Ana sayfa » Tarih » Mary Mallon: Tifo Salgını Nedeniyle 26 Yıl Boyunca Karantinada Tutulan Kadın
Mary Mallon: Tifo Salgını Nedeniyle 26 Yıl Boyunca Karantinada Tutulan Kadın
New York’un lüks malikanelerinde yemekler pişiren bir aşçı düşünün. Lezzetli yemekleriyle herkesin beğenisini kazanan bu kadın, bir yandan da farkında olmadan ölümcül bir hastalık yayıyor.
Bir sabah uyanıyorsunuz ve farkında bile olmadan onlarca kişiyi hasta etmişsiniz… Ama siz sapasağlamsınız! Ne öksürük var ne ateş. Fakat bir anda sağlık görevlileri kapınıza dayanıyor, sizi “toplum sağlığı” için tecrit etmeye geliyorlar. İşte 1900’lü yılların başında New York’ta tam da böyle bir hikâye yaşandı. İrlandalı göçmen aşçı Mary Mallon, kimsenin adını bile duymadığı “sağlıklı taşıyıcılık” kavramının ilk yüzü oldu. Bir yandan mikrop saçtığı iddia edilen yemekler, diğer yanda çaresiz bir kadının kendini savunma çabası… Tıbbın gelişmediği bir çağda, kaderin garip bir cilvesiyle adeta bir günah keçisine dönüşen bu kadının adı ise tarihe kazındı: Tifo Mary. Peki bir insan nasıl olur da hiç hasta hissetmeden başkalarını hasta edebilir? Nasıl olur da bir kadın, 26 yıl boyunca bir adada karantinada tutulur? İşte bu, hem tıp tarihinin hem de adaletin sorgulandığı, trajik ve bir o kadar da ilginç bir hikaye…
Yıl 1906… New York’un zengin aileleri, yazlık malikanelerinde keyif yaparken bir anda tifo salgınıyla sarsılıyor
Bugünlerde bir virüsün adı bile herkesi tedirgin etmeye yetiyor. Ancak bundan tam bir asır önce ne aşı vardı ne antibiyotik… Hele ki bir hastalığın taşıyıcısı olup da hiçbir belirti göstermiyorsanız, vay halinize! İşte bu dramatik tablo içerisinde sahneye çıkan isim: Mary Mallon, diğer adı ile Tifo Mary.
Hastalık genellikle kirli suyla bağlantılıydı, ama bu kez durum farklıydı. Çünkü hasta olanlar, lüks evlerde yaşayan, temizliğe önem veren insanlardı. Bu gizemli salgını araştırması için görevlendirilen George Soper, bir dedektif gibi iz sürdü ve olayların ortasında Mary Mallon adında bir aşçı buldu. Mary, hiçbir hastalık belirtisi göstermiyordu ancak onun çalıştığı her evde tifo patlıyordu.
Mary, genç yaşta İrlanda’dan Amerika’ya göç etmişti. Zengin evlerinde aşçılık yaparak geçimini sağlıyordu
Ama onun tabaklarında sadece yemek değil, görünmeyen bir tehlike de vardı: Salmonella typhi bakterisi. Mary hiçbir belirti göstermese de insanlara tifo bulaştırıyordu.
Soper, Mary’ye “Sen tifo taşıyıcısısın” dediğinde, Mary’nin tepkisi oldukça sert oldu: Bir et çatalı kapıp peşine düştü! Evet, Mary, kendisine “hastalık yayıyorsun” diyen bu adama inanmıyordu. Çünkü o, kendini son derece sağlıklı hissediyordu.
1906 yazında Oyster Bay’de tifo salgını patlayınca, olay yerine sağlık dünyasının Sherlock Holmes’u olan George Soper geldi. Salgının merkezinde bir isim dikkat çekiyordu: Mary. Soper, Mary’nin çalıştığı evlerde salgınların tekrarlandığını fark etti. Şüphesi güçlendi ama ispat gerekiyordu.
