Vergi… Kimi zaman maaş bordromuzda karşımıza çıkar, kimi zaman market poşetinde gizli bir satırda. Türkiye’de gelir vergisinden ÖTV’ye, KDV’den çevre temizlik vergisine kadar saymakla bitmeyen bir vergi yelpazemiz var. Hatta bazen “Nefes almanın vergisini ne zaman koyacaklar acaba?” diye iç geçiriyoruz! Ama durun, vergi meselesi sadece bugünün sorunu değil. Verginin tarihi, birkaç yıl ya da birkaç yüzyılla sınırlı değil; binlerce yıl öncesine, antik uygarlıklara kadar uzanıyor. Öyle ki tarih boyunca insanlar sadece kazançlarından değil, sakallarından, idrarlarından, hatta süpürgelerinden bile vergi vermiş! Şimdi gelin, verginin kökenlerine inip tarihteki en tuhaf vergiler ve yaratıcı vergi hikâyelerine birlikte göz atalım. İşte vergilendirmenin tarihsel gelişimi…
Vergilendirmenin tarihsel gelişimi öyle birkaç yüzyıla değil, binlerce yıl öncesine dayanıyor. Düşünün, tarih boyunca insanlar sadece maaşlarından değil, sakallarından bile vergi vermiş!
Vergi dendi mi akla sadece para gelmesin. Geçmişte bu iş biraz daha yaratıcıymış! Antik Mezopotamya’da, henüz para bile ortada yokken insanlar ne bulurlarsa onunla vergilerini ödüyordu. Örneğin bir cenaze için ödenen vergi: “7 fıçı bira, 420 ekmek, 2 ölçek arpa, 1 keçi, bir yün pelerin ve hatta ceset için bir yatak.”
Şaka değil, resmen faturası kesilmiş! Tarihçi Tonia Sharlach, MÖ 2000-1800 arasında Antik Mezopotamya’da yaşayan bir vatandaşın, vergisini 18.880 süpürge ve altı kütükle ödediğini söylüyor.
Mısır piramitlerini hepiniz bilirsiniz. Peki bu dev projeler neyle finanse edildi dersiniz? Cevap basit: Vergiyle!
Firavun Narmer zamanında, yani MÖ 3000’lerde, vergi sistemi neredeyse devletin temel direği gibiydi. Ve bu sadece bir memur işi değildi; firavun bizzat kendisi ekibiyle birlikte ülkeyi gezer, halkın varlıklarını denetler, ardından “tamam bu kadar malın var, şu kadarını vergi olarak ver” derdi. Yani firavun, bir nevi antik çağın vergi denetmeniydi!
Zaman geçtikçe sistem daha da gelişti. Yeni Krallık döneminde (MÖ 1539-1075), “nilometre” adında bir alet icat edildi. Nil Nehri’nin taşkın seviyesini ölçerek, hasadın nasıl olacağını tahmin eder, ürün çıkmadan vergi oranını belirlerlerdi. Ekinler bol mu? O zaman ödeyin bakalım! Kuraklık mı var? Eh, bu sefer biraz torpil geçeriz…
Vergi affı dendiğinde aklınıza modern politikalar gelmesin. MÖ 300’lerde Hindistan’da işler çok daha yaratıcıydı. Maurya İmparatorluğu, her yıl bir yarışma düzenlerdi. Yarışmanın kazananı ömür boyu vergiden muaf tutulurdu
Yarışmanın konusu şuydu: “Devleti daha iyi nasıl yönetiriz?” Eğer fikriniz beğenilirse ve yarışmayı kazanırsanız tebrikler! Hayat boyu vergi ödemiyorsunuz!
Şimdi dünyanın farklı coğrafyalarına geçelim. MS 69’da Roma tahtına Vespasianus geçti. Öyle Augustus gibi “Ben geldim, barışı getirdim” diyen biri değildi, daha çok “Ne bulursam vergilendiririm” kafasında bir imparatordu ve bunu baya ciddiye alıyordu
Vespasianus vergilendirmenin babasıydı diyebiliriz. Antik Roma’da amonyak altın değerindeydi. Kıyafet temizliğinden tutun da, diş beyazlatmaya kadar her şeyde lazımdı. Tabakçılar derileri işlemede, çiftçiler gübre olarak kullanıyordu. Bu mucizevi madde ise insan idrarında bulunuyordu. Roma’da halka açık tuvaletlerdeki idrarlar amonyak üretimi için toplanıyor ve Vespasianus bu işten kâr kapısı yaratıyordu. Hatta o dönemde idrar vergisi dahi çıkmıştı! Ancak bu karar pek alkış almadı. Özellikle de Vespasianus’un kendi oğlu Titus babasına çıkıştı: “Bu da ne böyle, pis kokulu bir vergi sistemi mi kuruyorsun?” Babasının cevabı ise tarihe geçiyor: “Pecunia non olet”, yani “Para kokmaz.”
Şimdi rotamızı biraz daha batıya, Aztek İmparatorluğu’na çevirelim. 15. ve 16. yüzyıllarda Aztekler öyle sağlam bir vergi sistemi kurmuşlardı ki, vatandaşlar neredeyse aldıkları nefesin vergisini ödüyordu
Aztekler her şeyin ama her şeyin vergisini alıyorlardı. Mısırdan kakaoya, jaguar derisinden tuz ve bala kadar… Ülkede ne yetişiyorsa, ne işleniyorsa vergiye konu oluyordu. Ve bu işler tamamen kayıt altına alınıyordu. Hem de ne kayıt!
Bir düşünün: Renkli piktogramlarla (yani resimli yazılarla) dolu defterlerde kim, hangi kabile, ne kadar ne göndermiş diye not tutuluyordu. Bu kayıtların en ünlüsü “Matrícula de Tributos” adlı belge. İçinde jaguar derileri, altın külçeler, lastik toplar, tekstiller… Yani bildiğiniz modern vergi beyannamesinin sanatsal hali! Kısacası Aztekler sadece savaşlarla değil, zekice tasarlanmış ekonomik sistemleriyle de güç kazanmışlardı.
Şimdi de Rusya’ya gidiyoruz. 1698 yılında Büyük Petro sakallara vergi getiriyor!
Vergilendirmenin tarihsel gelişimindeki son durağımız Rusya’ydı. Petro Batı Avrupa’yı gezip dolaşıyor, oradaki temiz suratlı adamlara bakıyor ve diyor ki: “Bizimkiler niye bu kadar kıllı?” Yani cidden, mesele bu. Modernleşmenin simgesi olarak sakalları hedef alıyor. Ve karar çıkıyor: Sakallara vergi geliyor!
Evet, yanlış duymadınız. Eğer bir erkek sakal bırakmak istiyorsa, bunun bedelini ödemek zorunda. “Sakalı seviyorum” diyen herkes önce keseye uzanıyor. Köylüler azıcık, soylular ise resmen servet ödüyor. Ama olay bununla da bitmiyor. Vergisini ödeyen erkeklere bir de “sakal jetonu” veriliyor. Bu jetonu yanında taşıman şart. Yani bugünün “aşı kartı” gibi düşünün. Sakalınız var mı? Varsa jetonunuzu gösterin kardeşim!
Bu absürt sistem pek uzun sürmüyor. 1772’de Büyük Katerina çıkıyor ve “Yeter bu sakal saçmalığı” deyip vergiyi kaldırıyor. Ama tarih boyunca “Sakallara bile vergi konmuştu be!” dedirten bir anı kalıyor geriye.