Sinema, yalnızca hikâyeler anlatan bir sanat dalı değil. Aynı zamanda tarihle, edebiyatla ve insan psikolojisiyle iç içe geçen güçlü bir ifade biçimidir. Bu sanat dalının en etkileyici yönlerinden biri, gerçek hayatın beyaz perdede yeniden hayat bulmasıdır. Özellikle toplumları dönüştürmüş, milyonlara ilham vermiş figürlerin sinematik yansımaları büyük bir sorumluluk getirir. Çünkü bu roller yalnızca bir performans değil; aynı zamanda bir mirasın temsilidir. Oyuncular bu tür rollere hazırlanırken, karakterin fiziksel görünümünden öteye geçer. Onların ruhuna nüfuz etmeyi, zaferlerini, çelişkilerini ve tutkularını kendi benliklerinde yeniden inşa etmeyi hedefler. İşte ünlü tarihi figürleri canlandırarak Oscar kazanan oyuncular…
1. Ben Kingsley – Gandhi (1982)
Ünlü tarihi figürleri canlandırarak Oscar kazanan oyuncular listemize başlıyoruz. Ben Kingsley adını duymuşsunuzdur; ama gerçek isminin Krishna Pandit Bhanji olduğunu biliyor muydunuz? Hint kökenli bir baba ile İngiliz bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen bu oyuncu, sahne adını babasının lakabı “Benji” ve büyükbabasının takma adı “King Clove”u birleştirerek oluşturmuş: Ben Kingsley. Londra’daki tiyatro sahnelerinde yaklaşık 15 yıl boyunca emek verdikten sonra, henüz ikinci sinema filminde büyük bir çıkış yaptı. Bu film, Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin lideri Gandhi’nin hayatını anlatıyordu. Kingsley, Gandhi’yi canlandırırken sadece fiziksel benzerlik değil, karakterin ruhunu da yansıtmayı başardı. Bu performansı ona yalnızca Oscar kazandırmakla kalmadı; aynı zamanda onu kuşağının en saygın aktörlerinden biri haline getirdi. Hatta 2001 yılında İngiltere Kraliyet Ailesi tarafından “Sir” unvanı verildi. Bir oyuncunun kariyerinde daha erken dönemlerinde böyle bir başarıya ulaşması nadirdir ve Kingsley bunu ustalıkla başardı.
2. Judi Dench – Aşık Shakespeare (1998)
Judi Dench uzun yıllardır İngiliz sahnelerinin ve sinemasının önde gelen isimlerinden biri. 1997 yılında Kraliçe Victoria’yı canlandırdığı Mrs. Brown filmindeki rolüyle Oscar’a aday olmuştu. Ancak esas ödülü bir yıl sonra Aşık Shakespeare filmiyle aldı. İlginçtir ki, bu filmde Kraliçe Elizabeth I olarak ekranda yalnızca sekiz dakika göründü. Fakat bu kısa süreye rağmen, filme damgasını vurdu. Sahneye girdiği her an izleyiciyi büyüleyen bir otoriteyle rolünü taşıdı. Bu kadar kısa bir performansla Oscar kazanmak olağanüstü bir durumdu. Dench de bu durumun farkındaydı. Ödül töreninde sahneye çıktığında şöyle esprili bir cümle kurdu: “Ekranda yalnızca sekiz dakika geçirdim, demek ki rolümün sadece küçük bir kısmını göstermem yetmiş.” Bu söz, hem tevazu doluydu hem de performansının etkileyiciliğini alçakgönüllülükle ifade ediyordu.
