandinav savaş beylerinin yayılmacı eğilimlerinden ötürü, denizaşırı Viking savaşlarının başarısı için kritik hale geldi. Sonuç olarak “paralı askerler” gibi organize edildiler; üyeleri sıkı davranış kuralları çerçevesinde yaşayan deneyimli askerlerden oluşuyordu. Bu kardeşlikler hiçbir zaman kendi başlarına iş yapmadılar. Yaklaşmakta olan çatışmalar için, verecekleri hizmetlere karşılık, yüksek meblağlar ödeyen Viking kralları ve prenslerine yaz boyunca yeteneklerini göstererek, onlarla askeri sözleşmeler imzalama geleneğini başlattılar. Çoğunlukla tarihsel olarak tartışılan bu yapay klanlardan biri olan Jomsvikingler’in kurucusu Danimarka kralı Harald Bluetooth (MS. 910-985)’tan başkası değildi. Çağdaş kaynaklarda pek bahsedilmeyen Jomsvikingler efsanesine göre; Jomsborg’ların kalesi, Wollin yakınlarındaki Oder nehri ağzında kurulmuştu. Holmgang adı verilen düello şeklindeki zorlu mücadelelerde kahramanlığını kanıtlayan 18-50 yaş aralığından seçilmiş 900 ila 2 bin kişilik bir askeri güçleri vardı. Savaşlarda, sayıca üstünlük karşı tarafta dahi olsa, korku ya da kaçma eğilimi göstermemeleri beklenirdi.
8. Kalkan duvarları sadece savunma amaçlı değildi
Viking kalkan duvarı “skjaldborg”, kara muharebelerinde İskandinavlar tarafından kullanılan oldukça geleneksel bir taktikti. Beş sıralı bir savaş birliğinden oluşturuluyordu. Bu cephe hattı, en iyi zırhlı birliklerden oluşuyordu ve aralarında hiçbir mesafe olmaksızın, yan yana yukarı kaldırılan kalkanlar düşman saldırılarını bertaraf etmek için kullanılıyordu. Bu basit tanımlamadan hareketle Viking kalkan duvarının tamamen savunma amaçlı bir manevra olduğunu düşünmek yanlış. Savaş alanında hesaba katılması gereken diğer bazı faktörler var: Örneğin; göğüs göğüse çarpışmalarda dirsek uzunluğu kadar bir mesafenin, balta ya da malasını savuran savaşçılara alan kazandırdığı için, askeri birlik arasındaki etkileşimi de değiştirebileceği pratik gözlemlerle kanıtlanmıştır. Dolayısıyla kalkan duvarında ön saflarda yer alan deneyimli savaşçılar, muhtemelen düşman saldırısının ilk etkisini bertaraf ediyorlardı. Fakat saldırının etkisi geçtikten sonra, Vikingler kalkanlarının yardımıyla düşman kuvvetlerini iterek kendi hareket güçlerini ortaya koyuyorlardı. Daha sonra baltalarını sallayabilmek için ihtiyaç duydukları dirsek mesafesinde konumlanıyorlardı.
9. Tıpkı düello gibi; savaşmak için bazen randevulaşırlardı
Vikingler, kültürlerinin özünde yer alan savaş geleneği gereği; çatışmalarını gerçekleştirmek için yeni yöntemler geliştirdiler. Viking çağındaki bu askeri ayarlamalardan biri de, tarafların seçtiği, her tarafı fındık dallarından yapılma çitlerle çevrilen bir savaş alanıydı. Eğer taraflardan biri, diğerine meydan okursa, düşman güçleri bu önceden belirlenmiş savaş alanında savaşın ne zaman yapılacağına dair gün ve saati bildirerek bu meydan okumaya karşılık verirdi. Herhangi bir istila gerçekleştirilmeden önce, bunu yapmamış olmak, onursuzluk sayılırdı. İngilizler de bu geleneğin farkındaydılar. Kral Athelstan bu savaşçı geleneğini kendi lehine kullanmak amacıyla, Galler ve İskoçlar tarafından desteklenen Viking muhaliflerine MS. 937’de Brunangburh’da savaşacaklarına dair meydan okudu. Halbuki yaptığı, işgal edeceği topraklardaki düşman kuvvetlerini buraya çekerek etkisiz hale getirmek amacıyla stratejik olarak sahte bir meydan okumaydı.
