Uzay yolculuğunun ilk günlerinden beri, evrenin sırlarını açığa çıkarmak konusunda son derece sıkı çalışıyoruz. Ülke olarak biz değil tabii; başta ABD olmak üzere, Rusya, Avrupa Uzay Ajansı, Hindistan Çin, Japonya… ABD bizim yapamadığımızı, bizim yerimize yaptı; Reza Zarrab’ı dolandırıcılık, sahtekarlık ve kara para aklama suçlarıyla tutukladı, ülke olarak utansak mı, sevinsek mi bilemedik; adaletin tecellisinin devamı gelir umuduyla pozitif düşünmeye gayret ediyoruz. Karaman’da tecavüz edilen 45 çocuk için meclise verilen çocuk istismarının araştırılması önergesinin siyasi rekabet konusu haline getirilerek öncelikle ve ivedilikle reddedilmesinin utancını yaşamak yine ülke olarak bize fazla geliyor zaten… Söz konusu rakamla tek 1 çocuk dahi olsa vebali, dünya üzerindeki hiçbir adaletin temizleyemeyeceği kadar ağır. Partiler anlaşmış, komisyon da kurulacakmış. Lütfetmişler, daha ne olsun! Bu tür insanlık ve ahlak dışı olaylarla uğraşırken, topyekün çıldırmanın eşiğini yıllar var ki, çoktan geçmiş durumdayız biz ülke olarak. O yüzden uzayla haşır neşir olmaya, katliamlardan, patlayan bombalardan, tecavüzlerden falan pek sıra gelmiyor haliyle.
Yine de acıları bir kenara koyup, her düşüşün bir çıkışı da vardır deyip, kalan azıcık sağlam kafamızın kendine gelebileceği, neden ve nereden düştüğünü düşünebileceği, ihtiyaç duyduğu genişliği bulabileceği, yaratıcı, eğlenceli ve en azından düşünsel anlamda özgür kalabileceği bir ortama su gibi, hava gibi ihtiyacımız var. Uzayda hava-su yok ama düşüncenin ihtiyacı olan şeyler de bunlar değil zaten. Düşünce, biz olmasak da hep var olacak. Evren, oldukça tuhaf bir yer ve içinde olduğumuza göre biz de öyleyiz. Sadece onun tuhaf doğal güzelliklerini keşfetmekle kalmıyoruz, kendi benzersiz izlerimizi, işaretlerimizi uzaya bırakmaktan da geri kalmıyoruz. Evrende bulunan birkaç eksantrik şeye eğlenceli biçimde bir göz atalım dedik.
1. Evrenin de kafası güzelmiş meğer: Alkol
Samanyolu’nda bulunan birkaç dev alkol bulutu, özellikle yıldız oluşumları etrafında kümelenmiş ve en büyüğü 400 trilyon da trilyon bardak birayla dünya nüfusunun tamamının kafasını aylarca güzel yapmaya yeter de fazlasıyla artar bile… Bilim insanları ethanole ek olarak eşit büyüklükte metil ve vinil alkol bulutları da tespit etmiş. Maalesef ki ulaşılması zor olan en güzel şeyler gibi bu bulutlar da onlarla “alem” yapmak için bize çok, çok ama çok uzaklar. Yine de varlıkları bizim düşündüğümüz sebeplerden ötürü olmasa da, bilim insanları için son derece eğlenceli. Alkol, yaşamın sürdürülmesi için gerekli olan temel malzemeleri taşıyan organik bir bileşik. Şekillenmeye devam eden yıldızların etrafındaki alanda bu molekülleri bulmak, dünyamızın nasıl oluştuğu ve yaşamın nasıl ortaya çıktığı konusunda daha çok şey söyleyebilir. Moleküllerin karışımından oluşmuş özel bir kokteyl, olabildiğince kompleks bir yaşam yaratmak için gerekli ve bu bulutlar uzayda bu tür reaksiyonların nasıl gerçekleştiğini gösteriyor. Dikkate değer biçimde, Güneş Sistemi’miz, bu rekasiyonları yaratmak için gerekli olan ideal koşullara sahip bile değil. Bu, oralarda bir yerlerde, bizden çok daha hızlı oranda gelişen ve daha karmaşık bir yaşam formu olabileceği anlamına gelebilir mi? Hemen sonuca varmayalım ama elbette mümkün. Dedik ya, evren devasa miktarda içkiyle dolu bir barı olan garip ötesi bir yer…