3. Nicole Kidman – Saatler (2002)
Nicole Kidman, Saatler filminde ünlü İngiliz yazar Virginia Woolf’u canlandırdı. Bu rol, onun kariyerinde hem fiziksel hem duygusal olarak en zorlu rollerden biriydi. Bir yıl önce Moulin Rouge ile çok daha renkli, şarkılı bir rolle karşımıza çıkmışken, bu sefer içine kapanık, karanlık ve kırılgan bir karakterle bambaşka bir sınav verdi. O sıralar Tom Cruise ile boşanması gündemdeydi. Medyanın ilgisi üzerindeydi ve bir süre pek çok projeden çekilmişti. Ancak Saatler filminde kalmaya karar verdi, iyiki de öyle yaptı. Bu rol için sağ elini kullanarak yazı yazmayı öğrendi çünkü Woolf sağ elini kullanıyordu. Hatta yazarın alışkanlıklarına birebir uydu: kendi sardığı sigaraları içti. Makyaj, peruk ve özellikle o meşhur protez burunla adeta başka birine dönüştü. Bazı izleyiciler onu ilk bakışta tanıyamadı bile. Bu fiziksel dönüşümün yanında, Woolf’un psikolojik durumunu da derinlemesine yansıttı. Bu çabasının karşılığında da En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını aldı.
Cate Blanchett, klasik Hollywood’un en parlak yıldızlarından biri olan Katharine Hepburn’ü canlandırdığı bu rolle ilk Oscar’ını aldı. Film, Howard Hughes’un hayatını anlatıyor ve Hughes’u Leonardo DiCaprio canlandırıyordu. Hughes’un hayatındaki önemli kadınlardan biri de Katharine Hepburn’dü. Blanchett, bu rol için çok ciddi bir hazırlık sürecinden geçti. Yönetmen Martin Scorsese, ona Hepburn’ün ilk dönemine ait 15 filmin 35 mm baskılarını izletti. Ayrıca Blanchett, tenis ve golf dersleri aldı, hatta Hepburn’ün alışkanlıklarından biri olan soğuk su banyolarını bile deneyimledi. Fiziksel benzerlik için saçlarını ve çillerini ona benzetti; en zorlayıcı kısımlardan biri de Hepburn’ün kendine özgü New England aksanıydı. Bu aksanı taklit etmek için özel bir ses eğitmeniyle çalıştı. Sonuç olarak Blanchett, sadece dış görünüş olarak değil, hareketlerinden konuşmasına kadar Hepburn’ün ruhunu canlandırmayı başardı ve bu çabası Oscar’la taçlandırıldı. Ünlü tarihi figürleri canlandırarak Oscar kazanan oyuncular yazımıza devam ediyoruz.
5. Forest Whitaker – İskoçya’nın Son Kralı (2006)
Forest Whitaker, Uganda’nın tartışmalı lideri Idi Amin’i canlandırdığı bu filmdeki rolü için olağanüstü bir hazırlık süreci geçirdi. Amin yalnızca diktatör olarak değil, aynı zamanda karmaşık ve dengesiz kişiliğiyle de dikkat çeken bir figürdü. Whitaker rolüne hazırlanırken yalnızca kitaplar okumadı, aynı zamanda Amin hakkında çekilmiş belgeselleri izledi, haber görüntülerini inceledi. Dahası, Amin’in konuştuğu Svahili dilini öğrendi ve akordeon çalmayı da rolü için öğrendi. Ama belki de en çarpıcı detay, Amin’in ailesiyle birebir temas kurmasıydı. Hem erkek hem de kız kardeşiyle görüşerek, liderin çocukluk dönemine dair kişisel hikâyeleri dinledi. Bu bilgiler, Whitaker’ın Amin karakterini yalnızca dıştan değil, iç dünyasıyla da yakalamasına yardımcı oldu. Kendisinin dediği gibi, bu rol o kadar derin ve etkileyiciydi ki, adeta 24 saat boyunca, hatta rüyalarında bile Idi Amin gibi hissetmeye başlamıştı. Bu olağanüstü özveri, ona En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını getirdi.