10. “Büyük Heathen Ordusu” aslında çok daha az sayıda olabilir
Ünlü Anglo-Sakson kronolojisi, Vikinglerin “Büyük Heathen Ordusu”nun MS. 865’ten itibaren dört Anglo-Sakson kralıyla savaştığını söylüyor. Çoğu İskandinav savaşçısının dahil olmadığı bu ordu, İsveç, Norveç ve Danimarka kökenli Viking savaşçılarının tek bir bayrak altında güç birliği yapmaları sayesinde oluşturulmuştu. Efsanelere göre; bu ordu, “The Vikings” dizisinde de tasvir edilen Ragnar Lothbrok’un oğulları tarafından kurulmuştu. Çağdaş kaynaklar, önemli bir ordudan bahsederken, işgal gücünün gerçek sayılarını incelemiyor. Bununla birlikte, Pete Sawyer gibi bazı modern tarihçiler, bir “ordu”yu aslında neyin oluşturduğunun tanımlanmasında etimolojik bir yol izlediler. Bu bağlamda, Wessex Kral Ine’nin MS. 694’de çıkardığı yasalardan biri, ordunun oluşturulması için yalnızca 35 kişinin yeterli olduğunu gösteriyor. Tarihsel olarak, gelecek iki yeni Viking istilası kuvvetlerinin de saflarına katılımıyla Heathen Ordusu büyüdü. Nihayet MS. 896’da dağınık haldeki kuvvetlerden büyük bir grup, Seine nehrini aşmanın avantajlı bir yolunu buldu. Hesaplara göre, bu grup yalnızca beş gemiden oluşuyordu yani her gemideki adam sayısı 400’den azdı. Bu da sayılarla abartılan “büyüklüğünün” aksine, işgal gücünün yaklaşık 2 bin kişiden oluştuğu tahminlerini ön plana çıkarıyor.
11. “Berserker”lar, kendilerini kurtadam olarak görüyor olabilir
“Berserker” adı verilen vahşi savaşçılar, kendilerini Odin’in lütfuyla olağanüstü güçlere sahip varlıklar olarak görüyorlardı. Bu bağlamda acıyı hissetmemelerini ve tek vuruşta zırhlı düşmanlarını öldürmelerini sağlayan aşırı güç düzeylerini sergilemelerini sağlayan çılgınca öfkeleri hakkında çok şey söylenir. Gerçekte bu “çılgına dönme” durumu, muhtemelen sadece “likantropi” olarak da bilinen bir sanrı-paranoya haliydi. Tıbbi olarak, kişinin bir hayvana dönüştüğü yanılsamasını içeren nadir görülen bir psikiyatrik sendrom olarak tanımlanır. Edebi kaynaklar, Sigmund’un kurt derileri giydiği, kötüleştiğinde uluduğu ve hatta kurtların iletişimini kullandığı anlatılan “Volsunga efsanesi” örneğinde olduğu gibi, böylesi bir likantropi vakasına işaret ediyor. Bu çılgınlık halinin kaynağı olan diğer olasılıklar ise, kalıtsal ve hatta epilepsi nöbetleri olabilir. Ayrıca bazı araştırmacılar, bunun halüsinojenik mantarlar gibi, psikoaktif özelliklere sahip şeylerin yenmesi ile tetiklenmiş olabileceği hipotezini ortaya attılar.
12. Kuzgunun sihirli özellikleri olduğuna inanıyorlardı
İstilacı Vikingler’i tanımlayan özelliklerinden biri de bayraklarıdır. Bu bayraklar kanatlı canavarlardan yılanlara kadar pek çok fantastik tasvire sahipti. En önemlisi ise “Reafan” (bkz: İng. Raven) dedikleri kuzguna aittir. Bu bayraklar pagan İskandinav dininde özel bir statüye sahipti. Vikingler kuzgun bayraklarının savaş alanında dalgalanmaya devam ettikçe zafer kazanma güçlerinin olduğuna inanıyorlardı. Çünkü kuzgun, savaşın yüce tanrısı, herkesin babası Odin’in kuşu olarak kabul ediliyordu. Bu amaçla, bayraklar saf sihirli enerjiyle dolsun diye, büyücüler tarafından örülür ve işlenirdi.
