İnsanlar olarak en büyük tutkumuz ne? Güç, para, aşk… Belki de bunların hepsi ama en büyük takıntımızın ölümsüzlük olduğunu kim inkâr edebilir? Tarih boyunca nice kral, imparator, simyacı ve bilim insanı, sonsuza dek yaşamanın bir yolunu bulmaya çalıştı. Kimileri gizemli iksirler içti, kimileri altın yedi, kimileri ise uykusuz kalmanın ölümsüzlüğü getireceğine inandı. Sonuç? Birçoğu trajikomik şekillerde hayata veda etti! Ama bu, insanlığın ölümsüzlük arayışını durdurmadı. Çünkü “bir gün” birinin başaracağına inanıyoruz! Belki de o gün çok uzakta değildir, kim bilir? Şimdi gelin, tarih boyunca insanların ölümsüzlük uğruna denediği en ilginç ve bazen de fazlasıyla çılgın yöntemlere göz atalım. Bakalım kimler efsane oldu, kimler komik bir hata yaptı! İşte tarih boyunca insanların ölümsüzlük için denediği yöntemler…
1. Mezopotamya’da ölümsüzlük: Uykudan kaçmak
Ölümsüzlük denince akla gelen ilk hikâyelerden biri, Gılgamış Destanı. Tarihin en eski kahramanlarından biri olan Gılgamış, sadece büyük savaşçılığıyla değil, ölüme meydan okuma cesaretiyle de ünlü. Hikâyeye göre Gılgamış, ölümsüzlük sırrını öğrenmek için tufandan sağ çıkmayı başaran bilge kral Utnapiştim’in kapısını çalar. Utnapiştim ise Gılgamış’a gayet “basit” bir test sunar:
Altı gün yedi gece boyunca uyumadan dayanabilirsen, ölümsüzlüğü hak etmiş olacaksın!
Gılgamış “Bu iş kolay!” der ama… Öyle olmaz. Adam daha ilk dakikalarda sızar! Yani, uykuya bile yenilen birine sonsuz hayat vermek, biraz fazla lüks kaçardı. Ama Utnapiştim, Gılgamış’a ikinci bir şans tanır ve ona okyanusun dibinde gençliği geri kazandıran bir bitkinin varlığını anlatır. Gılgamış bu sefer şansa inanır, bitkiye ulaşır ama… Efsanevi bir ters köşe daha! Bir yılan bitkiyi Gılgamış’tan çalar ve sulara karışır. Utnapiştim’in mesajı çok nettir:
Ölümsüzlük bizim işimiz değil, önemli olan iyi bir hayat yaşamak.
2. Antik Mısır: İksirler, ilaçlar ve mumyalar
Tarihte insanların ölümsüzlük için neler yapabildiğini öğrenince hayretler içinde kalıyoruz. Mısırlılar ölümsüzlük konusunu bayağı ciddiye almış bir medeniyetti. Kralları, öldükten sonra dirileceğine inanıyor ve bu yüzden vücutlarını en iyi şekilde korumaları gerektiğini düşünüyorlardı. İşte mumyalama ritüeli böyle doğdu!
Mumyalamanın amacı çok netti:
Vücudunu çürütmezsen, ruhun seni bulur ve tekrar canlanırsın. Bu yüzden firavunlar için devasa piramitler yapıldı, mumyalama teknikleri geliştirildi ve öbür dünya için hazineler biriktirildi. Ama iş bununla da bitmiyordu! Mısırlılar yaşarken de ölümsüzlüğün peşini bırakmadılar. Birçok eski metinde, Mısırlı hekimlerin uzun yaşam sağlayan iksirler geliştirdiği yazılı. Yani aslında mumyalama B planıydı!
Birinci plan, insanları yaşarken ölümsüz kılmaktı. Bunun için bitkisel ilaçlar, büyülü iksirler ve gizli formüller geliştirdiler. Ancak ne yazık ki hiçbir firavun sonsuza dek yaşayamadı.
Peki, Mısırlılar neden hala “ölümsüzlük” konusunda bu kadar ünlü? Çünkü onların “ölümsüzlük anlayışı”, fiziksel hayattan çok öbür dünyadaki yaşama dayanıyordu. Ve kabul edelim, binlerce yıl önce mumyalanan birini bugün bile sapasağlam görebiliyoruz. Yani, bir noktada başardılar diyebiliriz!
MÖ 221 yılı. Çin tarihinin en büyük isimlerinden biri olan Qin Shi Huang, devasa bir imparatorluk kuruyor. Ama asıl meselesi sonsuz güç değil, sonsuz hayat. Çin mitolojisi, ölümsüzlüğün sırrını taşıyan “büyülü iksirlerden” bahsediyordu. Qin Shi Huang, bütün ülkesini tarayarak bu iksirleri arattı.