2. Küçük, mini minnacık bir sanat müzesi
Hakkını yemeyelim, işte bu bizim marifetimiz… 1969’da çok gizli bir görev, Apollo 12 Lunar Lander ile birlikte uçuş aldı. Amaç: Andy Warhol ve beş başka sanatçının eserlerini Ay’a göndererek, ilk ve tek dünya dışı sanat müzesini oluşturmaktı. Tarihçiler, iki cm’lik çiplerdeki bu altı çizimi ve bugüne kadar Ay’da kaldıklarını gösteren görüntüleri gördükten sonra görevin başarılı olduğuna ancak ikna olabildiler, haklı olarak. Ay Müzesi’nin tarihçesi de kendisi de aslında bir sır. O yüzden hakkında çok fazla şey bilmiyoruz. Bu komploya katılan sanatçılardan biri olan Forrest “Frosty” Myers, bu özdeş çiplerden biri, altı yıl önce bir online açık arttırmaya koyulduktan sonra ortaya çıktı. Myers’a göre; Fred Waldhauer adında bir bilim insanı, her bir sanat eserini küçültüp, seramik bir çipe işlediği minik bir parça yarattı. Waldhauer, Lunar Lander’a bunu monte edebilecek erişime ve yeteneğe sahip NASA mühendislerinden birini tanıyormuş. Bu mühendisin kimliği elbette bilinmemekle birlikte Myers; tarihçilerle görevin başarısını ispatlayan bir telgraf paylaşmış. Apollo 12’den gönderilen telgrafta “Konum. Tamam. Tüm sistemler hazır” mesajı veriliyor. Yani çipin nasıl yapıldığı ve gönderildiği biliniyor ama asıl soru neden? Apollo 12 fırlatma rampasında ustabaşı olan Richard Kupczyk bu konuda da bazı cevaplar vermiş. USA Today’e yaptığı açıklamada; uzay araçları üzerine gizlice ve izinsiz olarak küçük eşyalar yerleştirmenin mühendisler arasında oldukça yaygın bir alışkanlık olduğunu itiraf etmiş. Ay Müzesi’nin başarısına kuvvetle inanan Kupczyk “Apollo, yaşamdan çok daha büyük bir şeydi, hepimiz de bunun bir parçasıydık ve bir iz bırakmak istedik” diyor.
3. Gizem, karanlık, çokluk ve tabii ki patlamalar: Ölü yıldızlar
Hollywood’un uzuuuuun uzay filmleri listesine bakarsak, Ölüm Yıldızı’nın en az kendisi kadar ikonik birkaç fotoğrafını buluruz elbet. Bir yıkımın soğukkanlı, sabırlı işaretçisi olarak, uzaya dair sevdiğimiz ve korktuğumuz pekçok şeyi ifade eder kendisi. Star Wars serisinin son bölümünden de anlaşılacağı üzere, uzayda (sadece uzayda mı?!) bir şeyleri patlatmaya duyduğumuz sevginin sınır tanımadığı aşikar. Kepler Teleskobu, kendi gezegenini un ufak eden, gerçek bir yaşam yıldızıyken, zamanla ölüm yıldızına dönüşen bir beyaz cüce gözlemledi. Bu yıldızın etrafındaki gezegeni yok ettiği doğru ama endişelenmeyin Grand Moff Tarkin’den biraz daha farklı hareket ediyor. Katil yıldız, aşırı kütle çekimiyle gezegeni adeta yarıyor ve yırtıyor. NASA, beyaz cücenin içine düşen gezegenin enkaz ve yıkıntılarını, kuyruklu yıldızların kuyruk izi gibi görebiliyor. Bu tür bir gezegensel yıkım, İmparatorluğun tercih ettiğinden elbette daha yavaş gerçekleşiyor. Teksas büyüklüğündeki bu talihsiz gezegenin önümüzdeki milyon yıl içerisinde tamamiyle yok olması bekleniyor. Gözlemlerin ardından yapılan basın açıklamasında astronom Andrew Vanderburg, bir güneş sisteminin ölümünü ön koltuktan ilk kez izlediğimize dikkat çekiyor. Bu, Star Wars hayranlarının umduğu gibi bol patlamalı sahneler içermeyebilir ama yine de oldukça havalı.
