Geçtiğimiz hafta yaşama veda eden Türk edebiyatının çok yönlü sanatçısı Ülkü Tamer, şiir ve öykü yazarlığının yanı sıra sinemaya, tiyatroya da tutkundu. İkinci Yeni şiirinin önde gelen temsilcilerinden olan sanatçı aynı zamanda gazetecilik yapmış, yetmişin üstünde kitap çevirmiş, şiir antolojileri hazırlamıştı. Kendisini derlediğimiz anılarıyla bir kez daha saygıyla anıyoruz…
1. “Yetmez mi / Kaç kelebek ömrü kadar ömür yaşadın”
“Gaziantep benim için sadece doğup büyüdüğüm bir kent değil. Beni oluşturan en önemli ögelerden biri. Annem, babam, ninem gibi. Ben yine onların çocukları olsaydım, ama bir başka yerde doğup büyüseydim, içimdeki birtakım zenginlikler olmayacaktı sanki. Antep’e ne zaman gitsem, o zenginlikleri yeniden yaşıyorum. Belki yok olup gitti çoğu. Ama içimde bir yerlere o zenginlikleri define gibi gömmüşüm. Onları yeniden çıkarıp keşfetme olanağını sağlıyor Antep yolculukları. Jorge Amado’nun sık sık tekrarladığım bir sözü var: ‘İnsanın anayurdu çocukluğudur.’ Bugün ben de anayurdumdayım.” Antep üzerine yazdığı öykülerine neden Alleben Öyküleri adını verdiğini de bir soru üzerine şöyle açıklar: “Alleben Gaziantep’i boydan boya geçen bir derenin adı. Benim için Antep’in simgesi. Antep öyküleri yerine Alleben Öyküleri demeyi uygun buldum.”
2. “Artık nereye koşsam bu şehri taşıyacağım”
Ülkü Tamer on iki yaşında babası tarafından ortaokulu okuması için İstanbul’a gönderilir. Yaz tatillerinde Antep’e geldiğinde gösterilen bütün filmleri izler. Yola çıkmadan bir gün önce de anne ve babası onu sinemaya götürürler. Sinemadan çıkarken Antepli sinema sahibi Nakip Ali “Filmleri beğendin mi?” diye sorar. Ülkü beğendiğini, gelecek hafta oynatılacak filmin de çok güzel olduğunu, ancak İstanbul’a döneceğinden izleyemeyeceğini söyler. Ertesi sabah Nakip Ali kendisini çağırtır ve gelecek haftanın filmini özel bir seansla Ülkü Tamer’e izlettirir. Nakip Ali, onun sinema sevgisini en iyi anlayanlardandır.
3. “Hürlük vardı, verdiler onu, istemek için yeniden”
Ülkü Tamer çocukluğunda başlayan sinema tutkusunu şöyle açıklar: “Sinema bir görselliktir. Bende sinema çok etkilidir. Şiir yazarken bazı şeyleri neredeyse sinema gibi izlerim. Şiirle sinema bende atbaşı gelir. Hayatıma şiirden önce giren sinema oldu. Antep’te başka hiçbir şeyimiz yoktu. Bugünkü çocuklar gibi ne televizyon ne bilgisayar ne şu, ne bu… Bizim tek eğlencemiz sinemaydı. Biz sinemayla dünyaya açılıyorduk, yeni şeyler keşfediyorduk, yeni öyküler yaşıyorduk. Onun için ben daha ilkokula gitmeden sinema tiryakisi oldum ve müthiş bağlandım sinemaya.” (Röportaj: Mehmet Çakır, “Ülkü Tamer’le Şiirleri Üzerine”)
4. “Döşündeki mermi değil / Bu yalnızlık yorar seni”
Ülkü Tamer, Türkiye’nin ilk Sinematek’inin İstanbul’da değil, Antep’te açıldığını da söyler. Adı elbette sinematek değildir, çünkü o yıllarda bu ad bilinmez. Güzel filmler, sanat filmleri izlettirmek için Orhan Barlas’la birlikte Gaziantep Sinema Tiyatro Derneği’ni kurarlar. Kendilerini Faruk Kutlar ve Nakip Ali destekler. Nakip Ali hayırlı bir iş yaptıklarını söyleyerek sinemasını onlara açar. Derneğin ilk film gösterimi için tören yapılır, açılışta Milli Eğitim Müdürü konuşur. Ülkü Tamer içkili olan müdürün kentin tüm protokolü önünde yaptığı konuşmayı şöyle aktarır: “ ‘Sayın Vali, Sayın Vali’nin Hanımı, Sayın Savcı, Sayın Savcının Hanımı,’ diye söze başladı. Sonra ‘Bunlar bir dernek kurmuşlar. Film gösterip halkın kültür düzeyini yükselteceklermiş. İnsan sinemaya niçin gider? İnsan sinemaya baldır bacak görmek için gider,’ dedi, indi.”