Ama işin en garip kısmı şu: İmparator, ölüm kelimesinin sarayda kullanılmasını yasakladı!
Etrafında sürekli ölümsüzlük şarkıları söyleyen şairler vardı. Ölümü hatırlamak bile yasaktı. Ama tüm bu çabalarına rağmen kaderden kaçamadı. Peki, Qin Shi Huang neden öldü? Popüler teoriye göre ölümsüzlük iksirlerini o kadar çok içti ki, aslında kendi kendini zehirledi!
Bu iksirlerin en önemli maddesi cıvaydı. Modern arkeologlar, Qin Shi Huang’ın mezarını incelediklerinde normalden 100 kat fazla cıva bulunduğunu tespit ettiler. Ölümsüzlük uğruna zehirlenerek ölmek… ironik değil mi?
Bugün yaşlanmayı geciktirmek için kremler, serumlar, vitaminler kullanıyoruz ama 16. yüzyılda işin ucu biraz kaçmış! Fransız saray mensubu Diane de Poitiers, genç ve güzel kalmanın sırrını altın içmekte bulmuştu! Evet, bildiğimiz altın! Ama yalnız değildi; Antik Çin ve Mısır’da da insanlar “ölümsüzlüğün iksiri” olarak sıvılaştırılmış altını tüketiyorlardı.
Peki, neden altın? Simyacılar, altının bozulmaz, saf ve kutsal bir metal olduğuna inanıyordu. Hatta Çinli simyacı Wei Boyang, MÖ 2500 yılında az miktarda altın tüketmenin ömrü uzatabileceğini öne sürmüştü. Ama işin aslı, zenginlerin elinde bolca altın vardı ve birileri bu altınları eritip “afiyetle” içmelerini sağlamıştı.
Diane de Poitiers de bu akıma sıkı sıkıya bağlıydı. Fransa Kralı II. Henry’nin metresi olan De Poitiers, 66 yaşına kadar bu “sihirli içeceği” tüketmeye devam etti. Ancak 2008’de mezarı açıldığında şok edici bir gerçek ortaya çıktı: Saçındaki altın seviyesi normalden tam 500 kat fazlaydı! Dahası, kemiklerinde cıva izleri bulunmuştu. Yani, gençleşmek isterken yavaş yavaş kendini zehirlemişti!
Günümüzde bilim insanları altın tüketmenin tek etkisinin pahalı bir dışkı yapmak olduğunu söylüyor. Gerçekten de, milyonlarca dolarlık bir tuvalet seansı için değer mi bilemiyoruz!
5. Papanın kan nakli faciası
Tarih boyunca insanların ölümsüzlük için denediği yöntemler yazımızın sonuna geldik. Bugün kan nakli hayat kurtaran bir prosedür ama 1492’de işler biraz ters gitti! Papa Innocent VIII, felç geçirdiğinde doktorları ilginç bir çözüm buldu: Üç sağlıklı gencin kanını papa’ya nakletmek! Orta Çağ tıbbının ne kadar gelişmiş (!) olduğunu buradan anlayabilirsiniz.
Bu operasyon, tarihteki ilk kan nakli girişimi olarak kayıtlara geçti. Ama sonuç? Papa da öldü, gençler de!
Kan naklinin gerçekten işe yarayabilmesi için biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu. 1628’de İngiliz doktor William Harvey, kan dolaşımını keşfetti. 1665’te hekim Richard Lower, köpekler üzerinde başarılı bir kan nakli denemesi yaptı. 1667’de ise bilim insanları koyundan insana kan nakli yaparak biraz daha ileri gitti.
Asıl büyük gelişmeler 20. yüzyılda yaşandı. Geoffrey Keynes, I. Dünya Savaşı’nda savaş meydanında askerleri kurtarmak için taşınabilir kan nakli kitleri geliştirdi. II. Dünya Savaşı’nda ise Dr. Charles Drew, kan bağışı ve depolama sistemleriyle büyük bir devrim yarattı.
Peki ya bugün? Bilim insanları hâlâ gençlik iksirinin peşinde! Genç kan transfüzyonlarının yaşlanmayı geciktirebileceği düşünülüyor. Ama küçük bir detay var: Bu sadece fareler üzerinde kanıtlandı! İnsanlarda işe yarayıp yaramayacağını henüz kimse bilmiyor.
Belki de ölümsüzlük arayışımız sonsuz bir çıkmaz sokak… Ya da belki bir gün, gerçekten işe yarayan bir yöntem bulunacak. Ama uykusuz kalmak, altın içmek veya rastgele insanların kanlarını değiştirmek pek mantıklı bir seçenek gibi görünmüyor, ne dersiniz?