13. Viking cenaze törenleri
Belki de Vikinglerin en akılda kalıcı görüntülerinden biri cenaze törenleridir: Savaşçılar, ateşe verilen bir gemiyle son yolculuğuna uğurlanıyordu. Bununla birlikte, Scottish Highlands’ın uzak bir yarımadasında gömülmüş olan bir Viking liderinin yakınlarda keşfedilmesiyle anlaşıldığı kadarıyla bu her zaman böyle değildi. 10. yy’a tarihlenen mezar yeri, arkadaşları tarafından onurlandırılan Viking’in son dinlenme yeriydi ve modern arkeologların söylediğine göre; seyahatle geçen inanılmaz bir hayatı olmuştu. Onunla birlikte gömülmüş olan silahları, İrlanda’dan bir iğnesi, boynuzdan yapılmış içki kadehi ve Norveç’ten bir bileği taşı vardı. Ahşap çoktan yok olduğundan, silahlar, çoğunlukla kalan demir parçalarından tanınabildi. Tipik bir Viking teknesinde dinlenmek üzere hazırlanmıştı, tekne çürümüş olmasına karşın toprakta iz bırakmıştı ve demir bir perçin tabakası vardı. Adamın kimliği belirsiz fakat tahminler, bir kabile şefi olmasından tutun, denizcilik yeteneği ile ünlü biri olabileceğine kadar uzanıyor. Fakat bu cenaze sürecinin yalnızca en saygı gören erkekler için yapıldığına eminiz. Bölgedeki diğer buluntular, fırtınalı denizleri geçerek ulaşmanın daha kolay olduğu bu yarımadanın 6 bin yıldır kullanılan bir mezar alanı olduğunu ortaya koyuyor.
14. Dişlerdeki sanatsal işçilik
Vücut modifikasyonunun yeni bir fikir olmaktan uzak olduğunu biliyoruz ancak son bulgular, Vikinglerin bunu tamamen yeni boyutlara taşıdığını gösteriyor. 2009’da Birleşik Krallık’taki Dorset’te Viking savaşçılarına ait toplu bir mezar keşfedildi. Kalıntıları incelemekle görevli Oxford Üniversitesi arkeologları, inanılmaz derecede garip bir şey buldu; Vikinglerin dişleri inanılmaz bir hassasiyetle törpülenmiş, yaratılan desenler diş minesinin içlerine kadar kazınmıştı. Desenler öyle karmaşıktı ve öyle dikkatle yapılmışlardı ki, bunların törpüleme konusunda deneyimli bir zanaatkarın sanat eseri olduğuna inanılıyor. Çok acı verici bir işlem olması dolayısıyla bunu kendi kendilerine yapmalarının çok zor olması da bir diğer önemli nokta. İsveç Ulusal Miras Kurulu’na göre, Kopparsvik Gotland’daki Viking mezarlığında, benzer işaretleri taşıyan büyük miktarda diş mevcuttu. Bu prosedürün, 10. yy civarı ortadan kalkmaya başladığı ve bu tür bir oyma şeklinin kişinin tercihine bırakıldığı görülüyor. Bunların korkutmak amacıyla mı, statü sembolü olarak mı, yoksa bir savaşçının ne derece değerli olduğunu göstermek için mi yapıldığı bilinmiyor. Arkeologlar, Vikinglerin dişlerindeki bu yivlere kömür ve diğer maddeleri doldurarak kendilerini daha belirgin hale getirdiklerini tahmin ediyor.
15. Güneş taşları
Hikayelere göre; Vikingler, bulutlu günlerde bile Güneş’i bulabilecek kadar şaşırtıcı denizcilerdi ve bu sayede yönlerini kaybetmiyorlardı. İmkansız değilse de pek olası görünmüyor, ancak bazı ilginç yeni bulgulara göre bu durum gerçek olabilir. Her şey gün ışığının “İzlanda necefi” adı verilen bir taşa vurduğunda verdiği tepkiyi inanılmaz derecede dikkatli bir biçimde okumakla ilgili. Bu kristal, ışığa tutulduğunda, Güneş’in konumlandığı yere göre farklı şekillerde tepki veriyor. Güneş görünür halde olduğunda kristalin nasıl tepki verdiğini gözlemleyen Viking gezginlerinin kapalı havalarda da aynı yöntemi uyguladığını sadece taşa biraz daha yakından bakmak zorunda kaldıklarını söyleyebiliriz. İzlanda necefi esasında onunla temas eden ışığı depolarize (nötrleştirme) ediyor. Taşı ışığa tutup ardından uzaklaştırdığınızda bugün “Haidinger’in fırçası” olarak adlandırılan görsel bir fenomene neden olur. Işık kısa bir süreliğine, doğrudan Güneş’in konumuna işaret eden sarı bir çizgiye dönüşür. Bulutlu bir günde 1 dereceden düşük sıcaklıklarda dahi çalışan bu yöntemin kullanıldığına işaret eden İzlanda necefine dair tek iz, bir zamanlar İspanyol donanmasının bir parçası olan ve 1592’de batan bir gemideydi. O zamanlar manyetik pusulalar biliniyordu fakat özellikle diğer manyetik nesnelerin İzlanda necefinin işleyişine müdahale etmeyeceği düşünülürse büyük oranda kullanışlılığını korudu.
