Çocuklar savaş dönemlerinde savaşlara çeşitli sebeplerle dahil olabiliyorlar. Bunlardan ilki olarak çocuklar savaşa direk dahil olabiliyorlar. Bunun anlamı baya baya ellerine silah verilip cepheye sürülmeleri. İkincisi yan rollerde yer alabiliyorlar. Yöneticilere uşak, casus, gözcü, postacı vs gibi yan görevler… Üçüncüsünde ise çocukların bir propaganda aracı ya da kalkan olarak kullanılmaları.
Tarih boyunca bir çok ülke ya da irili ufaklı yönetimler çocukları savaşlara dahil etti. Bu ülkelerin ya da güçlerin yerel kültürlerinde/geleneklerinde bu gibi eylemler yasaklanmış olsa bile insanların koltuk sevdası yüzünden onların çocukları suistimal etmelerini engelleyemedi.
Çocukların yukarıda bahsettiğimiz durumlar haricinde de savaşlara dahil olduğu görülmüştü. Bunlar genellikle ihtiyaç anlarında öne çıkan ve sorumluluk alan çocuklar olmuşlar ve genellikle de kahraman ilan edilip yüceltilmişlerdir. Savaşlarla alakalı düşüncelerimizi şuradaki listemizde açıkça görebilirsiniz. Biz herhangi bir şekilde savaş övücülüğü yapmıyoruz. Ancak bir şekilde ülkesi, ailesi ya da insanlık için iyi bir şey yapmış olan çocukları da hatırlamakta ve yad etmekte bir sakınca görmüyoruz.
1. ABD – Sovyetler Birliği arasındaki gerilimi azaltan: Samantha Smith
Bu genç uluslararası barış için gösterdiği cesaret ABD ile Sovyetler Birliği halkının birbirini tanımasına yardımcı oldu ve iki büyük süper gücün rekabetini barışa yöneltti. İki ülke arasındaki gerilim 1982 yılında yükselişe geçtiğinde Sovyetler’in yeni lideri Yuri Andropov Time Dergisi’nin 22 Kasım 1982 tarihindeki sayısına kapak olmuştu. Bunu gören 10 yaşındaki Samantha Sovyetler Birliği’nin yeni liderine bir mektup yazmaya karar verdi. Mektupta: “Sevgili Bay Andropov, Benim adım Samantha Smith, 10 yaşındayım. Yeni işinizi kutlarım. Bir süredir ABD ile Sovyetler Birliği’nin nükleer bir savaşın eşiğinde olup olmadığı konusunda endişeleniyorum. Siz oyunuzu savaş yönünde mi kullanacaksınız? Eğer savaş yönünde kullanmayacaksanız lütfen savaş olmaması için neler yapacağınızı söyleyebilir misiniz? Bu soruya yanıt vermek zorunda değilsiniz ama neden Dünya’yı ya da en azından bizim ülkemizi işgal etmek istediğinizi merak ediyorum. Tanrı Dünya’yı biz bir arada ve barış içinde yaşayabilelim diye yarattı.” yazıyordu.
Mektup 26 Nisan 1983’e dek bir yanıt bulamadı. Bu tarihte Andropov Samantha’nın mektubuna yanıt vererek kendisini ve ailesini Sovyetler Birliği’ne davet etti ve Samantha ailesi ile birlikte 2 haftalığına Sovyetler Birliği’ne giderek oradaki halkla iletişim kurdu. Bu ziyaretin sonrasında da Samantha ABD’nin iyi niyet elçisi olarak görev aldı ve başka ülkeleri de ziyaret etmeye devam etti. 25 Ağustos 2985 yılında bir uçak kazasında yaşamını yitiren Samantha Smith ölümünden sonra da ABD ve Sovyetler Birliği tarafından barış elçisi ünvanıyla anıldı.
