Zor ve tehlikeli anlar, insanları yalnızca fiziksel sınırlarını değil, aynı zamanda zihinsel dayanıklılıklarını da keşfetmeye zorlar. Ancak bazıları, bu tür anlarda yalnız olmadıklarını hissettiklerini söylüyor. Bu durum, “Üçüncü adam sendromu” olarak biliniyor ve insanlık tarihinin en korkutucu anlarında tekrar tekrar kendini gösteriyor. Ron DiFrancesco’nun hikayesi bu fenomene dair çarpıcı bir örnek. 11 Eylül 2001’de, Dünya Ticaret Merkezi’nin Güney Kulesi’nde mahsur kalan DiFrancesco, kaçış yolunu bulmak için diğer insanları takip etti. Ancak geri dönüp farklı bir rota aradığında, önünde bir ateş duvarı olduğunu fark etti ve bir çıkış yolu olmadığını düşündü. Bu, onun için kaçınılmaz bir son gibi görünüyordu. Tam bu sırada, karanlığın içinden bir ses duydu. Bu ses, ona “Ayağa kalk ve devam et,” diyordu. Korku ve çaresizlik içinde kalan DiFrancesco, bu sesi dinlemeye karar verdi. Beklenmedik bir şekilde, alevlerin arasından yürümeyi başardı ve binadan dışarı çıktı. Şaşırtıcı bir şekilde, Güney Kulesi çökmeden önce oradan canlı çıkabilen son kişi oydu. DiFrancesco, tehlike anında hissettiği bu rehberliği daha sonra açıklarken, bu deneyimin yalnızca ona özel olmadığını fark etti. Dünya genelinde benzer hikayelere sahip pek çok kişi bulunuyor. Bakalım üçüncü adam sendromu nedir, bu sendromu yaşayan insanlar neler anlatıyor?
Üçüncü adam sendromu nedir?
Üçüncü adam sendromu, genellikle aşırı tehlike anlarında ortaya çıkıyor. Bir kişi, fiziksel ya da zihinsel olarak tükenme noktasına geldiğinde, sanki görünmez bir varlık ona rehberlik ediyormuş gibi bir his yaşıyor. Bu “koruyucu” varlık, bir ses ya da hissiyat olarak algılanır ve genellikle kişinin sakin kalmasını sağlayarak onu güvenliğe yönlendirir.
Örneğin, dağcılardan mağara dalgıçlarına kadar birçok kişi, ölümle burun buruna geldikleri anlarda benzer bir deneyim yaşıyor. Dahası, bu fenomen bazen birden fazla kişi tarafından aynı anda hissediliyor. Bu da olayın yalnızca bireysel bir zihinsel tepki değil, daha derin ve gizemli bir şey olabileceğini düşündürüyor.
Üçüncü adam sendromunun kaynağı hakkında kesin bir bilgi yok. Bazıları, bu durumu manevi ya da dini bir fenomen olarak görürken, diğerleri bunun tamamen bilimsel bir açıklaması olabileceğini düşünüyor.
John Geiger, 2008 yılında yazdığı Üçüncü Adam Faktörü: İmkansızı Atlatmak adlı kitabında, bu olayın yüksek stres altında salgılanan adrenalin gibi kimyasal bir reaksiyondan kaynaklanabileceğini öne sürüyor. Bununla birlikte, birçok kişi bu deneyimi ilahi bir yardım ya da koruyucu melek olarak tanımlıyor.
Üçüncü adam sendromu yaşadığını iddia eden kişiler ve hikayeleri
Bu ilginç fenomenin ne olduğunu öğrendiğimize göre insanların deneyimlerini incelemeye geçebiliriz. İşte tehlikeli anlarda yanlarında bir varlık hisseden kişiler ve yaşadıkları olaylar…
1. Ernest Shackleton
Mayıs 1916’da, ünlü Antarktika kâşifi Ernest Shackleton, imkansız gibi görünen bir göreve girişti. Gemisi Endurance, buz kütleleri tarafından sıkıştırılmış ve mürettebatının çoğu Elephant Island’da mahsur kalmıştı. Shackleton, iki mürettebat arkadaşıyla birlikte, Stromness’teki bir balina avlama istasyonunda yardım aramak için zorlu bir yolculuğa çıktı. Ancak, bu yolculuk sadece fiziksel bir mücadele değil, aynı zamanda gizemli bir deneyimle de tarihe geçti.
