Konuşma ya da yazı içeriklerinde kullanım yoğunluğuna göre öne çıkan kelimelerin bir grafik uygulamayla derlenmesine kelime bulutu deniyor. Karşınıza çıkmıştır, en çok kullanılan kelime en büyük, diğerleri de kullanım miktarına göre daha küçük ve farklı renklerde bir bulut içine yerleştiriliyor. İçeriğin ne ile alâkalı olduğu, konuya girdiğinizde ne ile karşılaşacağınıza dair faydalı bir uygulama.
Mesela şöyle bişey
Ülkenin son 10 seneki halini bir kelime bulutunun içine koysak ortaya ne çıkar dedik. 10 sene boyunca hatta son 15 sene hayatımızı belirleyen, attığımız her adımı takip eden, bazen ensemizden kulağımıza üflenen bazen suratımıza tükürükler saçarak haykırılan, parmak sallayarak, dürtükleyerek, itekleyerek, tekmeleyerek, hatta öldürürek söylenen, sürekli duymak zorunda kaldığımız, günlük hayatımızın parçası olan kelimeleri seçtik. Aslında seçmedik, soluk aldığımız havada, burnumuzun ucunda, dönüp baktığımız her köşede bu kelimeler salınıyordu. İşte son 10 -15 senemizin özeti kelimeler.
Eaaay!
Hitabet olarak bir ünlemin günlük hayatın içine bu kadar girmesinden bile ne kadar gergin, bağırmalı çağırmalı yaşamlarımız olduğunu anlayabiliriz. Bir konuşmanın içinde ne kadar ünlem varsa o kadar huzur yok. Her hitaba “EAAAY !” diye haykırarak başlayan kişilerin hitabeti kuvvetli diye nitelendirilmesi de ayrı bir tuhaflık. Ülkede hakim hale gelen “ne kadar bağırırsan o kadar haklısın” kalıbının en iyi örneği sanıyoruz ki bu “EAAAY” ünlemi. Futbol dünyasının en büyük trolü Ahmet Çakar’ın lügata soktuğu bu ünlemin siyaset dilimizin merkezine oturması da iki alanın nitelik olarak birbirlerine ne kadar yakın olduklarının kanıtı gibi.
Bakın çok enteresan
Fransızca “intéressant” (ilgi çekici) kelimesinden dilimize girmiş bu kelime aslında kökü itibariyle son derece “Monşer” bir kalıba karşılık geliyor. Nedense ülkemizde açıklanamayacak kadar saçma olayların savunulmasından önce kullanılmaya başlandı. Genellikle “Bakın şimdi çok enteresan” ya da “Şimdi bakın şimdi çok enteresan” şeklinde kullanılıyor ve arkasında hiç de enteresan olmayan hatta ülke gündemi içinde son derece sıradan sayılabilecek şeyler sıralanıyor. Yaşanılan durumun saçmalığını örtmek için kitleleri gaza getirmek için sıklıkla kullanılıyor.
Hocaefendi
Devletin adalet, emniyet, eğitim gibi en kritik kurumlarını dini bir cemaatin kollarına teslim ederek ülkeyi 10 yıl boyunca bu cemaat ile birlikte kol kola yönetenlerin bu cemaatin liderini adeta bürokrasinin başı olarak kabul etikleri dönemlerden kalan bir kelime. Her türlü insan hakkı ihlali, rant ve torpil işinin elele gönül gönüle halledildiği dönemlerden kalma saygı, sevgi içeren bir rütbe. Hocaefendi denilen bir imamın koca ülkeyi yönlendirdiği bir vizyon.
Paralel
Devletin adalet, emniyet, eğitim gibi en kritik kurumlarını dini bir cemaatin kollarına teslim ederek ülkeyi 10 yıl boyunca bu cemaat ile birlikte kol kola yönetenlerin bu cemaatin liderini adeta bürokrasinin başı olarak kabul ettikleri dönemden sonra yaşadıkları çıkar çatışmasının ardından saygı, sevgi içeren hocaefendi rütbesini çevirdikleri yeni kelime. Paralel deyince insanın aklına ister istemez o seçim şarkısı geliyor: Aynı yoldan geçmişiz biz, aynı sudan içmişiz biz, yazımız bir, kışımız bir, aynı dağın yeliyiz biz.
Vesayet
Hadi be, Ciddi olamazsın!
Aslında ülkenin rejimini içine sindirememe durumunu özetleyen bu kelime, son yıllarda sıkça karşılaştığımız -ne kadar tekrarlarsak o kadar gerçek sanılır- temeline dayanan bir tanıma dönüştü. Cumhuriyet dönemi kazanımlarını tümden görmezden gelen ve son 15 yıla kadar olan ara dönemi bir zulüm olarak niteleyen vesayet kelimesinin ardında aslında bugünün “zihniyetini” besleyen iktidarlardan başka bir şey yok. Ecevit’in toplam 3 koalisyon hükümeti hariç (onlar da sağ iktidarlarla) ülkenin son 65 yılını gasp edenlerin, vesayet kelimesini sahiplenenlerin el aldığı partiler olduğunu görmek için bir iki tık Google araması yapmak yeterli. Ama çok vesayet, üff vesayet çogh acayip, vesayete yükseldim adeta demek daha tatlı geliyor.
