Tezer Özlü’nün 1966-1968 arasında o zamanlar yurt dışında bulunan Ferit Edgü’ye yazdığı mektuplar ‘her şeyin sonundayım’ adıyla Alfa yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluştu. Edgü uzun yıllar bu mektupları yayınlamaya pek sıcak bakmasa da daha sonra bu fikrini değiştirmiş ve mektupları okuyucuyla paylaşmaya karar vermiş… Mektuplar 60’larda şalıyor ve Tezer Özlü’nün ölümünden 40 gün önceye kadar da devam ediyor. Bu mektuplarda Tezer Özlü’ya dair pek çok şey buluacaksınız…
Ferit Edgü’nün şu kısa notuyla mektupları okumanızı tavsiye ediyoruz: “Bugün Tezer’in tüm yakınlarını izni, hatta isteğiyle, bu mektupları yaımlarken önemle belirtmek istediğim bir nokta var: Tezer, hastalığının düşüşe geçtiği dönemlerde (bazıları klinikte) yazdığı mektuplarda, yaşadıklarını dile getirdiği kadar, saplantılarını, (sözcüğü bağışlayın) sabuklamalarını da dile getiriyor. Okur, bu mektupları bu gerçeği göz önünde tutarak okuyup anlamalıdır.”
Biz de bu mektuplardan kısa kısa alıntılar yaparak Tezer Özlü’nün o dönemki ruh halini, duygularını ve hislerini paylaşalım istedik!
“Karşılıklı gülsek. Gülebilir miyiz dersin?”
“Sen trendesin şimdi. ben de oturuyorum burada. saat 12’ye geliyor. Gecenin bu saatlerinde insanlar kısıyorlar seslerini. Sessizlik bürüyor ortalığı. Ben de daha iyi duyuyorum dinlediğim müziği. Daha çok yitiriyorum tüm düşüncelerimi. olmayan düşüncelerimi. uyuyabilmem için hiçbir neden yok. sabah 8’de kalkmış olmam, o ilgisiz büro, ev, ben, beni yoramıyor artık. Uyanmam için de hiçbir neden yok.
Bu kelimeleri alt alta, yan yana dizmem için de. Bir gece. Diğerleri gibi. Bir ben. Diğer benler gibi. Bugün eski ben’lerimden biri olduğumu duydum. Karşılıklı gülsek.
Gülebilir miyiz dersin?
Gülebilir misin?” (Ekim 1966)
“Korkuyorum…”
“Yarın bütün gün büroda oturacak olan ben miyim? Neden? Niçin? Hibr yerde olmak istemiyorum ki. Belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım. Gene bir yığın günler geçecek ve ben kendime, işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim? Korkuyorum…” (Ekim 1966)
“Ben beni bunaltıyor. Ben’in yazdığı bu satırlar canımı sıkıyor benim.” (Ekim 1966)
“Çok şuurlu bir delilik ve çok büyük bir espri, Beckett’i aşan bir absürd içindeyim.” (Kasım 1966)
“Hemen gel. Sen olmazsan hiç kimseyi görmeyeceğim. En çok ve en uzun sana inandım. (Kasım 1966)”
“Beckett’imsi bir ölülükteyiz”
“Beckett’imsi bir ölülükte yalnız, şimdilerde değiliz. Sen Beckett’i çevirdiğinden beri, Hakkâri’ye gittiğinden beri, yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri o ölülükteyiz. Kafka gibi veremden çatlamamamız, Beckett kadar ölü görünmememiz, şarklılığımız yüzünden. İç dünyamızın farkı olduğunu sanmıyorum.” (Mart 1984)
“Çeşit çeşit duygularla doluyum”
“…Kitap yazmaya gelince, zaman zaman içimde öylesine bir güç duyuyorum ki… bir günde oturup bir kitap yazabileceğimi algılıyorum. Oturup hiç düşünmeden art arda yazabiliyorum. .. Çeşit çeşit duygularla doluyum. Ama bu duygular dayanılmaz, taşınmaz hale gelinceye kadar hiçbir şey yazmam. Duyguları dağıtırım… Dayanılmaz hale geldiğinde, sanırım gene bir yolculuğa çıkacağım.” (Temmuz 1984)
“İhtiyarlık diye bir olguya inanmıyorum, çünkü gençliğe de inanmıyorum…” (Kasım 1984)
“Yalnız yatmaktan hiç hoşlanmıyorum”
“Severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük bir olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşadığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, varolmak gibi bir şey. İşte, yalnız kalınca varolduğumu hiç algılamıyorum. Kendi kendime yaşamın düşünü görmüş bir ölü gibi geliyorum, örneğin, benim şimdi Güner Sümer’in yanında olmadığımı bana ne anlatıyor ki? Dışarıdaki kar mı? Soğuk mu? Zürih mi? Hayır, hiçbiri değil. Yalnız şu an sana yazmak, yazabilmek, orada olmadığımı bana duyuruyor, bu nedenle de yalnız yatmaktan hiç hoşlanmıyorum, hiçbir gece yalnız yatmak istemiyorum, sabah uyanınca yaşadığıma şaşıyorum. İşte “sevişme” düşkünlüğünün temelinin de bu duyguda yattığını öyle iyi biliyorum ki…”
“Artık ayrılıkların acısını duymuyorum.”
“10.-21 derecede sessiz, lacivert gökyüzü ve dolunayla bir geceyi ilk kez yaşadım, hep Hakkari’yi düşündüm, seni de, filmi de çok düşündüm. Tanımadığım ışıklar, tanımadığım gölgeler, tanımadığım puslar gördüm. Artık ayrılıkların acısını duymuyorum.” (Ocak 1985)