5. “Anlamak için görmek, görmek için de dikkatli bakmak gerekir”
Herkesin donakaldığı bir anda Nakip Ali sahneye fırlayıp konuşur: “Ben,” dedi “bu bölgenin en eski sinemacısıyım. Tahsilim yok. Ama bildiğim bir şey var. İnsan sinemaya gider ve orada görmek istediğini görür. Kimileri sinemaya güzel şeyler görmek için giderler. Onlar güzel şeyler görürler. Kimileri de sinemaya baldır bacak görmeye giderler. Onlar da sadece baldır bacak görürler.”
6. “Acı çekmek ölmekten daha çok cesaret ister”
Yassıada duruşmaları başladığında radyo, o günkü duruşmayla ilgili haberlerin yer aldığı 15 dakikalık bir program sunmaktadır. Antep halkı da bu haberlere büyük ilgi göstermektedir. Haberlerle sinemanın başlayış saati çakıştığından halk haber dinlemeyi tercih eder ve sinema izleyicisi azalır. Ülkü Tamer ve Orhan Barlas buna güzel ve ilginç bir çözüm bulurlar. Sinemanın ses sistemini radyoya bağlayacak, haber saati geldiğinde filme ara verip duruşma özetlerini sinema salonunda yayımlayacaklardır. Bu arada sahneye konu ile ilgili görüntüler yansıtacaklardır. Bu konuda yıllar önce Antep’e gelen ve neredeyse Antepli olan bir Amerikalıdan, Mister Ayzli’den de yardım alırlar. Duruşma haberlerini yayımlayacaklarını ilan ettiklerinde gerçekten bekledikleri olur. Tüm biletler satılır. Ancak bir sürpriz yaşarlar. O günkü haber saati on beş dakikadan otuza dakikaya çıkarılır. Ellerindeki görüntüler yetersiz kalacaktır. Sorunu Ayzli çözer. Yeni fotoğraflar getirir. Haber ve fotoğraflar sorunsuz gösterilmeye başlanır. On beşinci dakikadan sonra perdede Kavaklık’a ait görüntüler yer alır: Yeşil çimenler içinde akan Alleben. Seyirci önce anlamaz ve “Yassıada güzel yermiş” diye birbirleriyle konuşurlar. Ancak bundan sonrası hoş bir sürpriz olur. Kebap yapan Antepli Şekerci Haksal perdede görünür.
7. “İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür”
Halkevleri, Cumhuriyetin yarattığı, tüm ülke için önem taşıyan büyük bir örgütlenme örneğidir. Bilim, kültür ve sanat alanında hem halkı aydınlatıp geliştiren hem bu alanlarda halkın özellikle öğrencilerin kendilerini gerçekleştirmelerine olanak sağlayan halkevleri Ülkü Tamer’in anılarında da yer alır. “Kiliseden bozma Halkevi’nin önüne gelince, Berber Halit’in özenerek düzelttiği kâkülümü bozdum. Halkevi’ni çevreleyen parmaklığın her demirine teker teker vurarak, her onuncu demire ikişer kere vurarak, ağır ağır yürüdüm. Ansızın biraz önce baktığım halde göremediğim iskeleyi fark ettim. O kadar büyüktü ki, Halkevi’nin bir yüzünü, bir yüzünün yarısının yarısını kaplıyordu. İşçiler vardı üstünde, savaştan kalma kurşun ve şarapnel izlerini çimentoyla sıvıyorlardı. Belki de beyaz bir badana çekerlerdi.”