4. Onun hakkındaki hiçbir şey sıradan değildir!: Oort Bulutu
Halley kuyruklu yıldızı gibi ünlü olanları, içindeki buzlu alanlardan oluşan büyük parçaları zaman zaman dışarı fırlattıklarında bizlere keyifle izlenecek bir gökyüzü manzarası sunarlar. Nelerden oluştukları, büyüklükleri ve şekilleri hakkında oldukça iyi bir fikrimiz var. Peki sorun ne? Kimse onları görmedi ve aslında varlıklarından kesin olarak emin değiliz. Oort bulutları yalnızca teoride mevcut. Şu an itibariyle kuyruklu yıldızlarla ilgili tek gerçek açıklamamız; sıradışı yörüngeleri ve garip zaman periyodlarının gösterdiği kadarıyla hiçbir yerden gelmedikleri… Kuyruklu yıldızların sahip oldukları hareket modelleri dikkate alındığında ve onlardan gelen kayalardaki spesifik bileşiklerine baktığımızda bu bulutların belirli bir şekle ve boyuta sahip olması gerektiğini görüyoruz. En iyi tahminimiz oldukça uzakta –en az yaklaşık bir ışık yılı- oldukları… Bu mesafe, kimsenin Oort bulutu görmemiş olmasının tek nedeni. Fakat bize zamanın başlangıcını görme fırsatı veren teleskoplarımız varken, gerçekten hala bulunamamış olmalarının aslında geçerli bir bahanesi yok. Belki Oort bulutları da alkol doludur. Bu NASA’nın gözlemleri için motive edici bir unsur olur mu acaba?
5. Dünya’dan uzaya fırlatılan insan yapımı ilk nesne: V-2 Roketi
Eğer bunu NASA’ya sorsaydınız; Sovyetler Birliği tarafından 4 Ekim 1957’de fırlatılan Sputnik 1 uydusu olduğunu söylerdi. Bu tarih, şu an içinde bulunduğumuz “Uzay Çağı”nın da başlangıcı olarak kabul ediliyor. Fakat uzay çağının bu tarihten daha önce başladığı söylenebilir çünkü 20 Haziran 1944’te, Alman yapımı ilk balistik füze olan V-2 roketi, çok kısa süreliğine de olsa, uzaya ulaşan insan yapımı ilk nesne olmayı başardı. İlk kez Nazi Almanyası’ndaki Peenemünde Ordu Araştırma Merkezi’nden fırlatılan bu füze, Dünya yüzeyinden 176 km yüksekliğe ulaşarak Kármán hattının üzerine çıkmıştı. Kármán hattı, deniz seviyesinden 100 km yükseklikte bulunan ve genellikle Dünya atmosferi ile uzay arasındaki sınır olarak kabul edilen hayali bir hat. Adını Macar asıllı Amerikalı mühendis ve fizikçi Theodore von Kármán’dan alıyor. V-2 roketinin uçuşu gizlilik içerisinde gerçekleştirildiğinden, takip eden pek çok yıl boyunca bu test uçuşları medya ve halk tarafından bilinmiyordu. Daha sonra, 24 Ekim, 1946’da ABD’nin New Mexico eyaletindeki White Sands Füze Sahası’ndan fırlatılan bir başka V-2 roketi yer yüzeyinden 105 km yukarıya çıkarak uzaydan çekilen ilk fotoğraflara da vesile oldu. 1940’larda ve 1950’lerin başında; Almanya, Amerika ve Rusya’da gerçekleşen daha sonraki sondaj roketi testleri, yörüngeye ulaşamadıkları için yeni bir çağ başlatmaya yetecek derecede önem arz etmediler. Yörüngeye ulaşabilecek güçte bir rokete sahip olunması demek; bir ulusun dünyanın herhangi bir yerine herhangi bir görev-yükünü (özellikle silah olarak) ulaştırabilmesi demekti. Başka bir deyişle bu türdeki bir roket, aslında kıtalararası balistik füze olarak kabul ediliyordu. Böyle bir gelişmeden sonra Dünya’daki hiçbir yerin nükleer bir savaş başlığından korunamayacağı gerçeği, yörüngesel standardın Uzay Çağı’nın başlangıcını göstermekte kullanılmasının yegane sebebi oldu. Bonus bir bilgi olarak, 3 Kasım 1957’de Sputnik 2 ile gezegen yörüngesine giden ilk hayvan, Sovyet uzay köpeği lakabıyla bilinen Layka olsa da, 20 Şubat 1947 tarihinde ABD’den fırlatılan V-2 roketiyle uzaya giden ilk hayvan türü ise, sirke sinekleridir.
