İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nin trans hakları mücadelesini görünür kılmak amacıyla bu yıl 6’ncı kez düzenlediği Trans Onur Yürüyüşü, 21 Haziran Pazar günü, yüzlerce kişinin katılımıyla İstiklal Caddesi’nde yapıldı.
Nefret cinayetlerinin önüne geçmek için nefret suçları yasası talep eden translar açısından İç Güvenlik Yasası ciddi bir tehdit anlamına geliyor. Gerek Kabahatler Kanunu gerekse kolluk kuvvetlerinin keyfi gözaltıları ve işkenceye varan uygulamaları dolayısıyla ciddi sorunlar yaşayan transların haklarını korumak bir yana dursun yaşam alanları bile devlet eliyle yok ediliyor. Darbe döneminde trenlere bindirilip İstanbul dışına gönderilen LGBTİ’ler, bugün AKP iktidarı tarafından kentsel dönüşüm adı altında şehir dışına itiliyorlar. Ülker Sokak’ta, Eryaman’da, Avcılar Meis Sitesi’nde, Tarlabaşı’nda, Harbiye’de, Bayram Sokak’ta kentsel dönüşümün mağduru olan, öldürülen translar gettolarda değil kentin tamamında yaşamak istiyorlar.
Aslına bakarsanız transfobinin, cinsiyetçilik ve homofobi ile ayrılamayacak kadar köklü bir ilişkisi bulunuyor. Bu nedenle transfobi ile mücadele etmek aynı zamanda homofobi ve cinsiyetçilikle mücadele etmek anlamına da geliyor. Gelin yürüyüşe hep birlikte gidelim ve kapitalizme, erkekliğe, cinsiyetçiliğe, homofobiye, transfobiye, milliyetçiliğe ve militarizme karşı mücadeleyi büyütelim.
Transların sokaklarda özgürce yürüme hakları ellerinden alınıyor, gündüzlerden uzaklaştırılıp gecelere mahkûm ediliyorlar.
Eğitim, barınma, sağlık, çalışma ve yaşama gibi en temel insan haklarından mahrum bırakılıyorlar.
Devletin ve toplumun katlanarak artan şiddetine maruz kalıyorlar.
Kendileri olmanın bedelini bazen bedenlerinde, bazen de ruhlarına açılan derin yaralarla ödüyorlar.
Kimi zaman sokakta yürümek bile külfet onlar için, çünkü medyaya marjinal, şiddet yanlısı, sapkın, sapık, hasta olarak yansıtılıyorlar.
Trans kadınlar bindikleri taksinin şoförlerinden yemek yedikleri restoranın garsonlarına kadar pek çok kişiden fiziksel ve psikolojik şiddet görüyorlar.
Memleketlerinden İstanbul’a göç etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü burada kaybolma şansları var, orada yaşama şansları yok!
Evlilik baskısı görüyorlar, zorla geneleve götürülüyorlar, eğitimlerini yarıda kesmek zorunda kalıyorlar, kaldıkları yurttan atılıyorlar, hastane kapılarından kovuluyorlar, tüm bu zorluklar sonucunda intihar etmeyi düşünüyorlar, hatta ediyorlar.
Bedenleri kadın ama hisleri erkek olan trans erkekler ya görmezden geliniyor ya da lezbiyenlerle karıştırılıyorlar.
Aileleri tarafından kaçırılıp öldürülüyorlar.
Derneklerine ahlaka aykırı oldukları gerekçesiyle kapatma davaları açılıyor.
Hastanelerden kovuluyorlar, karakollara ve mahkemelere alınmıyorlar, hatta hak arayışları engelleniyor.
Katillerine haksız tahrik indirimi uygulanıyor hatta cezalandırılmıyor.
Varoluşları kanunen suç olmasa da, uygulamada suç sebebi sayılıyor.
Evleri, sosyalleşme mekânlarına ahlak polisleri tarafından baskınlar düzenleniyor.
Görünürlükleri kabahatler kanununa göre suç teşkil ediyor. Öyle ki gündüz dışarı çıkan bir transa, polis ahlaka aykırı bulup para cezası kesebiliyor.
Sosyal güvenceleri ve düzenli bir gelirleri olmayan translar ayrımcılığa çok daha net biçimde hedef oluyorlar ve kendilerini korumakta zorlanıyorlar.
Transseksüeller zorunlu olarak fuhuşa itiliyorlar ve seks işçiliğinin ağır koşulları altında eziliyorlar.
Şehirlerin sadece belirli semtlerinde barınabiliyorlar.
Sağlık hizmetlerine erişimleri sınırlı olan translar, sağlık programlarının dışına itiliyorlar. Örneğin cinsiyet geçişi ameliyatları estetik muamelesi gördüğü için sosyal hakkın dışında tutuluyor ve para ile yaptırabiliyorlar.
Ayrımcılık yapan homofobik ya da transfobik doktorlar tarafından tedavileri reddedilebiliyor.