Shackleton, South adlı kitabında, bu tehlikeli geçiş sırasında tuhaf bir his yaşadığını yazdı:
“Güney Georgia’nın bilinmeyen dağları ve buzulları boyunca 36 saatlik yürüyüşümüz sırasında, çoğu zaman üç kişi değil dört kişi olduğumuzu hissettim.”
Bu garip his, sadece Shackleton’a özgü değildi. Yanındaki yol arkadaşları Tom Crean ve Frank Worsley de benzer bir deneyim yaşadıklarını dile getirdiler. Worsley, Royal Scottish Geographical Society’ye yazdığı bir mektupta, bu hisse dair şunları söyledi:
“O geçiş sırasında, her şeyi tekrar tekrar düşündüğümde, hepimizin bilinçaltında bir dördüncü kişinin varlığına dair bir his vardı. Bunu asla açıklayamadım.”
Crean bu konudaki düşüncelerini yazılı olarak ifade etmemiş olsa da, arkadaşlarının da üçüncü adam sendromu hislerini paylaştığı biliniyor.
2. Frank Smythe
1933 yılında İngiliz dağcı Frank Smythe, Everest Dağı’na tırmanmaya karar verdi. Bu zorlu yolculukta, fiziksel ve zihinsel dayanıklılığını sınadığı sırada, akıl almaz bir deneyim yaşadı.
Smythe, bu yolculuğa yalnız başlamamıştı; ancak Everest’in sert hava koşulları ekibini geride bıraktı. Smythe tek başına tırmanmaya devam etti. Yalnızlığına rağmen, güçlü bir şekilde bir başkasının varlığını hissetmeye başladı. Öyle ki, bir noktada bu “hayali arkadaşı” için atıştırmalık paylaşmayı bile düşündü.
Smythe, zirveye ulaşmayı başaramadı ancak yaşadığı bu tuhaf deneyimden sağ kurtuldu. Daha sonra kaleme aldığı yazılarında, hissettiği bu varlığa dair şunları söyledi:
“Her tırmanış anında, bana eşlik eden ikinci bir kişinin varlığını hissettim. Bu his o kadar güçlüydü ki, normalde hissedeceğim tüm yalnızlık tamamen kayboldu.”
3. Reinhold Messner
Efsanevi İtalyan dağcı Reinhold Messner, üçüncü adam sendromu deneyimini yaşayan isimlerden biri. 1970 yılında, kardeşi Günther ile Himalayalar’daki Nanga Parbat’a zorlu bir tırmanış gerçekleştirdi. Zirveye ulaşmayı başardılar, ancak iniş sırasında hayatları tehlikeye girdi. O sırada Messner, yanlarında onlara yardım eden garip bir varlık hissettiğini anlattı.
Messner, 2011 yılında yayımlanan Çıplak Dağ kitabında bu deneyimi şöyle tarif ediyor:
“Buz sertliğinde, kramponlarımız sadece birkaç milimetre tutunabiliyordu. Tüm ağırlığımız buz baltalarımıza ve kramponlarımıza yüklenmişti. İşte o anda, birdenbire yanımda üçüncü bir tırmanıcı belirdi. Bu varlık, sağımda ve birkaç adım uzağımda, görüş alanımın hemen dışında bir mesafede ilerliyordu. Onu göremiyordum ama varlığını hissediyordum. Kanıta ihtiyacım yoktu; onun orada olduğundan emindim.”
Bu ‘üçüncü adam’, mucizevi bir koruyucu melek gibi görünse de, Messner’in hikayesi trajik bir sona sahip. Kardeşi Günther, iniş sırasında hayatını kaybetti. Messner ise yıllar sonra bu olayı farklı bir şekilde yorumladı:
“Anladım ki bu üçüncü adam, varoluşun farklı bir düzleminde beni izleyen bendim.”
