Tarihte iz bırakan boykot hareketleri yazımıza başlamadan önce gündemde neler olduğuna bir bakalım. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınmasıyla alevlenen protestolar tüm hızıyla sürerken, ülkenin yeni ortak dili neredeyse “boykot” oldu. Gündem öyle yoğun ki; televizyonu açıyorsunuz boykot, sosyal medyaya giriyorsunuz yine boykot, hatta markette yanınızdan geçen biri “bu markadan alma” diyorsa şaşırmayın… Çünkü insanlar artık tepkilerini kasada, rafta, cüzdanda göstermeye başladı.
2 Nisan Çarşamba günü ise bu iş daha da büyüdü; tutuklanan protestoculara destek amacıyla bir günlük genel tüketim boykotu ilan edildi. Yani kimse o gün ne bir simit aldı, ne kahve zincirine uğradı, ne de online alışveriş sepetini onayladı. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri geçtiğimiz haftalarda ülkelere yüksek gümrük vergileri uygulamaya başladı. Hal böyle olunca dünyanın dört bir yanında ABD mallarına boykot çağrıları yükselmeye başladı.
Yani anlayacağınız, boykot bugün sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da manşetlerinden düşmüyor. Bununla birlikte İsrail’e yönelik boykot 7 Ekim 2023’ten bu yana global bir harekete dönüşmüş durumda. Hatırlarsınız, geçtiğimiz sene İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliama tepki çekmek için Türkiye’de de bir boykot hareketi başlatılmıştı.
Peki neden bu kadar popüler oldu bu “almama” meselesi? Çünkü boykot, pasif görünse de aslında en kolektif, en etkili ve herkesin cebinden katılabildiği bir protesto biçimi. Sokakta yürümek yerine, cüzdanla konuşmak!
Bu yazımızda size “boykot” kavramının sınırlarını aşarak, dünyanın dört bir yanında ses getiren en dikkat çekici 10 boykotu derledik. Kimi bir bardak kahveyle başladı, kimi bir tişörtle dünyayı salladı. Hazırsanız, tüketmemeye dair hikâyeler başlasın! İşte tarihte iz bırakan boykot hareketleri…
1. Boston Çay Partisi
Amerika’nın bağımsızlık hikayesi sadece savaşla değil, çayla da yazıldı desek? Evet evet, bildiğiniz çay. Ama bu öyle İngilizler gibi “sütlü” değil, bildiğin isyan kokan çay!
1700’lerin sonlarına doğru, İngiltere, Amerika’daki kolonilerine türlü türlü vergi dayatıyordu. Özellikle 1767’de çıkan Townshend Yasaları, çaydan cama, kurşundan kağıda kadar her şeye vergi koyunca halk bir anda “biz mecliste bile temsil edilmiyoruz, neyin vergisi bu?” diyerek ayaklandı.
İngiltere bir noktada geri adım attı, evet… Ama bir tek çaydan vazgeçmediler. Çünkü ne de olsa çay İngiliz kültürünün vazgeçilmeziydi. İşin rengi, 1773’te çıkarılan Çay Yasası ile tamamen değişti. Doğu Hindistan Şirketi (East India Company) ekonomik olarak dibe vurunca, İngiliz hükümeti “bu şirket sadece bizim kolonilere ucuza çay satsın” diye yasa çıkardı. Ama tabii ki bu, kolonilerin canını sıktı. Neden mi? Çünkü vergiler devam ediyor, ama rekabet edemeyecekleri kadar ucuz çay piyasayı ele geçiriyordu.
Sonuç mu? Büyük bir “çay isyanı”! 16 Aralık 1773 gecesi, yerliler gibi giyinmiş yaklaşık 60 kişi, Boston Limanı’nda demirleyen üç gemiye çıktı ve tam 342 kasa çayı denize döktü. Hem de öyle nazik nazik değil! Adeta “Alın çayınızı, istemiyoruz!” diyerek protestonun dibini gördüler.
Bu olay tarihe Boston Çay Partisi olarak geçti ama partiden çok bir bağımsızlık fitilini ateşledi. İngiltere buna misliyle karşılık verince koloniler daha da kenetlendi ve işte o meşhur bağımsızlık savaşı böyle başladı!
