Şairler gerek şiirleriyle gerekse görüşleriyle olsun kalplerimize dokunmasını bildiler… Peki ya bu şairler ile İstanbul’un hangi mekanları bağdaşıyor sizce? İhtimalleri düşünüp bu listeyi hazırladık.. Hemen listemize geçelim…
1. Cemal Süreya – Kadıköy…
Cemal Süreya tam bir Kadıköy ağbisine benzemiyor mu? Gerçi zaten zamanında Kadıköy’de ikamet ediyormuş. Fakat kendisi gibi şiirleri de buram buram Moda kokuyor… Bu özdeşleştirmede etkin rol oynayan bir diğer şey ise Kadıköy’ün taşlarında dahi mısralarının yazılı olmasıdır… Cemal Süreya’nın gözleri Moda ise kalbi de Boğa Heykelidir.
Şiiri de budur Kadıköy’ün…
“İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde gösterisi zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”
2. Ahmed Arif – Beşiktaş…
Çarşı’dan bahsediyoruz. Her şeye karşılar bir kere. Buram buram farklılık ve anarşi kokuyor. Bunun dışında halkın ta kendisiler. İnsanlarımızın gerçeklerini el değmeden bize yansıtıyorlar… Aynı Ahmet Arif dizeleri gibi… Karanfil kokuyor cigaralarımız… Ahmed Arif’ten tüm Beşiktaşlılara gelsin o zaman…
“Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni…”
3. Turgut Uyar – Üsküdar…
Beşiktaş’ın tam karşısı… Ahmet Arif ile el sallaşıyorlar çoğu zaman. Hatta bazı geceler birbirlerine şiir fısıldadıklarını bile duyabilirsiniz. Üsküdar tam da Turgut Uyar’ı andırıyor. Salacak hele ki… Kayalıklarda yenilen çekirdek değil Turgut Uyar’ın mısraları çoğu zaman… Geyikli geceyi Üsküdar’da bulabilirsiniz…
O zaman Göğe Bakma Durağı şiirini haketmedik mi yani?
“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım”
4. Attila İlhan – Beyoğlu/Taksim…
Büyük yolların haydutu da diyebilirsiniz ona… Serseriliğin ve haytalığın şiirini yazmış üstad, hem de tüm aşklarının da ortağı etmiş bizi farkında olmadan… Mesela şöyle düşünün… İstiklal Caddesi’ndesiniz, hafif çakır keyif bir halde en büyük aşkınızdan ayrılıyorsunuz… Ona “Aysel git başımdan…” diyorsunuz… Bu “Git başımdan’ın” içinde kırgınlık da var mutsuzluk da, belki biraz da sessizlik… Aysel, Git Attila İlhan’ın başından… Onunla bu gece Nevizade’de içeceğiz… Kimse dokunamayacak bizim muhabbetimize…
“yüksekkaldırım’da bir akşam
maria missakian’ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım
kasım’da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam
döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam
gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kırılıp dökülseler
bizi sokoklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan
yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki paris’te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris’i
sana kaçmayı tasarlar her akşam”
5. Ece Ayhan– Beykoz…
Normalde Üsküdar’da oturduğu biliniyordu. Fakat Karaşın Şairi’ni yansıtan semt Beykoz! Beykoz’daki bu esrarengiz havanın ve delikanlıca tavrın direkt Ece Ayhan’ın hem şiir dilinin hem de hayat görüşünün yansıması olduğu görülmektedir. Dediği gibi “Melahat Geçilmez…”
“O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera’nın
Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın.
6. Cahit Zarifoğlu – Tophane…
Zarif dilli şairin Tophane’de nargile içtiğini hayal ediyorum…. Böyle boyna etrafı izleyen fakat sessiz olarak zerafet barındıran bir hal ile… Semtteki hır-güre karşı sakinliği ile tüm etrafa dizelerini yaşatıp akşamüstü türk kahvesini içerken hem de… Tophane bir şair olsa Cahit Zarifoğlu olurdu bence… Hele “İşaret Çocukları” şiiri vardır ki insanı alır, götürür ve bir daha getirmez…
“Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları
Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş
Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına
Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale saçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler
Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı
Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline
Anam kanları kuruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları
Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere
Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu
Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim.”