6. Tarihteki en uzun golf atışı: Golf topları
Dünyanın en uzun golf atışının ne kadar olduğundan emin değiliz çünkü Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan atıldığından beri, top hala bulunabilmiş değil. Sovyet kozmonot Mikhail Tyurin, Kasım 2006’da Element 21 adlı Kanadalı bir golf şirketinin reklam kampanyasının bir parçası olarak uzaydaki ilk golf atışını yaptı. Hedefin koskoca Dünya gezegeni olduğu düşünülürse, atışı kaçırdığını da etkileyici bir biçimde rapor etti. Atışı kaçırmış olsa bile, Tyurin’in golf topu, uzayda birkaç gün yol aldıktan sonra atmosfere girerek yanmış olmalı. Apollo 14 astronotu Alan Shepard, Ay’dayken “araç dışı aktiviteler” kapsamında birkaç kere top oynamış. Top da dahil tüm araç gereçler Dünya’ya dönerken orada bırakılmıştı. Shepard’a göre bu vuruşlardan biri “millerce, millerce ve millerce” yol almıştı. Bu elbette bilimsel bir ölçüm değil ama Tyurin’i “yarışta ikinci gelen kişi” olarak kayda alıyoruz.
7. Samanyolu’ndan daha uzun yıldırımlar
Dünya’dan iki milyar ışık yılı ötede Nikola Tesla’nın ruhu çılgın bir parti veriyor olmalı. Şu ana kadar kaydedilen en güçlü elektrik akımının bir trilyon yıldırım kuvvetiyle uzay zamanda dalgalandığı gözlemlenmiş. Bu fırtına kendi türünün en büyüğü ama kesinlikle bir ilk değil. Yıldırım fırtınalarının boş uzayda ortaya çıkmaları doğal bir durum. Genelde kara deliklerin etrafında oluyorlar çünkü manyetik alanlar büyük elektrik akımları oluşturuyor. Bahsettiğimiz bu yıldırım fırtınası muhtemelen 150 bin ışık yılından fazla bir zaman-mekanda uzanıyor gibi görünüyor ve özellikle masif bir kara delikten kaynaklanıyor. Perspektifi tam koyabilmek için söylüyoruz: Kendisi tüm Samanyolu’ndan daha uzun. Bu yıldırım fırtınası, Dünya’nın bin yıllık enerji ihtiyacını karşılar fakat öncelikle bizi çıtır çıtır kızartacağı aşikar. Belki de arada iki milyar ışık yılı uzunluğunda bir tampon bölge olması çok da iyi bir şeydir.
8. Uzayda işemek o kadar kolay mı sandın?: İdrar
Belki merak etmişsinizdir; astronotlar uzayda nasıl işiyorlar? NASA’daki bilim insanları bu soruyu cevaplayabilmek için çok zaman ve para harcadılar. Cevap: Emiş gücüne sahip ve hava kabininde toplanan idrarın uzaya salınmasıyla tamamlanan 50 bin dolarlık bir tuvalet. Bu tuvaletin yeni modelleri, ileri teknoloji filtreleme sistemleri kullanarak idrarı içilebilir suya dönüştürüyor. Daha eski sistemler, eski geleneği sürdürüyor: Atığı gemiden boşalt gitsin… Gerçek şu ki; bu yöntem uzayda çok daha karmaşık bir süreç. Atıkları uzaya boşaltan vakum sistemi, 30 milyon dolar civarında ve astronotların düzgün kullanmayı öğrenmeleri için bir sürü eğitimden geçmeleri gerekiyor. Apollo 17 komutanı Eugene Cernan’ın uçuş sırasında yaşadığı en şaşırtıcı deneyimlerden biri, idrar damlacıklarının uzayda birkaç saniye içinde buza dönüşmelerini görmekmiş. Astronot Tom Jones ise ekip arkadaşının baş aşağı dururken çiş edişini izlediğini hatırlıyor.
