Henüz 20 yaşında olmasına rağmen elde ettiği büyük başarılarla önümüzdeki yıllarda adından çok daha fazla söz ettirecek Vahap Şanal için merak edilenleri sizler için sorduk. Türkiye’nin satrançta en genç Büyükusta (Grandmaster – GM) unvanını elinde bulunduran Vahap Şanal, kendisi hakkında merak edilenleri büyük bir samimiyet ile ListeList için cevapladı. Vahap Şanal’ın hayatına, satranca olan bakış açısına, en beğendiği oyunculara, unutamadığı maçlara, başından geçen ilginç anlara dair dolu dolu bir röportaj oldu. Keyifli okumalar dileriz.
Satranca ne zaman başladın?
Anaokuluna giderken, 6 yaşında.
Satranç konusunda yetenekli olduğunu ne zaman fark ettin?
Kendimi kıyaslayacak yaşlarda değildim 6 yaşındayken fakat hocam aileme söylemiş. Tabii ben bu durumu daha sonra öğrendim. Ailem o yaşlarda bana söylemedi. 11-12 yaşına geldiğimde fark etmeye başladım diyebilirim.
Ailende senin gibi satrancı iyi seviyede oynayan var mı?
Ablam (Suna Şanal) da satranç oynadı. O da Türkiye şampiyonu oldu. 18 yaşına kadar oynadı. Hatta Milli Takım ile birlikte Avrupa Şampiyonası’na gitti ama sonradan eğitim kariyerine devam etmeyi tercih etti.
Türkiye’nin en genç Grandmaster (GM – Büyükusta) unvanını elde eden kişisin. Bu günleri önceden tahmin ediyor muydun?
Çok daha iyi olmak için çalışmaya devam ediyorum çünkü satrancı çok seviyorum. Çok ciddiye alıyorum. Yaşantımın büyük çoğunluğunu satranca göre planlıyorum. Oyunu çok seviyorum.
Günde kaç saat çalışıyorsun?
Şimdi yaşım büyüdü ve işler çok ciddileşti. Bu sene bir patlama yapmayı istiyorum ve çok çalışıyorum. Günümün neredeyse hepsini satranca ayırıyorum. Öyle şu kadar saat çalışıyorum diyemem.
Satranç çalışmadığın zamanlarda da aklında satranç oluyor mu?
Oluyor elbette. (Gülüyor) Satrancı bırak bir ara Play Station oynuyordum, o zamanlar bile adam rüyamda vole vuruyordu. Ne ile ilgilenirsem kafam hep o yönde çalışmaya devam ediyor. Bilinçaltı uyumuyor sonuçta. Uykudan önce çalıştığım zamanlarda daha da fena oluyor. Uykuya dalarken, rüyamda… Her an aklımın bir köşesinde satranç.
Lakabın var mı?
Selim Çıtak bana “Sihirbaz” diyordu. Çok zor konumları çevirdiğim zamanlarda söylediği bir şeydi.
Satrancın karakterine nasıl bir etkisi oldu?
Açıkçası bazen iletişim konusunda eksik kaldığımız oluyor. Sonuçta biliyorsun ki, nereye kafa yorarsan orası gelişiyor. Biz de durmadan satranca kafa yoruyoruz. Yani bazen, hiçbir şey gelmiyor aklıma satrançtan başka ve bunu da zorla kimse yaptırmıyor. İstediğim ve sevdiğim için yapıyorum. Sabah 10 da oturuyorum (Satranç kitaplarını gösteriyor) ve bir bakıyorum akşam yemek vakti gelmiş oluyor.
Aklında çoğunlukla satranç varken sosyal yaşamındaki dengeyi nasıl kuruyorsun?
Bazen yeri geliyor 10 gün evde satranç çalıştığım oluyor ama dışarıda farklı bir dünya var. Farklı dinamikler var. Küçükken bunun eksikliğini hissetmiyordum ama son iki senedir diyeyim, sonuçta binlerce çeşit insan var. Onlarla da iletişim kurmam, ilişki kurmam lazım. Sohbet etmem lazım. O konuya da dikkat etmeye başladım.
Kaç yaşına kadar satranç oynamayı planlıyorsun?
Bir kere ben bu oyundan çok zevk alıyorum. Çok zevkli oyun. Fiziksel bir oyun olmadığı için hep içinde kalmayı düşünüyorum. Ölünceye kadar oynarım.
Satrancı bırakmanın bir yaşı var mı sence?
Yok. Form düşüklüğü olabilir ama satrancı bırakmak için o tutkunun kaybolması lazım.