İlginizi çekebilir:
4. Joe Simpson
Bir başka ünlü dağcı olan Joe Simpson da 1985 yılında benzer bir deneyim yaşadı. Partneri Simon Yates ile birlikte Peru’daki Siula Grande’nin batı yüzüne ilk tırmanışı gerçekleştiren Simpson, zirveye ulaşmayı başardı. Ancak iniş sırasında bir düşüş sonucu bacağını kırdı. Simon, Simpson’a yardım etmeye çalıştı ancak başaramayınca, hayatını kurtarmak için onları birleştiren ipi kesmek zorunda kaldı. Bu olay Simpson’ı ölümle burun buruna bıraktı.
Simpson, bu yalnız ve zorlu süreçte, kendisine rehberlik eden güçlü bir ses duyduğunu yazdı. Touching the Void kitabında bu sesi şöyle anlatıyor:
“Ses net, keskin ve buyurgandı. Söylediği her şey doğruydu. Onu dinledim ve söylediklerini harfiyen uyguladım. Buzullara ulaşmam gerektiğini söyledi. Nasıl yapacağımı bile tarif etti. Bu sese uyduğum sürece hayatta kalacağımı hissettim.”
Simpson, bu sesin yönlendirmesiyle inanılmaz bir mücadele verdi ve on bir gün sonra kurtarıldı. Yaşadığı deneyim, insan sınırlarının ötesinde bir dayanıklılık hikayesi olarak kayıtlara geçti.
5. Stephanie Schwabe
Stephanie Schwabe, Kentucky Üniversitesi’nde jeolog olarak çalışıyordu ve deneyimli bir mağara dalgıcıydı. Ancak onun üçüncü adam fenomeniyle tanışması, bir dağın zirvesinde değil, Bahamalar’daki Mermaid’s Lair adlı su altı mağarasının karanlık derinliklerinde gerçekleşti.
1997’de Schwabe, hayli duygusal bir dalışa hazırlandı. Üç hafta önce, kocası ve dalış partneri Rob Palmer, bir dalış sırasında hayatını kaybetmişti. Bu mağara, onların sıkça birlikte daldıkları özel bir yerdi. Ancak bu sefer Schwabe tek başına tortu örnekleri toplamak için mağaraya giriyordu.
Dalış sırasında her şey planladığı gibi ilerliyordu. Ancak örnekleri topladıktan sonra fark ettiği bir şey, tüm planını altüst etti: Kılavuz ipini kaybetmişti. Bu ip, mağara dalgıçlarının su altındaki karmaşık yolları bulmasını sağlıyordu ve çok önemliydi. Onsuz, Schwabe karanlıkta kapana kısılmış durumdaydı. Üstelik sadece 20 dakikalık oksijeni kalmıştı.
John Geiger’ın The Third Man Factor: Surviving the Impossible kitabına göre, Schwabe bu kritik anda öfke, korku ve kederin pençesindeydi. Tam bu sırada, bir sıcaklık hissettiğini ve çevresinin parlaklaştığını fark etti. Daha da ilginci, mağarada yalnız olmadığını hissetti. Yanında kocası vardı.
Schwabe, Rob’un hayattayken sık sık söylediği bir sözü duydu: “Unutma, yapabileceğine inanırsan yaparsın. Yapamayacağına inanırsan, yine haklı çıkarsın.”
Bu cesaret verici sözlerle, Schwabe umutsuzca etrafına baktı ve kaybolan kılavuz ipini buldu. İpi gördüğü anda, Rob’un varlığı kaybolmuştu. Schwabe bu rehberlik sayesinde mağaradan güvenle çıkmayı başardı ve hayatını kurtaran kişinin kocası olduğuna tüm kalbiyle inanıyordu.
6. Ron DiFrancesco
11 Eylül 2001, Ron DiFrancesco için sıradan bir iş günü olarak başlamıştı. Manhattan’daki Dünya Ticaret Merkezi’nin Güney Kulesi’nde, 84. kattaki ofisine gitmek üzereyken, hayatının en büyük sınavıyla karşılaşacağını bilmiyordu.