2. Charles Boycott
“Boykot” kelimesi kulağımıza çok tanıdık geliyor, ama isminin gerçek bir adamdan geldiğini biliyor muydunuz? Hadi sizi 1800’lerin İrlanda’sına götürelim…
İrlanda o dönem tam bir ekonomik çöküş yaşıyor. Tarım halkın ana geçim kaynağı ama toprakların %99.75’i sadece çok az bir kesime ait. Ve bu zengin toprak sahiplerinin çoğu İrlanda’da bile yaşamıyor! Kiracı çiftçilerden kira toplama işi ise arazi temsilcilerine düşüyor.
İşte o temsilcilerden biri de eski bir yüzbaşı olan Charles Cunningham Boycott. İrlanda Ulusal Toprak Birliği 1880’de Boycott’a “kiraları düşür” dedi ama o ne yaptı? Tabii ki inat etti! Hatta kiracıları topraklardan tahliye etmeye kalktı. Halk da “Biz de seni hayatımızdan tahliye ederiz!” deyip müthiş bir pasif direniş başlattı.
Boycott’a kimse çalışmadı, alışveriş yapmadı, mektup getirmedi, tarlaları ekip biçmedi… Resmen sosyal hayattan soyutladılar. Ve bu strateji o kadar etkili oldu ki “boykot” kelimesi dünya literatürüne girdi. Hani şimdi her gün duyuyoruz ya, işte o kelime buradan geliyor.
3. Çin’in Japon ürünlerine boykotu
Boykot deyince akla sadece kısa süreli tepkiler gelmesin. Bazı boykotlar öyle uzun ve etkili olur ki, aradan onlarca yıl geçse de hala yankısı sürer.
Çin ve Japonya arasındaki gerginlik, özellikle 20. yüzyılın başlarında, iyice alevlenmişti. Japonya 1915’te Çin’den Yirmi Bir Talep adı altında çeşitli siyasi ve ekonomik ayrıcalıklar istedi. Çin halkı bu durumu haklı olarak bir aşağılama olarak gördü. Japon ürünlerine karşı ilk büyük boykot da bu dönemde başladı.
Ama asıl kopuş, I. Dünya Savaşı sonrası, Versay Anlaşması’nda Çin’in Şantung bölgesinin Japonya’ya verilmesiyle yaşandı. Bu haksızlık karşısında öğrenciler sokaklara döküldü, grevler ve Japon mallarına karşı protestolar ülke geneline yayıldı. Bu süreç tarihe 4 Mayıs Hareketi olarak geçti.
En büyük boykot dalgası ise 1931’de Japonya’nın Mançurya’yı işgal etmesiyle başladı. Çinliler tam 21 ay boyunca Japon ürünlerine sırt çevirdi. İhracat %47 düştü! Japon şirketler Çin’de kepenk kapattı.
Sonrası mı? 2005 ve 2023’te bile, Japonya’nın siyasi hamlelerine ve skandallarına karşı Çin halkı yeniden boykot çağrısı yaptı. Bir nevi “unutmadık, affetmedik” demek gibi…
4. Gandi’nin Tuz Yürüyüşü
Bazen bir tutam tuz, bir ülkenin kaderini değiştirebilir. Şaka yapmıyoruz. Hindistan’ın bağımsızlık yolculuğunda tuzun rolü yadsınamaz!
1882’de İngilizler, Hintlilerin tuz üretmesini ve satmasını yasakladı. Kendi ülkelerinde çıkan tuzu alamayan halk, ithal tuza ve vergilere mahkum edildi. Ve işte burada devreye Mahatma Gandi girdi.
1930’da Gandi, “Tuz Yasası”na karşı şiddetsiz ama etkili bir yöntem düşündü. Yaklaşık 400 km’lik bir yürüyüşe başladı. Evet, tam tamına 24 gün yürüdü! Peşine binlerce insan takıldı. Sonunda Dandi kıyısına ulaştı ve “Hadi bakalım, biz de tuz üretiriz!” diyerek tuz toplamaya başladı.
Bu “Tuz Yürüyüşü” sadece Hindistan değil, dünya çapında ses getirdi. 60 binden fazla insan tutuklandı ama Hint halkının direnci kırılmadı. Gandi, 1931’de serbest bırakıldı ve Hindistan’ın kaderini değiştirecek masaya oturdu.
