Toplum olarak dile getirip sonuçlandırmamak, huyumuzda var. Bu huyumuzun en önemli örneklerinden bir tanesi, başta İstanbul olmak üzere, Türkiye genelinde taksiyle seyahat etmek ve doğal olarak taksicilerle yaşadığımız diyaloglar. Bu soruna bir türlü çözüm bulunamamasının sebebi ise, sadece taksiye bindiğimiz vakitlerde, bu kara tabloyla karşı karşıya kalmamız. E huyumuzda var dedik, dile getirip sonuçlandırmamak…
Sevgili ListeList okurlarına notumuzdur, kesinlikle işini layıkıyla yapan taksici abilerimizden bahsetmiyoruz. Burada sadece var olan tablo ortaya koyuldu. Birçok kez İstanbul beyefendisi -ki öyle olmasına gerek yok, insan gibi davranması yeter- 8 dil bilen, edep adap sahibi insanların arabasına da binildi.
Aşağıdaki olayların hepsi bizzat tarafımdan yaşanmış şeylerdir. Ve eminiz ki “en az” bir tanesine, siz de denk gelmişsinizdir. Gelin, İstanbul veya Türkiye’de herhangi bir taksiye bindiğinizde başınıza neler gelebileceğine hep beraber bakalım.
Gideceğiniz yeri “pencereye eğilerek” söylemek zorundasınızdır.
Evet “eğilerek”, arabanın içinde değil. Hani nedir bunun adabı? Binersin ve söylersin. Yok ama öyle değil, böyle tırıs tırıs eğilirsin… Götüm götüm. Ve taksici abimizin cebinden parasını ister gibi bir ricada bulunursun: “Osmanbey’e gidiyor musunuz?”. Çünkü onun işi seni gideceğin yere kadar götürmek değildir. Çünkü sen para vermiyorsundur. Onun olayı başka bir şey, orayı fazla kurcalama.
Trafik kapalı diye sınırsız sinir harbi ve edebiyat dinlersiniz.
Sanırım trafiği kapatan bizleriz. Yoksa bunun başka bir açıklaması olamaz. Ya silah dayamışsındır kafasına bu yoldan gideceksin diye ya da trafiği kapatan sen ve senin ekibin kendi aranızda konuşmuş olmalısınız.
Evet tipik bir taksici nidası dinliyoruz:
“Trafiğe soktun beni abla!”
“Abi sen in şuradan metroya bin…”
“Aracı durağa götürmem lazım.”
….
Ve malum trafiği yok etmek için gidilen alternatif yollarla beraber cebinizden birer birer kaybolan “paracıklar”. Ya da taksimetrenin kenarına da sıkışmış olabilir siz en iyisi oraya bakın. ?
Zorunlu olarak kısa mesafe aldıklarında hız ve türevleriyle tehdit edilirsiniz.
Hey sen yolcu! Çetenin en ağır suçunu işledin. Yaptığın diğer hatalar bir şekilde affedilebilirdi ama bunu yapmayacaktın. Penceresine eğilip o gideceğin beş para etmez mesafeyi söylemedin. Şimdi koltuğun altından çıkacak levyeye ve ne pahasına olursa olsun yapılacak hıza razı olmalısın. Daha fazlasını mı istiyorsun? Aşağı gel.
En küçük bir tartışmada en fazla taksicinin olduğu yere çekilirsiniz.
Ne demişler: “Birlik ve beraberlikte kuvvet, ayrılıkta, sıkıntı ve felaket vardır.” Ne de olsa biz taksicilerin sıkıntı ve felaketiyiz.
Sizin iş de zor be abi: “Alkol, hap ve ot kullanımı…”
Kaynak
“Zaman geçmiyor be abi ondan dolayı kullanıyorum”, “İki tane attım mı benden iyisi yok…” “İki bira parası versen yeter…”. Tanıdık geldi mi?
“-Kadıköy lütfen, – Nerden gidelim abla?”
