Sinemada eserleri ve korku sinemasında bıraktığı kalıcı etkileri nedeniyle öne çıkan pek çok isim var: Wes Craven, John Carpenter, David Cronenberg… bunlardan sadece birkaç tanesi. Pek çoğu, sevdiğimiz korku filmlerine getirdikleri yenilikler ve tarzları ile sinemada iz bırakan yönetmenler olarak kayıtlara geçti. Bu isimler arasında öne çıkan bir isim de kuşkusuz Tobe Hooper. Filmlerinin küçük bir kısmı, korku türü üzerinde genel olarak kapsamlı etkilere sahip olan korku klasikleri olarak tarihe geçti ve Hooper, yaşamını yitirdiği 2017 yılına kadar üretmeye devam etti. Bugün Tobe Hooper sinemasının en öne çıkan eserlerini, yönetmenin filmografisiyle birleştirerek ele alacağız.
İlk uzun metraj: Eggshells (1971) – IMDB: 5.5
Hooper, kariyerine doğup büyüdüğü yer olan Austin, Teksas’ta belgesel kameramanı olarak başladı. Bu alandaki çalışmaları, ilk uzun metrajlı filmi olan Eggshells’e de ilham kaynağı oldu. Film, perili bir eve taşınan bir grup hippiyi konu alıyor. Bu kulağa oldukça normal bir kurgu gibi gelse de, film hippi kültürünün derinliklerine inerken aynı zamanda dehşet sekanslarını da Fransız Yeni Dalgası merceğinden yansıtıyor. Bu bakımdan Eggshells için, hem neslinin gençliğinin zihin dünyasına derinlemesine dalan hem de bu yaşam tarzını oluşturan fikirleri sorgulayan, uhrevi ve sanatsal bir film diyebiliriz. İlk çalışmalarında bile, ortaya çıkmaya başlayan kesin bir ses var, ama henüz duyulacak kadar yüksek değil. Ancak ilk eserini ortaya koyduğu yılın hemen ardından, ikinci uzun metrajlı filmiyle uluslararası camiada sesi duyulmaya başlanacaktı.
Korku başyapıtı: The Texas Chain Saw Massacre (1974) – IMDB: 7.4
The Texas Chain Saw Massacre’ı aslında çok detaylı bir şekilde tanıtmaya gerek bile yok. Film, korku ve şiddet tasvirinin yansıtımı konusunda oldukça tartışmalıydı; bu sebeple bazı ülkelerde gösterime dahi giremedi hatta yasaklandı. Filmin kamera çalışması ve paleti, 60’ların sonu ve 70’lerin başındaki estetik gotik korku tarzı yerine sert gerçekçi bir tarza sahip olduğu için Hooper’ın belgeseller üzerindeki çalışmaları ile ilişkilendiriliyor. Film oldukça sıkı bir tempoda ilerliyor ve aksiyon unsurları neredeyse senaryoyla bütünleşmiş gibi hissediliyor. İzleyici, tıpkı başkahraman Sally gibi durumun içine hapsolmuş gibi hissediliyor. Seyircinin baş karakteri kendisi ile bağdaştırdığı bu deneyim, korkuya tiyatral bir yaklaşımının B movie ögeleri ile birleşmesi sonucu korku sinemasının bu başyapıtını ortaya çıkarıyor.
Benzer şekilde, bu film de Hooper’ın jenerasyonunun hippi ideallerini, onları hicksploitation türüyle yan yana getirerek ve bu iki olguyu çatıştırarak ele aldı. Hicksploitation, olumsuz bir şekilde nam salmış taşra halkının, şehirli davetsiz misafirler ile karşı karşıya geldiği ve genellikle bu karşılaşmanın olumsuz sonuçlar verdiği filmlere verilen genel bir alt tür adlandırmasıdır. Hooper, önceki çalışmalarının ve deneyimlerinin özetini alarak, izleyicileri korkutan ve tiksindiren tamamen yeni bir şey yaratmayı başardı. Bu film bugün bile yankı uyandıran bir yapım ve yarattığı deneyim, günümüzde de insanları etkilemeye devam ediyor. Bu bağlamda The Texas Chain Saw Massacre’a 1970 sonrası korku türünün önemli bir kurucu metni diyebiliriz.