Toma
Tomalar İzrayil malıymış desek yerler mi
İçişleri Bakanlığının canı sıkıldıkça kapsamını genişlettiği “Toplumsal Olaylara Müdahale Esasları” denilen genelgeler var. Yanlış hatırlamıyorsak en son gezi zamanı “parktaki iş makinaları zarar gördü mü ıcıbaa” diyerek inşaat şirketi sahibini telefonla arayan içişleri bakanı tarafından değiştirilmişti. Aynı devletlu içişleri bakanı sonradan hırsızlık ve rüşvet operasyonunun “mağdurları” arasına girmişti. İşte bu toplumsal olaylara müdahale esasları denilen genelgelerin, kağıtların vs. içeriğine çok takılmamak gerekir. Bu esasları uygulayan gerece ülkemizde kısaca Toma: Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı deniyor.
CEHAPE
Ülkedeki bütün kötülüklerin anası. Bir muhalefet partisi olarak bu kadar çok şeyden aynı anda sorumlu olabilmek gerçekten çok fantastik hatta “bakın çok enteresan” bir durum. Öyle bir kötü ki adeta Miyazaki filminde sırasını bekleyen gaddar bir üç harfli, Kuzuların Sessizliği’nde kafesinde gardiyanı yerken Bach dinleyen bir Hannibal Lecter, hakeme itiraz eden bir Emre Belözoğlu. Öcü.
Yasak
Memleketimizde dev özgürlük rüzgarları eserken nasıl oluyor da dünyanın en çok tutuklu gazeteci barındıran ülkeleri listesine kafadan giriyoruz anlamak mümkün değil. İlk 10’u sürekli zorluyoruz. Örneğin geçen sene listeye 10. olarak girdik. Bizi kimler mi geçti: Çin, İran, Eritre, Etiyopya, Vietnam, Mısır, Suriye, Burma ve dost ve kardeş ülke Azerbaycan. Ardından biz geliyoruz. Açıklaması basit: Gazetecilik faaliyetinden içeride değiller. Ülkemiz gazetecilerini anlamak mümkün değil, adeta hepsi birer manyak gibi gazeteci oldukları halde gazetecilik dışı faaliyetlere bulunuyorlar.
Bunlaağr
Bunlar sapık, bunların cibilliyeti bozuk, bunlar çapulcu, bunlar o, bu, şu…
Bunlar dediğinizde haliyle bunları “diğerlerinden” ayırmış oluyorsunuz. Sürekli duyduğumuz BUNLAAAR haykırışı aslında çok tatlı bir ayrımcılık ayarı. Sadece bir kişinin isteğinin tersine bir düşünceniz varsa artık siz de BUNNLAAR arasındasınız. Ne olduğunuz önemli değil, muhtemelen bölücüsünüzdür, paralel, ahlaksız, hatta hayvan sever olmanız bile onlardan değil bunlardan olmanız anlamına gelebilir.
Saray
İstanbul’da 1994 yerel seçimlerinde oyların yüzde 26’sını alarak belediye başkanı olan Tayyip Erdoğan seçim dönemi diğer adaylarla katıldığı bir açık oturumda (evet 90’lar eski Türkiyesinde siyasiler eşit sürelerle aynı programa çıkıp tartışabiliyorlardı) kaçak yapılaşmayla ilgili “benim evim de kaçak” diyerek büyük prim yapmıştı. Toplumun içinden samimi aday imajı kendisine o dönem hayli yaramıştı. Şu an o kaçak ev kaçak bir saraya evrildi, anlayamazsınız.
Türbanlı bacılarım
Kadınların giydikleri kıyafetler konusunda söz sahibi olmaları ve kendi verdikleri kararlarla bu konuda özgür davranabilmeleri elbette önemli bir gelişme olarak kabul edilmeli. İşin kamusal kısmına girmeyeceğiz o daha derin bir tartışmanın konusu olabilir.
Vapurdan inen etekli kadınlar
Kadınların giydikleri kıyafetler konusunda söz sahibi olmaları ve kendi verdikleri kararlarla bu konuda özgür davranabilmeleri elbette önemli bir gelişme olarak kabul edilmeli. İşin kamusal kısmına girmeyeceğiz o daha derin bir tartışmanın konusu olabilir.
Gördüğünüz gibi yeni Türkiye harika bir yer, iki konu da aynı açıklamayla özetlenebiliyor.
Diktatör
Bu kavram son 10 yılda neden tekrar gündeme geldi gerçekten anlamak mümkün değil. İnsan gerçekten hayret ediyor.