2. Sırbistan’ın Sezercik’i: Momčilo Gavrić
Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, savaşın henüz ilk günlerinde Avusturya-Macaristan ordusu Momcilo’nun köyünü işgal etti ve ufaklığın evini ateşe verip annesi, babası, kardeşleri ve büyük annesi de dahil olmak üzere tüm köyü katlettiler. Momcilo babasının kendisini köyün dışına göndermesi sayesinde kurtulmuştu. Ailesiz ve evsiz kalan Momcilo aynı gün Sırp ordusuna katılmak için harekete geçti ve 6. Topçu Birliği’ne katıldı. Birlikteki askerlerden birisi onu koruması altına aldı ve yine aynı gün Momcilo ve onu koruması altına alan asker Avusturya-Macaristan ordusuna sessizce yaklaşıp Momcilo’nun ailesini öldüren birimi bularak onları bomba ve şarapnel yağmuruna tuttular. O andan itibaren Momcilo silahı olmasa da resmi ve gerçek bir asker oldu çünkü silah taşıyamayacak kadar küçük ve güçsüzdü. Momcilo daha 8 yaşındayken, yaşıtları henüz ayakkabılarını bile bağlayamıyorken orduda onbaşı rütbesine yükselmişti. Momčilo Gavrić savaştan sonra eğitim için İngiltere’ye gönderildi ve grafik tasarımcı oldu. 28 Nisan 1993 yılında, 86 yaşındayken yaşamını yitirdi.
3. Çocuk işçiliğinin karşısında duran çocuk: Iqbal Masih
Çocuklar yalnızca savaş gibi durumlarda zarar görmüyorlar, malesef bu dünyada hemen her gün çocuklar için bir eziyet. Iqbal için de hayat bir eziyetti. 1983 yılında Pakistan’da Lahor’un biraz dışında bir köyde hayata gelen Iqbal ailesi tarafından abisinin düğün masraflarını karşılamak amacıyla 600 rupi (yaklaşık 15 dolar) karşılığında yerel bir halı dokuma fabrikasına köle olarak satıldı ve aile borcunu ödeyene dek çalışmak zorunda bırakıldı. Patronu onun ve onun gibi diğer çocukların kaçmasını engellemek amacıyla ellerinden zincirle bağlayarak çalıştırıyordu. Günde 14 saat sadece 30 dakika mola vererek ve 7 gün boyunca çalışıyordu. Iqbal 10 yaşına geldiğinde köleliğin Pakistan yönetimi tarafından yasaklandığını öğrenince, zincirlerini kırıp kaçtı. Fakat polisler tarafından yakalandı ve patronunun polislere verdiği rüşvet karşılığında yeniden işine dönmek zorunda bırakıldı ama kendisi yeniden kaçtı ve Pakistan’da köle işçiliğe karşı faaliyetler yürüten bir örgüte katılarak dünya çapında konuşmalar yapıp sadece Pakistan’da 3000’den fazla çocuğu kölelikten kurtardı. 12 yaşındayken 16 Nisan 1995 yılında ABD gezisinden dönüşünün hemen ardından vurularak öldürüldü. Iqbal’in gözü dönmüş bir çiftçi tarafından öldürüldüğünü düşünenler de var, çocuk işçiliğinin karşısında durduğu ve bu konuda yarattığı vizyon yüzünden öldürüldüğüne inananlar da.
4. Fedakarlık ve cesaretin sembolü: Jordan Rice
2011 yılında Avustralya’da gerçekleşen sel sırasında Jordan, annesi ve Jordan’ın erkek kardeşi bir arabada sıkışıp kaldılar. Görevliler Jordan’ı ve ailesini kurtarmak için geldiğinde Jordan önce 10 yaşındaki kardeşinin ve annesinin kurtarılması konusunda ısrarcı davrandı. Kurtarma görevlileri 10 yaşındaki Blake’i kurtardıklarında sel Jordan’ın ve annesini sürükledi ve ölmelerine sebep oldu.
Jordan’ın hikayesini benzerlerinden ayıran ise, onun yüzmeyi bilmiyor olmasına rağmen önce ailesini düşünmesi ve kendisini feda etmesi. Jordan’ın hikayesi insanların zorunlu kaldıklarında ihtiyaç duyacakları cesarete ve fedakarlıkta bulunma gücüne sahip olduklarının kanıtıdır.