“Poker Face” bir yapın var. Duygularını masa başında çok az belli ediyorsun. Bunun avantajlı olduğunu düşünüyor musun?
Açıkçası bu konu üzerine pek düşünmemiştim. Şöyle bir şey var, maç sırasında kendinizi eleştirmek rakibinize avantaj sağlar. Rakibinizin önünde bunu yaparsanız, o kendini daha iyi hisseder.
Psikoloji bu oyunda ne kadar önemli?
Psikolojik savaş aslında. Satrançta değil, boksta da öyle. En üst seviyede çoğu oyuncu eşit. Üst seviyede birbirinize fark atmak kolay değil. Sen 10 saat çalışıyorsun ama ben de 10 saat çalışıyorum. Bir yerden bana avantaj sağlaman lazım. Oradaki derya deniz kısım işte, psikoloji.
Bilgisayarda oynamak mı yoksa tahtanın başında olmak mı?
Açıkçası tahta başında olmak benim hatıralarımda daha çok yer etmiş vaziyette. Bilgisayarın kolaylık sağladığı durumlar oluyor fakat ben tüm başarılarımı tahta başındayken elde ettim. Bilgisayar başında da çok ciddi bir maça çıkmadım. Bu soruya tahta başında diyeceğim.
Peki ya satranç oynarken blöf yaptığın anlar oldu mu?
Oldu, tabii ki oldu. Çareler tükendiği durumlarda elbette. Çareler tükenmemişken yapmayız ama artık her türlü yolu denemişsin olmamış, kandırmak ayıp bir şey değil satrançta. Her türlü tuzağı, her türlü problemi yaşatmaya çalışıyoruz.
Kendini rekabetçi olarak görüyor musun?
İnanılmaz derecede. Yani beni kolay kolay yenmelerine müsaade etmem. Uğraşırım.
Peki yenildiğin anlarda ne yapıyorsun?
Tahmin edilebilir şeyler. Herkesin verebileceği tepkiler. Uykum kaçıyor. Neden böyle yaptım? Neden böyle oluyor? Kendini suçluyorsun fakat şöyle de bir durum var. Yenilgiye verdiğim tepki sürekli değişiyor. Yenilgiye verdiğim tepki aslında amaçla alakalı. Hedefim ile alakalı. Senin hedefin o maçı yenmekse, üzülürsün. Fakat senin hedefin 5 sene içinde dünyada kuvvetli, yenilmesi çok güç bir satranççı olmaksa, bir tane maç yenildin yani. Daha 5 senen var. Kafada yenilginin anlamını değiştirdikten sonra çok problem olmuyor.
Unutamadığın bir maçını sorsam?
Victor Laznicka ile aralık ayında oynadığım maç derim. Hayatımda böyle bir stres yaşamamıştım. Rapid maçıydı. 15+10. Avrupa 3.sü olduğum maç. Türkiye’de daha önce kimsenin başaramadığı bir şeydi. Maça çıktım, ilk defa yaşadığım hislerdi. Bir hamlenin geri dönüşü olmadığını dolu dolu yaşadığım anlardı. Hayatımda oynadığım en çekingen oyundu diyebilirim. Eğer o maçı kazanamasaydım 4.cü de olamayacaktım, 11.ci olacaktım. Sistem farklı satrançta. Rakibim de aynı şekilde oldukça gergindi ve zaman bitince kazandım.
O maç sana ne kattı peki?
Kafada işlerin manasını düzgün ayarlamak lazım. Bir şeye haddinden fazla değer verince inanılmaz bir baskı altına alıyorsun kendini. Maçı oynuyorsun 20 dakika, o kadar kasılıyorsun ki… (Gülüyor) Maç bitince dedim, ölümlü dünya yani dedim. Dünya şu 20 dakikalık alandan çok daha büyük. O yüzden artık yenilgi beni eskisi kadar korkutmuyor. Çok üzülüyorum elbette ama bir daha kendimi o kadar büyük bir stresle baş başa bırakmam. Kendime o kadar yüklenmemin hiçbir manası yok. Victor Laznicka maçı benim için dönüm noktasıydı.
En beğendiğin satranç oyuncusu ya da oyuncuları?
Vladimir Kramnik ve Alexander Grischuk. Bu ikisini çok beğeniyorum. Elbette Magnus Carlsen. Futboldaki Messi – Ronaldo gibi fakat satrançta tek isim Magnus Carlsen.
Bu ikiliyi sana sevdiren ne oldu?