Sakin ol yolcu. Elindeki ücreti yavaşça taksiciye bırak. Kimsenin zarar görmesini istemezsin. Hem sen değil miydin “İstanbul’da yaşıyoruz ama hiç gezemiyoruz” diyen. İşte sana fırsat. Buyur tadını çıkar.
Yok yere alınan o ücretler: Köprü ücreti, bagaj ücreti…
Kesinlikle yasal olmayan bir başka durum daha. Havaalanı’ndan dönen arkadaşlar? Karşıya geçenler? Burda mıyız? Eğleniyor muyuz?
Seçiçi geçirgenlik: -Nereye abi? -Yok abi ben karşı tarafın taksisiyim.
Ya da çok istiyorsan gel; ben bilmem buraları bana bir tarif et sen…
Fazla ücret verildiğinde atılan trip.
Siz buna hiç denk geldiniz mi? Gideceğiniz yer az tuttu diye daha fazla verip “Aman hakkı bende kalmasın, helal olsun” diyerekten verdiğiniz o para için trip yediniz mi?
”Bir dakika şöyle arabanın her yerine bakayım da, bozuk para arıyor zannetsin”
ABİ VALLAHA BOZUK PARA YOK YA!
Ve dahası…
Yağmur yağdığı için insan almayanı mı dersin, “Fiş yazar mısın?” deyince trip atanı mı dersin, fobisi kısa mesafe gitmek olanı mı dersin, hobi olarak gece tarifi açanı mı dersin, siyasi muhabbet yapmak için şekilden şekile gireni mi dersin, cep telefonunu unutunca getirmek için telefon kadar fiyat çekeni mi dersin, para üstünü vermeyen mi dersin… Harbiden abi ne dersin?
Peki bu durumda ne yapabiliyoruz? Ne yapmalıyız?
Aslında yapabildiğimiz pek bir şey yok. Eğer yapabilseydik zaten bu yazıyı yazmazdık. Ama şunları hatırlamakta fayda var: Öncelikle bu adamların işi bizi taşımak değil mi? Taksiye bindiğimiz zaman neden kendimizi rahatsız hissediyoruz? Bozuk paramız yok diye niye geriliyoruz? Yasal olarak biz haklı değil miyiz? Bu insanlar bu işe başlarken yasaları bilmiyorlar mı? Bu insanlar başka işlerde para kazanamazlar mı? Artık bu ÇETEleşmeye dur demenin zamanı gelmedi mi?
Şimdi tabii ki bazı okuyucularımız şu şu uygulamaları kullanıyorum tadında geri dönüşler yapacaktır. Kesinlikle haklısınız; yaşanılanları bir nebze olsun azaltıyor. Ama yine de bir yere kadar engelleyebiliyor, yine oldukça açık kısımlar var. Ama en azından yasal haklarımızı bilmemiz biraz daha söz sahibi olmamıza yarayabilir. Sizler için şuraya o güzel gözleriniz yorulmasın diye “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ticari Taksi ve Dolmuş Yönergesi”den birkaç madde koyduk. (Bu arada tüm illerin yönergeleri aşağı yukarı aynı.)
Gelin öne çıkan birkaç maddeye beraber bakalım:
İnsanlık bonusu: Atatürk Havaalanı patlaması ve Nice patlaması sonrası taksiciler…
Bonus gibi bonus: “Ankara’dan bir örnek taksici: Necdet Erkan.”
Taksisine binen yolcuları evlerinde hissettiren bir isim. Yolculuğunuz Necdet Bey tarafından ikram edilen şekerle başlıyor ve hemen arkasından kolonya tutuluyor. Arabasında hergün bir buket çiçek bulunuyor. Ve çocuklar için su tabancası ve güneş gözlüğü bile var. Arka koltuklarda plazma ekran değil ama ince ruhun yansıması aynalar asılı. Necdet Bey arabasının arka koltuğunda müşterileri için bir hatıra defteri bile bulunduruyor. Ne diyelim, her taksici Necdet Erkan gibi olsun demiyoruz da işte… Siz anladınız bizim derdimizi.
İYİ YOLCULUKLAR!