5. Sistemin içine girip sistemle savaşacak kadar gözü kara: Shahid Azmi
Yaşadığımız süre boyunca hepimiz belli dönemlerde belli sistem eleştirileri yapmış ya da yapılan eleştirilerin arkasından yürümüşüzdür. Eğitim sistemi ve adalet sistemi de malum, Türkiye’de olduğu gibi dünyanın bir çok ülkesinde de en çok eleştirilenler arasında. Shahid Azmi de Pakistan’daki adalet sistemini vaktiyle çok eleştirip, haksız yere terörist suçlamalarına maruz kalmış ve 7 yıl mahkumiyete maruz bırakılmış birisi. Fakat onu sizden (ve bizden) farklı kılan özelliği Azmi’nin hapse atıldıktan sonra Yusuf’un okulunda kendisini geliştirmesi ve avukat olması. Shahid Azmi 2003 yılındaki beraatinden sonra 2011 yılındaki katline dek 17 farklı haksız suçlanan kişiyi mahkumiyetten kurtardı.
6. İngiltere’nin başının belası, Hindistan’ın kahramanı: Bhagat Singh
Hindistan’ın İngiltere’ye karşı başlattığı Hindistan Özgürlük Hareketi’nin en etkili devrimcilerinden birisiydi. Bhagat Singh henüz gençken Avrupa’da gerçekleşen devrimci hareketleri çalışmaya başlamış ve anarşizm ile Marksist ideolojilere ilgi duymaya başlamıştı. Daha genç yaşında birçok devrimci harekete katıldı ve bir çok harekette lider pozisyonunda bulundu. Eylemlerinin sonucunda tutuklandı ve hapse atıldı. Hapiste 116 gün boyunca İngiliz ve Hint tutukluların tümüne eşit politik hak verilmesi amacıyla ölüm orucu tuttu ve kararlılığı sayesinde ülke genelinde destek topladı. Hapisteyken 2 arkadaşıyla birlikte o dönem Hindistan’da yetkili yönetici olarak bulunan Lord Irwin’e bir mektup yazarak kendilerinin asılarak değil savaş suçluları gibi vurularak idam edilmelerini istediklerini ilettiler. Bu sayede ölümlerinin Hindistan gençliğine ilham vereceğini ve onların İngilizlere karşı ayaklanacaklarını düşündüler. Bhagat Singh 23 Mart 1931 yılında 23 yaşında silahla vurularak idam edildi ve Hindistan Özgürlük Hareketi ülke çapına yayıldı.
7. Alev savaşçısı: Lai Ning
Lai Ning 1974 yılında doğdu. Henüz ilkokuldayken fazlasıyla hırslı bir öğrenciydi. Bir keresinde öğretmeni ona “büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” sorusunu yöneltti ve Ning hiç tereddüt etmeden jeolojist olmak istediğini söylemişti ve henüz ilkokulu bitirmeden doğadaki tüm elementleri öğrenmişti. Okulda fazlasıyla başarılı ve şu ara bizim tam bir inek diyeceğimiz cinsten bir öğrenciydi. Arkadaşlarını ispiyonlamak, her dersten tam not almak gibi başarılı öğrencilerin sahip olduğu tüm özelliklere sahipti.
1988 yılında köyünün yakınındaki bir fabrikada çıkan yangın, fabrikanın yakınındaki ormana sıçramıştı ve ormanda bulunan uydu alıcısına doğru ilerliyordu. Lai Ning gönüllü olarak yangın söndürme ekibine katıldı ve yangının aksi yönünden başlattığı yeni bir yangın sayesinde uydu alıcısını ve köyünü kurtardı. Ancak kendisi iki alevin arasında kalarak yaşamını yitirdi.
8. Ölümünden 490 yıl sonra onuru bahşedilen savaşçı: Jeanne d’Arc
Jeanne d’Arc 6 Ocak 1412 yılında Fransa’da 5 çocuklu bir çiftçi ailesinin ortanca çocuğu olarak doğdu. 12 yaşındayken Fransa ile İngiltere arasındaki Yüzyıl Savaşları sırasında VII. Charles ile birlikte Fransa’yı koruması yönünde vahiy aldığını söylemeye başlamış ve 16 yaşındayken savaşa katılmıştır. 23 Mayıs 1431 yılında henüz 19 yaşındayken erkek giysileri giyip savaştığı ve gaipten sesler duyan bir cadı olduğu gerekçeleriyle engizisyon mahkemesinde yargılanmış ve idama mahkum edilmiştir. 30 Mayıs 1431 yılında Rouen kentinde 10.000 kişinin gözü önünde diri diri yakılmıştır. Ölümünden 490 yıl sonra idam kararını veren aynı kilise tarafından Fransa’nın Koruyucu Azize’si ve Orleans Bakiresi ilan edilmiştir.