Bir kült korku klasiği: Eaten Alive / Krokodil (1976) – IMDB: 5.5
Hooper’ın filmografisi Eaten Alive ile devam etti. Bu film, bir kez daha; önceki çalışmalarını geliştirme yönündeki arzuları açığa çıkarken, aynı zamanda Eggshells’in daha eterik ve metafizik görünen unsurlarıyla da bir çağrışım yarattığını ifade etmek gerek. Film, film setlerini dahi kaçınılmaz bir kabus atmosferine sokacak kadar kaotikti. Ayrıca film, korku sinemasına da ilk kez evcil bir timsaha sahip ikonik bir kötü adam kazandırdı. Film, Hooper’ın önceki iki filmini bir araya getirmeye dönük bir çabası gibi hissedilirken, aynı zamanda filmin izleyiciyi rahatsız etme konusundaki süreğenliği de, Tobe Hooper’ın sinemacılık tarzının giderek oturmasının bir emaresi olarak görülebilir.
Başarılı bir mini dizi uyarlaması: Salem’s Lot (1979) – IMDB: 6.7
Tobe Hooper sinemasındaki bu üç filmin ardından gelenler, Hooper’ın önceki çalışmalarından tamamen farklı bir şey gibi hissettiriyordu. Tobe Hooper’ın Salem’s Lot’u mini dizi uyarlaması haline getirmesi; Stephen King’in dünyanın en ünlü korku yazarlarından birisi haline geldiği bir dönemde gerçekleşti. Ayrıca unutmamak gerek ki, vampirler her zaman gözde bir korku filmi unsuru olagelmiştir. Salem’s Lot, Kurt Barlow’un kurgusunun Max Shreck’in Nosferatu’suna dayandırılması da dahil olmak üzere erken dönem korku filmlerine birçok gönderme içeriyor. Film, TV uyarlaması olacak bir korku filminin de ne kadar güçlü yanları olabileceğini gösteriyor ve seyircileri gotik ve etkileyici bir atmosfer ile buluşturuyor.
Geriye dönüş: The Funhouse (1981) – IMDB: 5.9
Tobe Hooper bir sonraki uzun metrajlı filmi The Funhouse, kağıt üzerinde yönetmenin ilk çalışmalarına bir dönüş gibi görünüyordu. Film, bir karnavalda takip edilen bir grup genci konu alıyordu. Kurgu, klişe bir erken dönem slasher filmi gibi okunuyor, ancak Hooper’ın başardığı iş bu beklentiden çok daha uzağa işaret ediyor. Film, Hooper’ın çalışması ile büyüyen slasher patlaması arasında kalın bir çizgi çekerek slasher tekdüzeliğinden azade bir şekilde dehşet atmosferine ve gerilime odaklanmayı tercih ediyor. Film, o dönemde İngiltere’de Hooper’ın The Texas Chain Saw Massacre filmindeki tartışmalı yönetmen pozisyonu nedeniyle başarısız görüldü. Tam bu noktada Hooper’ın bir film yapımcısı olarak güçlü yanlarından birinin değişmeye devam etmesi ve kalıplara sokulmayı reddetmesi açıkça ortaya çıkıyor.
Korku sinemasının zirvelerinden biri: Poltergeist / Kötü Ruh (1982) – IMDB: 7.3
Hooper; sık sık bir auteur olarak tüm imajını altüst eden ve izleyici beklentilerine aykırı olan alışılagelmedik filmlere yoğunlaşıyordu. Sinema camiasının beklentilerine aykırı ve zaman zaman pek de sevilmeyen ters köşe filmler üretmesinin temel nedeni buydu. Ancak bu yöneliminin meyvelerini; bir sonraki filmi Poltergeist ile toplayacak ve yönetmenlik kariyerinin zirvesine ulaşacaktı. Poltergeist, Hooper’ın korku hayranları için giriş gerektirmeyen bir diğer filmidir. 80’li yılların en korkunç filmlerinden biri olmasının yanı sıra, ilk gençlik yıllarındaki insanların da izleyebileceği bir yaş sınırlaması alması itibariyle Hooper’ın ününün daha geniş kitlelerle buluşabilmesini de sağladı. Birçok çocuk bu film sayesinde korku sinemasıyla erken yaşta tanıştı ve böylelikle Poltergeist, daha genç bir kitleye ulaşmaya çalışan aile dostu korku türünü şekillendirmiş oldu.