16. Bir Viking şehri: Dublin
İrlanda’daki Dublin şehrinin tarihi, zor bir dünyada yaşayan Vikinglerin cennetin nasıl olması gerektiğine dair kurdukları hayalin bir yansıması olarak kurdukları çok eski bir şehir. Vikingler Avrupa ve Kuzey Amerika’nın büyük bir kısmını araştırdıktan sonra, sonunda Dublin olacak araziye yerleştiler. O dönemde nispeten yumuşak iklimi, kalın ağaç örtüsü ve nehir, kış mevsimlerinde yaşanmak için mükemmel bir yerdi. Gemilerini tamir etmek ve bir ticaret ağı kurmak için de çok uygundu. Yıllar boyunca Dublin’de bulunan Viking kalıntılarının sayısı inanılmaz derecede yüksek. Temple Lane, Viking yerleşimcileri tarafından kurulan Dublin’deki en eski sokak. Viking kılıçları Christchurch çevresindeki bölgede bulundu ve Dublin Kalesi’nin en eski temelleri Viking dönemine tarihlenen kilden bir zemin üzerinde yükseliyor. Liffey Nehri’nin hemen güneyi, bir zamanlar metal işleme için kullanılan evler ve binalar; deri, tekstil ve mücevher gibi diğer eşyaların üretimi de dahil olmak üzere buranın Viking yerleşim merkezi olduğunu gösteren pek çok binadan oluşuyor. Ayrıca Liffey bölgesinde kehribar işçiliği yapılıyordu. Kilmainham çevresindeki alanda, 50’den fazla Viking mezarı bulundu.
17. Viking şehirlerinin ilginç planı
Yakın bir tarihte keşfedilen ve şu an Almanya’nın kuzeyinde bulunan eski bir Viking kasabası burasının bir kale ya da sığınak olduğunu gösteriyor. Arkeologlar, şehrin 700’de kurulduğunu ve 1000’e kadar da yerleşim yeri olarak kullanıldığını tespit ettiler. Sitede sikke ve mücevher gibi tüm tipik kalıntıların yanısıra yaklaşık 200 ev bulundu. Ayrıca muhtemelen askeri amaçla kullanılan 30 metrelik bir bina da mevcuttu. Site, medeniyetin zengin ve güçlü ordusu ile elitlerinin yuvasıydı. Burada hiçbir tüccar ya da esnaf yaşamıyordu. Onlar, yaklaşık 4 km uzaktaki Hedeby’de yaşıyorlardı. Hedeby, Kral Godfred ile başlayan eski Viking ve Danimarka krallarının kalesi olan Sliasthorp’tan yaklaşık 100 yıl sonra liman kenti ve ticaret merkezi olarak kuruldu. Sliasthorp’u ziyaret etmek istediğiniz vakit, orada yaşayanlardan izin almanız gerekirdi; bu da, sınıflar arasında oldukça net ve keskin bir ayrımın, araya konan mesafelerle amaçlı bir şekilde yapıldığını gösteriyor. Arkeologlar, coğrafi konumlarına, orada bulunan eşyalara ve insanların temsil ettikleri sınıflara dayanarak, kentsel büyüme ve gelişme açısından şehirlerin çok dikkatli bir şekilde planlandığına inanıyorlar.