7. Tevfik Fikret – Aşiyan…
Farsça’da da “Kuş Yuvası” manasına gelen “Aşiyan” isimli Tevfik Fikret’in bir şiirinden geliyor bu semtin ismi. Türkçe’de de “ev/yuva” anlamına gelmektedir. Bu sebepten Aşiyan’ı, Tevfik Fikret ile bağdaştırmak hiç de zor değil. Aruz ölçüsünü ustaca kullanması ile bilinen Tevfik Fikret Aşiyan yollarından ses versek duyacak tek kişi belki de hala Tevfik Fikret’tir… “Vatan için ölmek de var, Fakat borcun yaşamaktır…” demiş “Küçük Asker” şiirinde, daha ne desin yahu? Aşiyan’daki gibi ülkemizi, yani yuvamızı en iyi tanımlayan mısraların sahibidir kendisi. Bu sebebin de etkisi ile Aşiyan, eşittir Tevfik Fikret!!! Haluk’a olan söylenceleri okunmaya değerdir… Mesela “Haluk’un Bayramı…”
“Baban diyor ki: ‘Meserret çocukların, yalnız
Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin? … Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyah-ı mateme benzer terâne-i îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet… Evet meserrettir
Çocukların payı; lâkin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor… Halûk, dinle!”
8. Necip Fazıl Kısakürek – Fatih…
Sakallarına otuz saniyeden fazla bakınca gözlerinizi kapattığınızda Fatih Semti’nin canlandığını göreceksiniz… Çile isimli kült şiir kitabı ise Fatih’i anlatan bir ansiklopedi gibi düşünün…Tabii ki üstadtan bahsediyoruz… Necip Fazıl Kısakürek’ten…Hepimizi düşüncelere gark eden “Bekleyen” şiiri ise efsaneler arasındadır…
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar…”
9. Can Yücel – Büyükada…
Can Baba rahattır. Sözünü esirgemez. Cümleyi insanın gediğine oturtan bir tavrı vardır. Bu tavır şiir diline de doğrudan etki etmiştir. Can Yücel bir semt olsaydı Büyükada olurdu. Çünkü rahat olmak isterdi. Denize karşı rakısını içmek, eşe dosta küfürler savurmak isterdi… O yüzden ona Büyükada’yı veriyoruz…Ondan bir de şiir gelsin efenim…Mare Nostrum – Bizim Deniz…
“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!”
10. Orhan Veli – Bağcılar…
Halkın ta kendisidir Orhan Veli… Büyük şairin ölümü bile belediye çukuruna düşerek olmuştur. İsterseniz ne kadar halktan olduğunu tartışmayalım… 🙂 Gerek şiirlerini yazdığı temalar gerekse kullandığı dil ile gerçeklerle yüzleştirmeye çalıştığı bu koca halkın garip akımıyla harmanladığı edebiyat düşüncesinden bahsediyorum… Bugünlere görebilseydi ciddi ciddi Bağcılar’ı anlatırdı üstad. Bağcılar da onu anlardı herhalde… 🙂
“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.”
11. Edip Cansever – Bakırköy…
Aşkını kalbine gömüp yıllarca uzaktan uzaktan Tomris’e şiirler yazan, üstelik en yakın arkadaşlarının hepsiyle de bir gönül bağı bulunan hanımefendiye hep şefkatle yaklaşmış birisinden bahsediyoruz. Tabii ki Bakırköy de Edip Cansever’e gidecek. Kızlarının güzelliği ile bilinen bu semtin Edip Cansever’in şiirlerine benzeyen bir tarafı var… Tomris’e yazdığı doğumgünü şiirlerinden birinde üstadın fısıldadığı bu şiir gibi akşamüstleri Bakırköy…
“Nasıl buluyorsun bu yıl kendini
Göğsündeki ruhbilimsel saate göre?
Bana sorarsan yıllar önce nasılsan
Öylesin gene
Hepsi hepsi bir kedin öldü sadece…”
12. İsmet Özel– Şişli…
“Ben” diyor şair “İsmet Özel şair…40 yaşında… Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar…” Her kesimden, her görüşten insanı barındıran Şişli ile İsmet Özel’in fevkalade birbirine benzediğinin farkında mısınız? Aşırılığın şiirini altın harflerle yazdı bugüne kadar İsmet Özel. Hatta bazen öyle bir mısra bahşetti ki bize n’olduğumuzu şaşırdık… (bkz: Senin yorgunluklarını hastanelere makbuz yaptılar, intihara karşı kullanıyorlar koğuşlarda…) Şişli’nin asi hali ile İsmet Özel’in kuvvetli sesi birbirinin aynısı adeta…