9. Uzay giysilerinin geriye dönüşümü: Suitsat
Anlaşılan Uluslararası Uzay İstasyonu astronotları sadece “üstün” bilim yapmakla meşgul değiller; başka işlerle de uğraşacak vakitleri mevcut. Rus astronot Sergey Samburov’un aklına bir fikir geliyor: Ya eski bir uzay giysisi bir uyduya dönüştürülürse? Her bir uzay giysisinin milyon dolarlık bir yatırım olduğu düşünülürse, giysinin parçalarının yeniden değerlendirilmesi fikri oldukça parlak. Tek yapmaları gereken, eski uzay elbiselerini işleyen bir uzay aracı haline getirmekti. Birkaç dahili sensörün yerini değiştirip, içine radyo ekleyerek bu işi de hallettiler. Tek ihtiyaçları, aletin gönderdiği sinyalleri dinleyecek biriydi ve Dünya’dakiler antenler yukarıda, radyolar açık hazır haldeydiler. Suitsat, (Amerikalılarda Mr. Smith, Ruslarda ise İvan İvanoviç olarak biliniyor.) 3 Şubat 2006’da beş farklı dilde dünyaya selam taşıdı. Ancak uçuşa başlamasından üç saat sonra bir şeyler ters gitti. Dünya’dan Uluslararası Uzay İstasyonu’nu dinleyenler, bir süre sonra sinyali almaz oldular. Suitsat’la tüm iletişim kopmuştu. NASA’nın tahminine göre; açık uzayın sert koşullarında radyonun pilleri donmuştu. Fakat neyin ters gittiğini bilmenin bir yolu yok. Suitsat, muhtemelen birkaç hafta sonra Dünya atmosferinde yandı. İlk başta var olması amaçlanmamış bir uydu için sessiz bir son oldu. Kaybolmuş olsa da Suitsat, hazırlıksız bilimin gücü ve gelecek Suitsatların önünü açan bir keşif olarak hatırlanıyor.
10. Muhtemel okyanus yaşamı
NASA, Satürn’ün en büyük uydusu Titan’daki okyanuslarda yaşamın umut verici kanıtlarını ortaya çıkardı. İlk düşünceniz, Titan’ın su, okyanuslar ve yaşam için çok ama çok soğuk bir yer olduğu olabilir ve Dünya standartlarına göre haklısınız… Ama Titan’daki okyanuslar sudan değil, o derece yüksek soğukta bile akışkan halde kalabilen metan okyanuslarından oluşuyor. Bu metandan oluşan okyanuslardaki organizmaların hücre yapıları ve solunum sistemleri yeryüzündekilerle benzer olmalı fakat oksijen bazlı dünya hücreleri yerine metan bazlı hücrelere sahip olmalılar. Deneyler, metan bazlı hücrelerin sadece mümkün olmakla kalmayıp, aynı zamanda Titan’ın sahip olduğu aşırı koşullara bakıldığında makul olduğunu gösteriyor. Bu araştırma Titan’da organik solunumu mümkün kılabilecek atmosferik bilgilere ek olarak, NASA’nın uzaydaki yaşam arayışında umut veren bir gelişme olarak görülüyor. Güneş Sistemi’mizde yüzen uzaylı deniz kızları hayal etmek abartılı olabilir fakat gerçekten emin olamayız; en azından onları bulmak için oraya bir denizaltı göndermediğimiz sürece…
11. Uzayda yetiştirilen bitkiler
Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki Sebze Laboratuvarı’nda yetiştirilen marul, uzayda yiyecek amaçlı büyütülen ilk sebze olarak tarihe geçti. Hatta tadına bile bakıldı. İlk sebzeler astronot Steve Swanson tarafından 2014’de yetiştirildi. Marulun yetiştirilmesinde kullanılan Veggie sisteminde bitkilerin Güneş ışığı olmayan ortamda sağlıklı fotosentez yapabilmesi için, kırmızı ve mavi LED’ler kullanıldı. Morumsu renkteki bitkinin daha yenilebilir görünmesi için sisteme sonradan yeşil LED’ler eklendi. Yetiştirilen marulların tamamı astronotlar tarafından yenmeyip, Dünya’ya gönderilerek çeşitli testlerden geçirilecekler. Böylelikle, uzayda, Güneş’siz ve yerçekimsiz ortamda yetiştirilen bitkilerin besleyiciliği konusunda bilgi sahibi olunacak. Bu marullardan ve sonrasında yapılacak diğer deneylerden elde edilecek bilgiler, özellikle önümüzdeki 20 yıl içinde yapılacak insanlı Mars uçuşlarında astronotların yiyeceklerini üretebilmeleri için gerekli olan verilerin elde edilebilmesi açısından büyük önem taşıyor. Veggie projesinin bir parçası olarak astronot Scott Kelly tarafından yetiştirilen zinyalar ise, Ocak 2016 başlarına kadar çok zorlu yollardan geçti. Ancak zinya gibi bir çiçeği büyütmek, bitki yetiştirme konusunda marul yetiştirmekten daha büyük bir adım çünkü zinyalar yetiştirmesi çok daha zahmetli ve daha titiz çevre koşulları isteyen bitkiler. “Zinyaları elde ettikten sonra, astronotların yaptıkları uzun yolculuklarda domates gibi diğer çiçekli bitkileri yetiştirmek de mümkün olabilir” diyor NASA yetkilileri.