Yetkililer Mary’yi yakalamak için adeta dedektiflik yaptı. Mary, yetkililerden kaçtı, saklandı, ama sonunda yakalandı
Soper, Mary’ye nazikçe kan, idrar ve dışkı örnekleri vermesini teklif etti. Ancak Mary pek de nazik karşılamadı bu teklifi. Eline bir et çatalı alarak Soper’a doğru yürüdü. Soper, mutfağı terk ederken az kalsın hem bulaşıcı bir hastalık hem de çatal darbesi alıyordu.
Testler, vücudunda Salmonella typhi bakterisini taşıdığını kanıtladı. O dönemde “asemptomatik taşıyıcı” kavramı yeniydi. Yani bir insan, hiç hasta olmadan başkalarına hastalık bulaştırabilir miydi? İşte Mary, bu gerçeğin canlı kanıtıydı.
Mary, kendisinin hasta olduğuna hiçbir zaman inanmadı. Vücudundaki bakteriler tespit edilse de, kendisi hiçbir belirti göstermediği için yapılanları haksızlık olarak gördü. 1909’da devlete dava açtı ama davayı kaybetti.
Yetkililer, halk sağlığını korumak adına onu North Brother Adası’na gönderdi. Mary, burada 3 yıl geçirdikten sonra, “Bir daha aşçılık yapmam” sözü vererek serbest kaldı
Ama işler planlandığı gibi gitmedi… 1910 yılında, bir daha aşçılık yapamama şartı ile serbest bırakılma kararı verildi. Ancak hayatını sürdürmek zorundaydı ve başka bir iş bilmiyordu. Takma adla yeniden mutfaklara döndü. Mary, başka bir iş bulamadı. Hayatını kazanabilmek için ise tek bildiği şey olan yemek yapmaktı. Bu yüzden “Bay Brown” adıyla yeniden mutfağa döndü.
Ne yazık ki, bu sefer de peşine salgınlar takıldı. 25 kişi daha hastalandı, 2 kişi öldü. Yetkililer onu tekrar yakaladı ve bu kez 23 yıl daha adada karantinada tuttu. Toplamda 26 yılını bir adada geçiren Mary, 1938’de felç geçirerek hayatını kaybetti.
O bir suçlu muydu? Bilmeden hastalık yaymıştı, ama bunu isteyerek yapmamıştı. Yoksa kurban mıydı? Dönemin sağlık sistemi, ona doğru bilgiyi vermemişti. Üstelik, onun gibi başka taşıyıcılar da vardı, ama hiçbiri Mary kadar sert cezalandırılmadı. Bazı tarihçiler, Mary’nin İrlandalı bir göçmen ve inatçı bir kadın olmasının, ona yönelik tutumu sertleştirdiğini söylüyor.
Gazeteler onu “şeytani aşçı” diye resmetti, Mary’nin adı bir korku simgesine dönüştü
Bugün “Tifo Mary” tabiri, bilerek veya bilmeyerek başkalarını tehlikeye atan kişiler için kullanılıyor. Pandemi döneminde bu hikâye yeniden gündeme geldi, çünkü Mary’nin yaşadıkları, karantina, bulaşıcı hastalıklar ve özgürlükler arasındaki dengeyi sorgulamamızı sağlıyor.
Mary, toplamda en az 51 kişiyi enfekte etti ve üç kişinin ölümüne neden oldu. Bugün hâlâ “Tifo Mary” deyimi, tehlikeli derecede umursamaz bireyleri tanımlamak için kullanılıyor. Oysa ki Mary ne ilk taşıyıcıydı ne de tek karantinaya alınan kişi. Hatta ondan çok daha fazla insanı enfekte edenler bile kısa sürede serbest kalmıştı.
Tarihçiler, Mary’nin göçmen bir kadın olmasının, dönemin önyargılarının hedefi hâline gelmesine neden olduğunu düşünüyor. Ancak bir gerçek var ki onun hikayesi, kamu sağlığı ile bireysel özgürlük arasındaki sınırları düşünmemize sebep oluyor.