9. Bir müfrezeyi tek başına alt eden 14 yaşındaki Osman
Nurşen Mazıcı’nın üniversite öğretimim sırasında bir dersinde söylediği bir laf vardı: “Her milletin belli bir uzmanlığı vardır ve o alanda isim yapmışlardır. Örneğin İsrailliler paradan anlarlar, Türkler savaşmayı bilirler ve kayıt tutmayı bilmezler.” Türkler olarak bizler hakikaten kayıt tutmayı, tarih öğrenmeyi bilmiyoruz. Bizim için tarih şanlı kahramanlıklardan oluşan milliyetçi ve kafatasçı bir gelenek. Bu kayıt tutamıyor oluşumuzun ceremesini çokça çekmişizdir de, kendi kahramanlarımızla ilgili de kayıtlara sahip olmamak üzücü. O kişilerin anısına yaptığımız bir ayıp. Konuyla ilgili çok fazla kayıt olmamakla birlikte İsmail Habib Sevük’ün Yurttan Yazılar eserinde Çukurovalı 14 yaşındaki Osman’ın Kurtuluş Savaşı sırasında bir binada kıstırılan Fransız birliklerine verdiği zarardan bahsedilir. Anlatıldığı kadarıyla, Fransız müfrezesi bir binaya sığınır ve tüm uğraşlara rağmen binadan çıkartılamazlar. Kuşatmayı sürdüren Türk askerleri Fransızlara destek gelmesinden korkmaktadırlar ama çaresizdirler. Bir gece karanlıktan faydalanan 14 yaşındaki Osman binanın çatısına çıkar ve gaz yağı ile binayı ateşe verir ve Fransız askerlerini dışarı çıkmaya zorlar ve askerler ele geçirilir. Olay sonrasında Osman’a ne olduğu ya da Osman’ın kim olduğu muallak. Ama Osman tarihteki yerini bir müfrezeyi alt eden çocuk olarak almıştır.
10. Vatanı için canını veren isimsiz 120 çocuk
1. Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Ruslara karşı İran sınırında savaşan Türk askerlerinin cephanesi tükenmişti, cepheye cephane götürülmesi gerekiyordu ve ihtiyaç duyulan cephane Van’da mevcuttu ancak cephaneyi taşıyacak güç yoktu. Bu yüzden Van’da yaşayan 120 isimsiz kahraman cephaneyi İran sınırına taşımakla görevlendirildi. Bir taraftan yoğun kış koşulları bir taraftan da Ermeni çete saldırılarına rağmen cephane sınıra ulaştırılır ve geri dönüş yolunda yoğun kar yüzünden çocukların büyük kısmı hayatını yitimiş, Van’a yalnızca 40 çocuk ulaşabilmişti. Sonradan bu 40 çocuktan 18’i daha şehit olmuş ve sadece 18 kişi hayatta kalmıştır. Bu olay 2008 yılında Özhan Eren tarafından sinemaya 120 ismiyle uyarlandı. Ancak malesef film beklendiği ya da hak ettiği ilgiyi görmedi.
BONUS: Grand Turco, İstanbul fatihi: Mehmet, Fatih Sultan Mehmet!
Fatih Sultan Mehmet’in Osmanlı padişahları arasında en kafası çalışan adam olduğunu söyleyebiliriz. Daha 13 yaşındayken babası II. Murat tarafından koca ülkenin başına getirilmiş, ama 2 yıl içinde bu görevi yapamayacağını, henüz erken olduğunu fark edip babasını yeniden göreve çağırmıştır. Babası gelmeyince de postayı koyup: “Eğer padişahsan gel ordunun başına geç, yok eğer padişah bensem emrediyorum, ordunun başına geç” demiş ve daha çocuk yaşta zekasını kanıtlamıştır. O dönemde Osmanlı Devleti’nde bir gelenek olarak devam eden şehzadelere meslek edindirme çalışmaları doğrultusunda Şehzade Mehmet top döküm işini seçmiştir. Babası II. Murat’ın vefatından sonra Şehzade Mehmet yeniden tahta çıkar ve tahta çıkışından 1 yıl sonra 21 yaşında İstanbul’u fetheder. İstanbul’un fethi başta, çağ açıp çağ kapattığı ve Bizans İmparatorluğu’nun sonunu getirip Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü sağladığı için önemlidir.