12. “Uçmak” terimi yeni bir anlam kazanacak: Marihuana
Alkolle başladık, esrarla bitirelim… Belli ki evren her ikisine de karşı değil… NASA, bir göktaşı parçası üzerinde marihuana bitkisinin etken maddesi olan Tetrahydrocannabinol (THC) tespit etti. Çalışmalarını Hawaii Üniversitesi’nde yürüten astrofizikçi ekip, 2010’da Nevada Çölü’nde bulunan bir göktaşı üzerinde eser miktarda bulmuşlar. Yüzlerce göktaşının mikrobakteriyel data analizlerini yapan bilim insanları cannabinoidlerin başlıca psikoaktif bileşenlerinden olan ve yalnızca esrarda değil; bir çok canlının bileşenleri arasında olan THC’yi bir göktaşının yapısında bulmayı hiç beklemediklerini dile getiriyor. Araştırma ekibinin başkanı astrofizikçi James Han, Dünya dışından gelen bir psikoaktif organik bileşiği ilk kez belgelemiş olmanın, bu maddelere olan modern ve önyargılı bakışımızı değiştirebilecek ve onların kozmik kökenlerini görmemizi sağlayabilecek bir devrim niteliği taşıdığını ifade ediyor. James Han mizahla karışık: “Göktaşı parçası üzerinde keşfedilen THC, astrobiyoloji bilimi üzerinde büyük bir etkiye sahip olacaktır. Kimyasal maddeler beyin fonksiyonlarını ve insanların algı, ruh ya da bilinçlerini değiştiriyorsa uzayda bu maddenin köklerine ulaşmanın insan cinsinin varoluşu üzerinde bir etkisi var mıdır? Ya da tüm bu gezegendeki hayat üzerinde? Bu keşif nihayetinde cevaplardan çok daha çok sorular doğuruyor. Bu “uçmak” terimine yeni bir anlam kazandırır” diyor. Uzmanlar 2009’da Meksika Üniversitesi’nde araştırma yapan bilim insanlarının bir göktaşı üzerinde Tetrahydrocannabivarin (THCV) maddesine rastladığını fakat araştırma sonuçlarının toplum üzerindeki etkisi nedeniyle yayımlanmadığını bir dipnot olarak ekliyorlar. Tabii bu durumda düşünmeden edemiyoruz; ekonomik ve siyasi rekabet ve çıkarlarla oluşan toplum önyargıları nedeniyle açıklanmama kararı alınan, bilmediğimiz daha ne kadar bilimsel araştırma var? Kullanımı insanlık tarihi kadar eski olduğu bilinen marihuananın yapılan araştırmalarla kanser hücrelerini öldürmekte etkili olmasından tedavilerde iştah açıcı rolüne, Epilepsi, Parkinson ve MS hastalarının titreme ve kasılma nöbetlerini azaltmasına, HIV virüsünün yayılımını yavaşlatmasından, beyin felci geçirmiş hastalarda ağrıların azalması ve hareket kabiliyetinin artması gibi etkilerine ve daha pek çok bilinmeyen sağlığa faydaları araştırma konusu olmaya devam ediyor. Ayrıca bu yıl itibariyle “medikal amaçlı” esrar kullanımının Türkiye’de sessiz sedasız yasallaştığını da belirtmeden geçmeyelim.