Korku sinemasına miras: Cannon Üçlemesi
Poltergeist’in büyük finansal başarısından sonra, Tobe Hooper film yapımcılığı dünyasında gözde bir kişilik haline geldi. The Texas Chain Saw Massacre ile bağımsız bir parlama noktası yaratmış ve bundan on yıldan az bir süre sonra Poltergeist ile büyük bir ana akım başarısı elde etmişti. Bu ona hem güçlü bir yönetmen şöhreti hem de belirli bir miktarda ekonomik ve kültürel itibar kazandırdı. Bu nedenle, Cannon Films ile kazançlı bir üç filmlik sözleşme imzalamayı kabul etti. Tek şart, filmlerden birinin The Texas Chain Saw Massacre’ın devam filmi olmasıydı. Bu finansal destekle Tobe Hooper 80’lerin en tuhaf ana akım filmlerinden bazılarını yaratacaktı.
İlk film, Lifeforce adında; uzay vampirlerinin, yüksek seviyeli efektlerin ve metafiziksel çıkarımların içerisinde yer aldığı büyük bütçeli bir vizyon filmiydi. Ancak film vizyona girdiğinde gişede başarısız oldu. Ancak geçen on yıllardan bu yana Lifeforce da kült bir klasik haline geldi. Lifeforce, dehşeti insan cinselliği ve yakınlığının en ince ayrıntısına kadar çekerken senaryodan da ödün vermiyor. Film, görkemli atmosferi ile ve seyircilere yıllar geçtikçe güçlenen bir sinema deneyimi yaşatıyor.
Bunu, Hooper’ın Invaders from Mars filmini yeniden uyarlama kararı alması izledi. Çocukken filmi çok severdi ve o zamanın çocukları üzerinde benzer bir etki yaratabilecek modern bir versiyon yaratmak istedi. Film, Invasion of the Body Snatchers (1978) ve daha ciddi yapımların; çocuk dostu, ancak inanılmaz derecede karanlık bir kombinasyonu gibi hissettiriyor. Film, Hooper’ın içerisinde büyüdüğü 50’li yılların bilim kurgu korku filmlerini 80’lerin izleyicileri için güncellerken aynı zamanda bu filmlere gönderme yapmayı da ihmal etmiyor. Aynı zamanda, Stan Winston’ın yaratık tasarımları, tüm kariyerinin en yenilikçi ve en güzel çalışmalarından birisi olarak kabul ediliyor.
Bu iki filmi de geride bıraktıktan sonra, bu filmleri de var edebilmesine vesile olan başyapıtının devam filmini çekmek zorundaydı. Sonuçta elde ettiğimiz şey, ton ve içerik olarak ilkinden daha ileri olamazdı, ancak The Texas Chainsaw Massacre 2, kendi korku tarzını yaratmak için beklentilerden uzaklaştı. Film, insanların orijinal filmde ancak hayal edebileceği düzeyde olan şiddet yansıtımına ulaşıyor gibi görünüyor, ancak mizah unsurları ve kerameti kendinden menkul tuhaflığıyla bu yönünü etkisiz hale getiriyor. Film, hayranlarına Dennis Hopper’ın bir testere düellosunda çarpışmasını gösterdi. Ne yazık ki, Hooper’ın Canon Üçlemesi olarak adlandırdığı bu üç sözleşmeli filminin hiçbiri beklenen karı elde edemedi. Ancak Tobe Hooper istediği filmleri yaratmak için zaman harcadı ve bu, filmlerin bizim için erişilebilir olması bizim için büyük bir şans. Ancak bu, kariyerinin geri kalanında yapacağı filmlerin türünde bir değişikliğe yol açacaktı.
Hooper’ın bu noktadan sonraki çalışmaları genellikle göz ardı edilir ve küçümsenir. Ortalama bütçesinin düşürülmesi ve üstlendiği proje türleri, erken ve orta döneminde olduğu gibi izleyicilerde ilgi uyandırmamış gibi görünüyor. Ancak koşullar değişmiş olsa da Hooper’ın sinemaya olan tutkusu ve sevgisi asla sarsılmadı.