Cinsiyet eşitsizliği bireylerin cinsiyetlerine göre maruz kaldıkları eşit kabul edilmeyen davranışlar, tutumlar ve algıları anlatmak için kullanılan bir kavram. Bu kavram iki cins arasında günlük yaşamın birçok alanında karşılaşılabilen eşitsizlikleri yansıtabiliyor. Cinsiyet eşitsizliği aynı zamanda toplumsal olarak kabul edilmiş ayrıcalıklardan da kaynaklanıyor. Cinsiyet bazlı ayrımcılık ülkemizde aslında sürekli görülen, duyulan ya da karşılaşılan bir durum haline geldi. Peki Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği neden var? Cinsiyet eşitsizliğinin temelinde genetik özellikler mi bulunuyor yoksa bu toplum tarafından biçilmiş rollerle mi ilişkilendirilmeli? Merak edilenleri sizin için yanıtladık.
Cinsiyet eşitsizliği nedir?
Bu soruyu yanıtlamadan önce cinsiyet kavramını açıklamak isteriz. Atanmış cinsiyet kavramı olarak tanımlanan cinsiyet (sex) kelimesi; bireylerin doğuştan sahip olduğu biyolojik, genetik ve fizyolojik özellikleri nedeniyle kadın, erkek ya da interseks olarak isimlendirilmesini kapsıyor. Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı ise bireylere toplum tarafından dayatılan rolleri, davranışları ve sorumlulukları tanımlıyor. Seçilen bu rollerde kültürün etkisi de göz ardı edilmiyor. Toplum tarafından cinsiyete atfedilen her rol, kültürden kültüre değişiklik gösterebiliyor. Aynı zamanda toplum yapısında meydana gelen köklü değişiklikler de bu rollere şekil verebiliyor. Bu roller kadın, erkek ve interseks bireylerin sosyal yaşam içindeki etki ve katılımlarını ciddi oranda etkiliyor. Maalesef cinsiyet bazlı ayrımcılık hikayesi de tam burada başlıyor.
Türkiye’de cinsiyet eşitsizliğine dair yaşanan sorunlar neler?
Tanımlamış olduğumuz toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramı ne yazık ki ülkemizde de bazı sorunlara yol açıyor. Gündelik yaşamın birçok alanında eşitsizliklere sebep olan toplumsal cinsiyet kalıpları bireye ciddi şekilde engeller oluşturabiliyor. Bu engeller gerek iş ortamı gerek aile yaşamı gerekse bireyin eğitim hayatında kendini gösteriyor. Birey dünyaya geldiği ilk andan bu yana sürekli toplumsal bir fikrin ya da kabul edilmiş bir kalıbın etrafında bilinçli ya da bilinçsiz şekilde yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Bu eşitsizlik farkında olmadan çok daha küçük yaşlarda başlıyor. Kız ve erkek çocuklara atanan roller, özellikle Türk toplumunda kız çocuklara nazaran erkek çocuklara karşı aşırı övgü ve destek davranışları cinsiyet eşitsizliğine kapı açıyor.
Gelenekler bir toplum için oldukça önemli kabul edilir. Ancak iki farklı cinsiyet arasında eşitsizliğine yol açan bir gelenek bulunuyorsa bunun tekrar gözden geçirilmesi daha sağlıklı bir toplum gelişimine katkı sağlayacaktır. Bu noktada ebeveynlerin rolü de oldukça önemlidir. Toplumlarda cinsiyete atfedilen rollerin öğrenilmesi küçük yaşlarda başlar. Yaş ilerledikçe ve toplumla etkileşim oranı arttıkça roller daha da belirgin hale gelir.
Ülkemizde ve diğer toplumlarda eşitsizliklerin ortadan kalkması için öncelikle toplum tarafından cinsiyet odaklı atanan rollerin eşitlik ilkesine uygun olup olmadığı tartışılmalıdır. Dünya genelinde ve ülkemizde cinsiyetlere atfedilmiş roller kültür farklılıklarına nazaran ortak paydada buluşabiliyor. Cinsiyetlere atanmış birçok keskin alt metne sahip rol bulunuyor. Mesela kadınlar genel olarak pasif, güçsüz ve duygusal olarak tanımlanırken erkekler cesur, güçlü ve lider olarak kategorilendirilebiliyor. Tüm bu tanımlamalar göz önünde bulundurulduğunda toplumlarda ciddi bir cinsiyet eşitsizliği göze çarpıyor. Sadece cinsiyet farklılığından yola çıkarak bireylere bambaşka sıfatların yüklenmesi ötekileştirmenin ve ayrımcılığın ne denli ciddi bir boyutta olduğunu ortaya koyuyor.
Bu sorunların çözülebilmesi için nasıl bir yol izlenmeli?
Toplumlarda bireylere atfedilen cinsiyet bazlı eşitsizliklerin çözümünde nasıl bir yol izlenmesi gerektiği de oldukça önemli. Bireyin cinsiyeti her ne olursa olsun cinsiyete dayalı ayrımcılıklardan uzak durması ve bilinçli hareket etmesi de bu noktada değer taşıyor. Ülkemizde de cinsiyet ayrımcılığına neden olan birçok faktör bulunuyor. Kadına şiddet konusu da bu noktada oldukça hassas ve travmatik noktalardan biri. Neredeyse her yeni gün kıskançlık, “namus” ve boşanma gibi “gerekçelerle” kadınlar öldürülüyor. Bu durum eşitsizliğin boyutlarını da göz önüne seriyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sadece bilinen bir kavram olmamalı aynı zamanda tartışılan, çözüm üretilen ve cinsiyet eşitliğinin sağlanabileceği durumlara bağlanmaya çalışılmalı. Bu eşitsizliği engellemenin en önemli yollarından biri de farklı cinsiyetlere sahip bireylerin kişisel maddi özgürlüklerini sağlıyor olmasıdır. Çünkü ekonomik nedenler de cinsiyet eşitsizliği üzerinde ciddi bir baskı sağlıyor.
Eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın bir diğer yolu da, insan hakları, kadın hakları, cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi konularda, bunu sağlamak için bir araya gelen kurumlar ve sivil toplum kuruluşları ile beraber hareket etmek. Bunun yanında çekinmeden cinsellik hakkında konuşabilmek ve tartışabilmek. Özellikle toplumuzda tabu haline gelen cinsellik konusunun rahatlıkla konuşulup, bilgi akışının olduğu bir ortam oluşturabilmek, eşitsizliğin önlenmesi adına oldukça kıymetli. İş hayatı noktasında da eşitsizliklere bilinçli yaklaşabilmek ve nedeni her ne olursa olsun bireylerin eşit imkanlarla karşılaşabilmesine olanak sağlamak. Evet toplumsal cinsiyet rollerine dair çoğu gereklilik kültürden ve geçmişten geliyor. Ancak her anlamda eşit bir toplum, eşit değerler bir ütopya kabul edilmemeli. Bu gaye hep birlikte daha bilinçli ve kararlı bir şekilde ilerleyerek başarılabilir. Dolayısıyla bu noktada görev herkese düşüyor. Toplumsal cinsiyet rollerini dengelemek ve bu doğrultuda bireysel olarak yapıcı aksiyonlar almak bu süreçte oldukça kıymetli.