6. Marion Cotillard – La Vie en Rose (2007)
Fransız oyuncu Marion Cotillard, 2007 yapımı La Vie en Rose filminde Fransa’nın en tanınmış şarkıcılarından Edith Piaf’ı canlandırdı. Ancak bu sıradan bir rol alma süreci değildi. Cotillard, rol için fiziksel olarak da çok büyük değişimlere gitti. Örneğin kaşlarını ve saç çizgisini tamamen tıraş ettirdi. Her gün beş saate kadar süren yoğun makyaj seanslarına katlandı. Bunlar, Piaf’a görünüm olarak benzemek için yapılan fiziksel fedakârlıklardı. Ancak işin duygusal ve psikolojik boyutu daha da derindi. Cotillard, Piaf’ın boyunun kısa olması nedeniyle (1.50 cm civarındaydı) kendini daha kısa gösterebilmek için kaslarını kasarak postürünü değiştirmeye çalıştı. Performansı o kadar etkileyiciydi ki, Cotillard bu rolle Oscar kazanan ilk Fransızca konuşan oyuncu oldu. Fakat Cotillard için bu rol sadece bir ödülle sona ermedi. Oyuncunun kendisi daha sonra, Edith Piaf’ın karakterinin psikolojik etkilerinden kurtulmakta zorlandığını itiraf etti.
Sean Penn, Milk filminde Amerika’daki ilk açık eşcinsel siyasetçilerden biri olan Harvey Milk’i canlandırdı. Milk, 1977 yılında San Francisco Denetleme Kurulu’na seçilmişti ve eşcinsel hakları hareketinin simgelerinden biriydi. Ne yazık ki, görevdeyken, eski bir denetçi olan Dan White tarafından San Francisco Belediye Başkanı ile birlikte öldürüldü. Sean Penn bu rol için çok kapsamlı bir hazırlık yaptı. Günlerce aralıksız olarak Harvey Milk’in röportajlarını ve 1984 yapımı Oscar ödüllü The Times of Harvey Milk belgeselini izledi. Bu özverili çalışmasının karşılığı olarak, Penn bu rolle ikinci Oscar ödülünü kazandı.
8. Meryl Streep – Demir Leydi (2011)
Meryl Streep, sinema tarihinin en çok Oscar’a aday gösterilen oyuncusu olarak anılıyor. Ancak tüm bu adaylıklara rağmen uzun süre ikinci Oscar’ını kazanamamıştı. İlk Oscar’ını 1982’de Sophie’s Choice filmiyle aldıktan sonra, 2011 yapımı Demir Leydi ile ikinci kez En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanmayı başardı. Filmde Streep, İngiltere’nin ilk kadın başbakanı ve muhafazakâr lideri Margaret Thatcher’ı canlandırıyor. Thatcher, hem ülkesinde hem de dünya siyasetinde iz bırakmış, oldukça tartışmalı bir figürdü. Streep, Thatcher’ın sadece siyasi yönünü değil, yaşlılık dönemindeki kırılganlığını, yalnızlığını ve geçmişiyle hesaplaşmasını da büyük bir incelikle yansıttı. Film eleştirel anlamda karmaşık tepkiler aldı; bazı eleştirmenler yapıyı zayıf buldu. Ancak Streep’in performansı neredeyse oybirliğiyle övüldü. Mimiklerinden konuşma tarzına, yürüyüşünden jestlerine kadar Thatcher’ı adeta yeniden yaratmıştı.
9. Daniel Day-Lewis – Lincoln (2012)
Ünlü tarihi figürleri canlandırarak Oscar kazanan oyuncular yazımızın sonuna geldik. Daniel Day-Lewis, rolüne hazırlanmakta olağanüstü bir titizlik gösteren ve yöntem oyunculuğunun (method acting) en uç örneklerinden biri olarak kabul edilen bir isim. Lincoln filminde, Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. başkanı Abraham Lincoln’ü canlandırdı ve bu rolle üçüncü Oscar’ını kazandı. Böylece tarihte üç kez En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ı kazanan ilk oyuncu oldu. Bu role hazırlanmak için bir yılını Lincoln hakkında okumalar yaparak geçirdi. Sadece tarihi bilgi edinmekle kalmadı; Lincoln’ün konuşma tarzını, ses tonunu, hatta fiziksel tavırlarını bile analiz etti. Dönem kaynaklarına göre Lincoln’ün beklenenden daha tiz bir ses tonu vardı. Day-Lewis de bu sesi büyük bir özenle geliştirdi.