Sabah saat 08:46’da, American Airlines’ın 11 numaralı uçuşu, Kuzey Kulesi’ne çarptı. İlk başta DiFrancesco sakinliğini korudu. Vurulan kule kendi binası değildi ve anonslar, binayı tahliye etmenin gerekli olmadığını söylüyordu. Ancak bir arkadaşıyla yaptığı telefon görüşmesinden sonra, DiFrancesco binayı terk etmeye karar verdi. Bu kararı vermesinden dakikalar sonra, saat 09:03’te, United Airlines’ın 175 numaralı uçuşu, Güney Kulesi’ne çarptı. DiFrancesco ve diğer çalışanlar, binadan çıkmak için A Merdiveni’ni kullanmaya çalıştılar. Ancak yoğun duman ve alevler, kaçışlarını imkansız hale getiriyordu. Bazıları çatıya doğru gitmeye çalıştı. DiFrancesco ise geri dönerek aşağı inmeyi denemeye karar verdi.
Kaos ve engeller arasında sıkışıp kalmışken, DiFrancesco birden bir ses duydu: “Kalk!” Bu ses ona cesaret vermekle kalmadı; aynı zamanda yönlendirdi. Her ne kadar çevresinde kimse olmasa da, bir varlık tarafından fiziksel olarak desteklendiğini hissediyordu.
DiFrancesco, Geiger’a verdiği röportajda bu sesi ve yönlendirmeyi şöyle anlattı: “Birileri beni yönlendirdi. Sanki elimi tutan biri yoktu ama kesinlikle bir varlık beni doğru yöne çekiyordu.”
Bu rehberlik sayesinde DiFrancesco, alevlerin ve dumanın içinden geçerek 76. kata ulaşmayı başardı. Tam o anda ses kayboldu. Ancak bu rehberlik, onun binadan sağ çıkmasını sağlamıştı. Güney Kulesi çökmek üzereyken dışarı çıkmayı başaran son kişi Ron DiFrancesco oldu.
İlginizi çekebilir:
Plasebonun Tam Tersi! Nosebo Etkisi Hakkında Bilmeniz Gerekenler
7. Genelle Guzman-McMillan
Genelle Guzman-McMillan, 11 Eylül 2001 saldırılarında hayatta kalanlardan biriydi. O gün, Kuzey Kulesi’nin 64. katında çalışıyordu. İlk uçak kuleye çarptığında, binayı hemen terk etmekte tereddüt etti; çünkü Trinidad asıllı bir göçmendi ve vizesiyle ilgili sorun yaşama korkusu vardı. Ancak durum ciddileşince, bir meslektaşıyla binadan çıkmaya karar verdi.
13. kata geldiklerinde, Kuzey Kulesi çöktü. Guzman-McMillan, tam 27 saat boyunca enkaz altında mahsur kaldı. Acı içinde kurtarılmayı beklerken sürekli dua ediyordu. Derken, “Seni yakaladım, Genelle. Benim adım Paul ve her şey iyi olacak,” diyen bir ses duydu. Kurtarıldığında, o gün enkazdan sağ çıkan son kişi olmuştu. Paul’un kim olduğu asla kesinleşmedi. Bazıları bunun bir melek olduğuna inanırken, bazıları gerçek bir kurtarıcı olabileceğini düşündü. 2011 yılında bir itfaiyeci olan Paul Somin, kendisinin o kişi olduğunu iddia etti. Ancak Guzman-McMillan emin değildi: “Paul benim meleğimdi. Bu, dualarımın bir mucizesiydi,” dedi.
8. Ann Bancroft
Üçüncü adam sendromu yaşadığını iddia eden son isim Ann Bancroft! 2000-2001 yıllarında Ann Bancroft ve Liv Arnesen, Antarktika’yı kayakla geçen ilk kadınlar oldu. Bu zorlu yolculuk, onları fiziksel ve zihinsel sınırlarına kadar zorladı. Bancroft, yolculuklarının bir noktasında başka bir varlığın kendisine eşlik ettiğini hissetti. “Uzun süre beyaz bir boşlukta olduğunuzda, duyularınız bir çeşit yoksunluk yaşıyor. Ama aynı zamanda sanki başka bir güç, başka bir ruh sizinleymiş gibi hissediyorsunuz,” diye açıkladı.