İnsan gerçekten hayret ediyor
An itibariyle 72.492 rt ve 39.304 fav almış belki de Türk Twitter tarihinin (tarihe gel) en çok etkileşim alanı tweeti. Hadisenin özü ise Gül’ün 2011 yılının nisan ayındaki Endonezya ziyareti dönüşünde attığı tweet’lerin bir parçasına dayanıyor. Gül’ün gerçekten hayret ettiği şey ise Türklerin 1538 yılında Endonezya adalarına giderek Portekiz istilasına karşı Endonezyalılara yardım etmesi.
Yol yaptık
80’lerden beri Türk milleti olarak en çok duyduğumuz ve bir şekilde duymaktan sıkılmadığımız “yol, su, elektrik” kalıbından yol olanı. 2015 yılında bile bu 3’ünden 1’ini duyduğumuz an aklımıza devletten hizmet almak geliyor. O yolun parasının kimin cebinden hangi koşullarda çıktığı çok değil hiç önem taşımıyor. Sonunda o yollar da çatlayıp patlıyor, nihayetinde yine 3’ün 1’ini biz alıyoruz.
Çalıyor ama çalışıyor
https://www.youtube.com/watch?v=9oZheEcvyYM
“Yolun parasının kimin cebinden hangi koşullarda çıktığı çok değil hiç önem taşımıyor”un devamı..
Yayalaştırma
Ülkenin merkezindeki en önemli meydana, dünyanın en tırt projesiyle, mimara, mühendise danışmadan, karşı çıkan kanunların arkasından dolaşarak önce iş makinaları, ardından tomalarla girmenin sonucunda başlayan bir direnişi “ilk 3 gün iyiydi yiea” diyerek anlamaya çalışırken, ülkenin bir diktatörlükle yönetilmediğini kanıtlamak adına meydanda haber yapan dünyanın önemli gazetecilerini canlı yayında tutuklayarak tarihe geçen olayların şehir planlama lügatiyle anlatılmaya çalışılan hali.
Fıtrat
Türk siyasetinde defansa çekilirken ara pasla orta alana açılma hamlesi diyebiliriz. Temeli tasavvuf ve dini göndermelere dayandığı ve öyle de tınladığı için orta alandan sonra ileriye dönük bir asiste dönüşmesi işten bile değildir. Aşırı kullanılıp yanlış anlamalara sebebiyet verdiği zamanlarda alt madde devreye girer.
Sehven
Aslında sizi kandırıyoruz ama kandırdığımız ortaya çıkmasın diye bu tip kelimeleri tedavüle alıyoruz. Milyonlarca kişi hayatlarını etkileyecek sınavalarda bizim çakallıklarımız yüzünden mağdur olmadı ki, sehven oldu. Uydurduğumuz davalarla yetkin kamu çalışanlarını, bürokratları ve askerleri hapse atıp, yerlerine eş, dost, akraba koymadık ki sehven oldu. Son dönemde hayatımıza girmiş etkisi garantili ve adeta sihirli bir kelime.
Zihniyet
Genelde CEHAPE’den sonra gelir. Milliyetçilik kartı gündeme alındıktan sonra MEHAPE ardından da kullanılır oldu.
Darbe
İplemiyoruz beyler.
Murat Belge, Ahmet İnsel, Çengiz Çandar falan.
Ayakkabı kutusu
Muammer Güler ve oğlu Barış Güler, Zafer Çağlayan ve oğlu Kaan Çağlayan, Erdoğan Bayraktar ve oğlu Oğuz Bayraktar ve bir baba oğul daha. Babalar ve Oğullar, baya roman adı gibi düzen.
Daniska
*Aslı, Dimişkı denilen ipek ve keten karışımı bir çeşit Şam kumaşından gelmekte. Ortaçağlarda Şam tezgahlarında dokunarak İslam ülkelerine, Avrupa’ya gönderilen bu kumaş, daha sonra Venedik ve Cenova şehirlerinde taklit edilmiş, Avrupa’da tanınmış. Kumaşın bezeme ve çiçekleri kabartmadır, gümüş sırma olanları da vardır. Genel olarak döşemelerde, sofra örtülerinde kullanılmıştır. Halk dilinde bu kumaşa “DANİSKA” denilmiştir. Sonradan bir şeyin hası, iyisi anlamına gelmeye başlamış. Nereden nereye.
Kaynak; Antika ve Eski Eserler Kılavuzu, Mehmet Önder.
Fuatavni
Vikipedi’ye göre ilk tweetini 18 Şubat 2014 tarihinde attı sonradan hesabı iki defa kapatıldı. Tiran, Başçalan, Yezid gibi kelimeleri tedavüle soktu. “Korkma titre” gibi bir kalıpla acayip bir psikolojik savaş başlattı; ancak savaş sosyal medya üzerinden sürdüğü için slogan günümüzde “kahve koydum gelsene korkma filtre” gibi şekillere girdi. Kimilerine göre cemaatin kimilerine göre hükümetin kontrolünde bir algı yönetim hesabı.