8. “Bana çiçek gönderme / Bir kuş ağacı gönder”
“Yaşamım boyunca günlük tutmadım, not tutmadım. Eş-dost toplantılarında oradan buradan anılar anlatılır ya, benimkiler de öyle zamanlarda su yüzüne çıktı. Bu kitap bir yaşam öyküsü değil. Olsa olsa, yaşamımdan çizgiler. Belirli bir sıra gözetilmeden, kendiliğinden beliren renkler. İçinde ‘karakter tahlilleri’ yok. Ufacık olaylar var. Başkalarının yaşamlarını bilemem, ama benim yaşamımı böylesine ufacık olaylar belirledi. Hepsi bu kadar değil elbet. Alleben Anıları’yla başlamıştım, bu kitapla sürdürüyorum. Belki bunu başka yazılar, başka kitaplar izler. Yaşarsam. Hatırlarsam.” (Yaşamak Hatırlamaktır Kitabı)
9. “Kâğıdımız çaput bizim / Kefenimiz bulut bizim”
Robert Koleji bitirdikten sonra Hukuk Fakültesine kaydını yaptıran Ülkü Tamer o günleri şöyle anlatır: “1958 yılı güzü. Hukuk Fakültesi’ne gidiyordum. Daha doğrusu, Hukuk Fakültesi kantinine. Girdiğim ilk dersi on beş dakika kadar izledikten sonra aklım başıma gelmiş, kendi kendime, ‘Hukukçu olmayacaksan; burada ne işin var?’ diye sormuş, amfinin arka kapısından sıvışarak kapağı kantine atmıştım. Onat Kutlar ‘insan önce hukuk fakültesi kantininden mezun olur, sonra da hukuk fakültesinden mezun olur’ derdi. Ben de kantine devam edenler arasında yerimi almıştım.”
10. “Mesleğimiz umut bizim / Kuranlara selam olsun”
Bir başka anısında ise yayıncılığa başlamasını şöyle anlatır: “Cağaloğlu’nda Eser Han’da küçük bir oda tuttuk. Evlerden getirilen bir-iki eşyayla döşedik. Yazılar hazırlandı. Dizgiye verilecek. Toplam basım gideri 1500 lira. Ceplerde 50 lira ya var ya yok. Bir gün Edip (Cansever) geldi. Çıkarken yerdeki ufacık, eski püskü bir halıya ilişti gözü. ‘Bu iyi bir şeye benziyor,’ dedi. Kapalıçarşı’da ortağı Jak’la bir antikacı dükkânı vardı. Halı da satıyorlardı. ‘Jak’a söyleyeyim, gelip baksın,’ dedi. Yarım saat sonra Jak damladı, halıya baktı. ‘Siz bunun üstüne basıyor musunuz?’ diye sordu şaşkınlıkla. Halıyı katladı, aldı gitti. Biraz sonra da yardımcıları Hakkı geldi. Elinde 2 bin lira. Uzattı: ‘Halının parası’. Hayır, ilk sayının parası! Cemal (Süreya), ‘Halıya teşekkür ilânı koyalım dergiye,’ dedi.”
11. “Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci / Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci / Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten”
Hayatımın en büyük iltifatını beni hiç tanımayan, benim de hiç tanımadığım bir adamdan aldım. Yıllar önce Bodrum’da Hurşit, Pamili, ben, Yalıkahve’de oturmuş, politikadan söz ediyorduk. Hurşit’in bir tanıdığı geldi masamıza. Oturdu, sohbete katıldı. Bir politikacıyı eleştiriyordum. Adam: ‘Beyefendi siz bilmezsiniz ünlü bir söz vardır: Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten. O da öyle. Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten.’ Hurşit gülmeye başladı. ‘Sen o sözü nereden duydun?’ dedi adama. ‘Gazetede okudum,’ dedi adam. (Bunu Fethi Naci’nin, bir yazısına başlık yaptığını anlayacaktık sonradan.) ‘Allah iyiliğini versin,’ dedi Hurşit. ‘Tereciye tere satıyorsun. Yahu, o sözün yaratıcısı Ülkü’nün kendisi. Bir şiirinde var.’”
12. “Geceleyin gökyüzünden canım / Güneş topla benim için”
Hepimizin Zülfü Livaneli’nin sesinden dinleyip ezbere bildiğimiz “Güneş Topla Benim İçin” şarkısının hikayesi ise şöyle: Karacaoğlan’ın “çiçek topla”, Yunus Emre’nin de “selam olsun” dizelerinden yola çıkarak “Güneş Topla Benim İçinle Selam Olsun”u yazdım. İkisinin de ne Karacaoğlan’ın ne Yunus’un yazdıklarıyla ilgisi vardı. Olsun. Kitabımda bunları yayımlarken, birini Karacaoğlan’a, birini Yunus’a adadım. Boynumun borcu. Güneş Topla Benim İçin ilgiyle karşılandı. Theodorakis’in de katıldığı bir toplantıda şunları söyleyecekti Zülfü: “Herkes terziye bir insan götürür, ‘Bu insana bir elbise dik’ der. Biz Ülkü’ye bir elbise götürdük, ‘Bu elbiseye bir insan uydur,’ dedik.” Elbiseye insan uydurmak çileli işmiş gerçi, ama çile de keyfe dönüşebiliyormuş. Yeter ki elbise güzel olsun.