Ve sonuç? Hindistan 1947’de bağımsızlığını kazandı. Tuz gibi basit ama devrim gibi etkili bir eylemle!
5. Montgomery Otobüs Boykotu
Rosa Parks ismini duymuşsunuzdur. Ama onun o otobüs koltuğunda oturuşu, öyle sıradan bir hareket değildi. ABD’de ırkçılığa karşı en sembolik eylemlerden birine dönüşecekti.
1955 yılında, Alabama eyaletinin Montgomery kentinde, siyahilerin toplu taşıma araçlarında ön koltuklara oturması yasaktı. Koltuklar dolduğunda yerlerini beyazlara vermek zorundaydılar.
Rosa Parks, o gün işten çıkıp eve giderken, otobüste bir koltuğa oturdu. Şoför ondan kalkmasını istedi, ama Parks “Hayır” dedi. Ve bu “hayır”, milyonların sesi oldu!
Gözaltına alınması üzerine şehirdeki sivil toplum kuruluşları hemen harekete geçti. Kadınların Siyasi Konseyi, broşürler bastı, protestolar örgütlendi. Otobüslerin en büyük kullanıcı kitlesi olan siyahlar, otobüslere binmeyi bırakınca işler değişti.
Boykot tam 381 gün sürdü! Ve sonunda ABD Yüksek Mahkemesi, toplu taşımada ırk ayrımını anayasaya aykırı buldu. Rosa Parks ve onun sessiz direnişi tarihe geçti. Tarihe iz bırakan boykot hareketleri yazımıza devam ediyoruz.
Şimdi sizi 1950’lerin sonunda İngiltere’nin yağmurlu sokaklarına götürüyoruz. Julius Nyerere adında bir adam var karşımızda. Geleceğin Tanzanya Devlet Başkanı olacak bu adam, elinde megafon, yüzünde kararlılık… Ne mi söylüyor?
“Biz sizden özel bir şey istemiyoruz. Sadece Güney Afrika mallarını satın almayarak apartheid rejimini desteklememenizi istiyoruz.”
Yani diyor ki: “Almayın kardeşim, o çikolatayı, o kumaşı, o şarabı almayın! Çünkü her alışverişiniz bir ırkçı rejimi ayakta tutuyor!”
İşte böyle başladı Apartheid Karşıtı Hareket’in temelleri. O dönem Güney Afrika’da, beyazlar ve siyahlar arasında tam anlamıyla bir ayrımcılık cehennemi yaşanıyordu. Siyahlar, beyazların yaşadığı yerlere giremiyor, aynı otobüse binemiyor, hatta aynı bankta bile oturamıyordu.
Afrika Ulusal Kongresi lideri Albert Luthuli, bir yıl önce bu çığlığı atmıştı zaten. “Yeter artık!” demişti. Ardından Londra’da Boykot Hareketi doğdu.
21 Mart 1960’ta Güney Afrika tarihine kan bulaştı. Sharpeville Katliamı… Beyaz olmayanların özgürce dolaşmalarını kısıtlayan yasalara karşı yapılan barışçıl protestoda, tam 69 kişi polis tarafından öldürüldü. Bu olay her şeyin seyrini değiştirdi.
Artık sadece alışveriş yapmamak yetmezdi. Kültür, sanat, spor, akademi… Her alanda bu ırkçı rejime karşı tavır alınmalıydı. O yüzden hareket kendini yeniden adlandırdı: Apartheid Karşıtı Hareket.
Britanya, Güney Afrika’dan tekstil alımını %35 oranında azalttı. Güney Afrika 1964 Olimpiyatları’ndan men edildi. Pek çok sanatçı, “Biz o ülkede sahneye çıkmayız,” dedi. BM bile 1980’de tüm ülkelerden kültürel ve akademik ilişkileri kesmelerini istedi.
Boykotlar, o rejimin uluslararası arenada yalnızlaşmasını sağladı. Nelson Mandela’nın 1990’da serbest kalması ve sonunda apartheid rejiminin çöküşü… Bunlar tesadüf mü? Hayır boykotun başarısı…
7. 2005’te Müslümanların Danimarka boykotu
Bu kez rotamızı kuzeye, Avrupa’nın göbeğine çeviriyoruz. 2005 yılında Danimarka’da bir gazete Hz. Muhammed karikatürü yayımladı. Üstelik birinde İslam peygamberi “terörist” gibi resmedilmişti! Böyle bir karikatür yayımlanırsa ne olur? Tabii ki kıyamet kopar.
Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar ayağa kalktı. Protestolar, tepkiler, diplomatik restleşmeler… Ama sadece bunlar mı? Hayır! En güçlü silah devreye girdi: Boykot. Özellikle Orta Doğu’daki marketlerden Danimarka ürünleri birer birer kaldırıldı. Arla Foods gibi dev şirketler kan kaybetti.
Bakın ne diyor şirketin sözcüsü:
“Orta Doğu’daki işimizi kurmamız 40 yıl sürdü, yıkılması sadece 5 gün.” Bu cümle boykotun gücünü anlatan kısa bir destan gibi. Gazete, “karikatürler yasaya aykırı değil ama bazı Müslümanları rencide ettiğimiz için üzgünüz,” deyip topu taca attı. Danimarka hükümeti ise “Basın özgürlüğü var, karışamayız” dedi. Sonuç? Müslümanlar boykota devam etti. Çünkü insanların dini değerleriyle hadsizce dalga geçmek basın özgürlüğüyle açıklanamaz, açıklanmamalı.
8. Air France boykotu
Hayvanseverler sahnede! Konu bu kez maymunlar. Deneylerde kullanılmak üzere 30 saat süren uçuşlarla taşınıyorlar. Evet, tam 30 saat! Hem de canlı canlı!
Ve bu işi yapan şirket: Air France. PETA yani Hayvanlara Etik Muamele İçin Mücadele Edenler, 2012’de kolları sıvıyor. Dünyanın dört bir yanındaki aktivistlerle birlikte Air France’ı hedef alıyorlar. Ama öyle bir hedef almak değil bu… Havalimanlarına dev pankartlar asılıyor. Ünlüler destek veriyor. James Cromwell kendini kafese kapatıyor. Yöneticilerin konuşmaları sabote ediliyor.
Boykot sadece dışarıdan değil, içeriden de yürütülüyor. PETA, şirket yetkilileriyle defalarca görüşüyor. Ve tam 10 yıl sonra, 2022’de Air France geri adım atıyor: “Artık maymun taşımıyoruz.” Bunun adı galibiyet!
9. Grab Your Wallet
2016’da Amerika kıyamet gibi bir seçim atlattı. Donald Trump başkan oldu. Ama bazı insanlar “Bu iş burada bitmez” dedi. Ve yepyeni bir hareket başladı: Grab Your Wallet.
Yani: “Cüzdanını Tut!” Bu ne demek? Paranı nereye harcadığını düşün. Trump ailesinin markalarını, mülklerini, onları destekleyen şirketleri boykot et. Bu fikirle yola çıkan Shannon Coulter, sosyal medyada bir liste paylaştı. Ivanka Trump’ın markasını satan şirketler hedefe alındı. En büyük giyim zincirlerinden Nordstrom, 2017’de Ivanka’nın ürünlerini raflardan indirdi. Grab Your Wallet bir cümleyle özetlenebilir: “Sandıkta kaybetmiş olabiliriz ama her gün kasada oy kullanabiliriz.”
10. İsrail karşıtı boykot
Tarihe iz bırakan boykot hareketleri yazımızın sonuna geldik. Apartheid Karşıtı Hareket’ten ilham alan bir başka dev kampanya: BDS – Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar Hareketi. 2005’te başladı, bugün hâlâ dünyanın en yaygın boykot hareketlerinden biri. Amaç ne? İsrail’in işgaline son vermek, Filistinlilere eşit vatandaşlık hakkı sağlamak, mültecilerin evlerine dönmesini garanti altına almak. BDS sadece şirketleri hedef almıyor. Spor karşılaşmalarından kültürel etkinliklere, akademik ortaklıklardan yatırımlara kadar birçok alanı etkiliyor. ABD’de bir savunma şirketi kapatıldı. Fransız sigorta devi AXA, İsrail bankalarındaki yatırımlarını geri çekti. Starbucks, listede olmamasına rağmen boykot edildi ve satışları %7 düştü. Boykotun etkisi net: İsrail’le çalışan şirketler, artık iki kez düşünmek zorunda.