Satranca olan tutkuları, yaklaşımları. Onların maçlarını izlerken satranca olan bağlılığım arttı. Turnuvadayken Grischuk’a karşı oynadık. Çok ciddi adamlar. Benim bu konu çok hoşuma gidiyor. Satranca ciddi yaklaşan insanları seviyorum. Satrançta da değil sadece, işini çok ciddi yapan insan benim saygımı kazanıyor.
Ciddiyet derken ne kastediyorsun tam olarak?
Oyunun her detayını düşünmek. Sadece kazanmak için oynamamak. Her detayına saatlerini harcamak. Bazı maçlara bakıyorsun, 20 saat sonucunda çıkmamış o maçlar, 200 saatte de çıkmamış. O oyun artık 15 senede 30.000 saat sonunda çıkmış. O ciddiyeti görmek beni çok etkiliyor.
Kendini nasıl bir satranç oyuncusu olarak tanımlarsın?
Çok kuvvetli olduğumu düşünüyorum. Potansiyelimin çok yüksek olduğunu biliyorum. Ve gerçekten çok ciddiyim. Belki bunu okuyanlar şaşıracaktır ama çok ciddiyim. Bana “ciddi mi?” diyeceklerdir ama evet, çok ciddiyim.
Turnuvalar sırasında başından geçen, kendini kötü hissettiğin bir an oldu mu?
Hiç olmadı. Fakat rakibim bir keresinde masaya kusmuştu.
Ciddi misin? Rakibin tahtaya kusunca sen ne yaptın?
Vietnam’daydık. Babam tribündeydi. 9 ya da 10 yaşındaydım. Çinli bir çocukla oynuyorum. Zaman iyice daralmışti. 30 saniye kadar bir süre vardı. Milli takımla gitmiştik, herkes heyecanlı. Çocuk bir anda kustu tahtaya. (Gülüyor) Hayır bir de ben o taşla hamle yaptım. Sonra hakem durdurdu. Ne bu dedi ya, durun artık dedi. Arkadaş biraz heyecanlanmıştı.
Seni izleyenler hep çok sakin olduğunu düşünüyor. Maçlar sırasında gerilmiyor musun?
Aslında kafamın içi çok gerilmiş oluyor. Evet, bu gerginliği ilginç bir şekilde fiziksel olarak göstermiyorum. Vücut dilimde belli olmuyor bu gerginlik.
Bu durumun sana avantaj sağladığını düşüyor musun?
Satranç maçındayken tepki göstermeyi pek doğru bulmuyorum kendi adıma. Çünkü o tepki, bir diyalog yaratıyor. Maç esnasında rakiple diyalog kurmayı – hamle dışında – çok doğru bulmuyorum.
Parham Maghsoodloo ile oynadığın maçta rakibinin verdiği bir tepki var mesela. Bunun için de videonun altında tartışma var, rakibin sana orada tepki mi veriyor?
Bu olayı da anlatayım. Bir kere Parham Maghsoodloo ile biz iyi arkadaşız. Baya başarılı bir satranç oyuncusu. Carlsen’e rakip. O maç sırasında da öyle bir konum geldi ki, 100 defa oynasam 1 kere yenilmem. Elim orada bir taşa değdi, o taşa dokunduğum için de onunla oynamam lazım. Ben onu oynayınca çocuk şok oldu. Bana üzüldü aslında. Öyle kızgınlık değildi. O da şaşırdı. Kaleciyi geçmişsin de topu boş kaleye atamamışsın gibi bir pozisyondu. Benim adıma üzüldü orada.
Peki, sence Magnus Carlsen gelmiş geçmiş en iyi satranç oyuncusu mu?
Çok basit soru. Evet.
Büyükusta olmasaydın, ne olmak isterdin?
Babam ticaretle uğraşıyor. Sanırım ben de onunla birlikte devam ederdim. Sporu da çok seviyorum.
Satranca yeni başlayanlar için bir önerin var mı?
Ben şunu söyleyebilirim. Satranca devam etmek için bir neden lazım. Hedefiniz Türkiye şampiyonu olmaksa, olmayınca bırakacak mısınız? Ya da olduğunuz zaman sizi ne motive edecek? Satranç ile ilgilenenlere şunu söyleyebilirim. Benim yeni başlayanlara önerim, hedef olarak satrancı sevmeleri olsun derim. Eğer böyle olursa tutku ile devam edebilirler. Yenilgiler onları hırpalamaz. Hiçbir olay onları satrançtan uzaklaştırmaz.