18. Yeni Dünya’yı anlatan Viking efsanelerinin sonunu yazan buluntular
Yeni Dünya’ya yapılan Viking gezileri hakkında iki ana bilgi kaynağımız var: Grönlandlılar efsanesi ve Kızıl Erik efsanesi. Gezilerin tamamlanmasından yüzlerce yıl sonra yazılan bu destanların içerdiği çok fazla bilgiye şüpheyle bakabiliriz. Vikinglerin yolculuklarında ve sonrasında neler olduğuna dair oldukça açıklayıcı olsalar da bu destanlar, Vikingler’in bölgeden ayrılışından sonra neler olduğuna ilişkin bir şey söylemiyor. Ayrıldıkları biliniyordu, fakat yakın zamana kadar nereye gittiklerinden emin olunamıyordu. Tartışmanın kaynağı; her iki destanın, Yeni Dünya’yı terk ettikten sonra Thorfinn Karlsefni’nin kaderi üzerine farklılık göstermesidir. Grönlandliler İzlanda’nın Glaumbaer şehrine taşındığını söylerken, Kızıl Erik; aile toprağına geri döndüğünü savunuyordu. Bu iki eserden genelde Kızıl Erik kabul görüyordu fakat yakın tarihteki arkeolojik buluntular, en azından Thorfinn açısından Grönlandlılar efsanesini haklı çıkaracak cinsten. 2001-2002 arasında arkeologlar, Glaumbear’de yer atında uzunlamasına tek odalı devasa bir yerleşim birimi keşfettiler. Yerleşim yerinin zemini, 1104 tarihini gösteren bir kaya katmanında bulundu. Bu tarihten emin olabiliyoruz çünkü Hekla dağı patlamasının kalıntılarıyla örtülmüştü. Yerleşim yaklaşık 30 metre uzunluğunda 8 metre genişliğindeydi ve Thorfinn Karlsefni gibi güçlü birine ait olduğunu gösteriyordu. Yerleşimin tasarımı oldukça farklıdır, kesinlikle Viking kökenli olduğu tespit edilmekle birlikte bu kültürün yerel evlerinden daha çok Newfoundland’da bulunan çağdaş evlere benzer bir yapıya sahiptir. Bu yerleşimin Thorfinn ve ailesine ait olduğu yüzde yüz kesin değil. Efsaneye göre; Thorfinn ve karısı Yeni Dünya’dan ayrıldıktan sonra İzlanda’da bir yere yerleştiler ve klanlarını genişlettiler. Yaşadıkları yeri bulmak gerçekten önemli bir tarihsel başarı olacak.
19. En az 1500 sene önce Amerika’ya ayak basmışlardı
Diğer bir tartışma ise, Atlantik’in öbür tarafına seyahati ilk olarak kimlerin yaptığı sorusu. Newfoundland’da bulunan antik yerleşim, 11. yy’daki Viking kültürünü gözler önüne sermesi açısından Kuzey Amerika’daki en eski Avrupalı varlığını ortaya koyuyor. Yerleşim inanılmaz derecede iyi korunmuş durumda ve Vikinglerin en az 1500 yıl önce buraya yerleştiği düşünülüyor. Evler ve atölyeler, İzlanda ve Grönland’deki çağdaş binaların inşa edildiği yöntemlerle yapılmış. Yerleşimin ne kadar süreyle kullanıldığı veya mevsimlik bir karakol olup olmadığı belli değil. Kazılar, burasının yalnızca Viking yerleşimi olmadığını, onlardan önceki insanlar tarafından da en az 5 bin yıldır kullanıldığını gösteriyor.
20. Amerikan yerlileriyle ilk iletişim
Araştırmacılar, günümüz Kanada’sında kurmuş oldukları yerleşim dışında, Vikingler’le yerli Amerikan halkı arasında etkileşim olduğunu doğruladılar. Bunların hepsi de birkaç yeşimtaşı sayesinde gerçekleşti. Bu yeşim taşı eşyalar, daha önce sözü edilen L’Anse aux Meadows Viking yerleşiminden elde edildi ve Notre Dame Körfezi’nin diğer yakasındaki Newfoundland’da da bulundu. Vikingler tarafından ateş yakmak için kullanılıyordu. Aynı alanda avcı toplayıcı bir kabilenin yaşadığı bilindiğinden, bunun Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar arasında ilk buluşma yeri olması mantıklı ve muhtemelen de tanışmaktan fazlasını yaptılar. İzlanda’da yaşayan bir grup ailede yapılan DNA analizleri, İskandinav insanlarının bir kısmının geçmişlerinde bir noktada yerli Amerikalı bir kadın ataya sahip olduklarını gösteren genetik işaretler taşıdıklarını gösteriyor. Bu DNA bilgisi, dünyanın iki farklı bölgesinde, birbirinden bağımsız olarak gelişme ihtimali olmayan eşsiz bir işaret. Genetik belirleyicinin kökeni en az 300 yıl geriye gidiyordu yani buna ilişkin en mantıklı açıklama, Vikinglerin en az bir Kızılderili kadınla vatanlarına döndüğüdür.