Sanat eserlerinin uyarlanması meselesi, özellikle günümüz dünyasında bir hayli yaygın olan önemli bir çalışma biçimi. Dönüşen teknolojiyle birlikte yaratılan ve kendini geliştiren teknikler, yazılı metinlerde oluşturulan atmosferlerin harekete geçirilmesi sonucunda yeni bir boyut kazanıyor ve yeniden tanımlanıyor.
Yönetmen Laura Scrivano’nun çalışmasıyla uyarlanan T.S. Eliot şiiri J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı‘yla tanışın.
Disiplinlerarası etkileşimler her geçen gün yeni bir ifade alanı yaratıyor ve pek çok açıdan kendini ilerletiyorT.S. Eliot’un kısa filme uyarlanan ünlü şiiri “J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı” da bunlardan biri
Yönetmen koltuğunda Laura Scrivano’nun oturduğu filmin başrolünde ise Daniel Henshall yer alıyor
Çekimleri “The Passion Films” adlı şirketin bünyesinde gerçekleşen filmin yönetmeni Laura Scrivano, söz konusu çalışma ile ilgili olarak yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Çok, gerçekten çok sayıda sohbetten ve tartışmadan sonra tüm şiirin anlamını ve onu ekrana nasıl uyarlayabileceğimizi kavrayabildik. Daniel’la orijinal metnin kendine has muğlaklığını bilinir kılmaya yeltenecek yorumlamalar yapmamak konusunda anlaşmıştık. Şiir her şeyle ilgili olabilirdi, ama olmayabilirdi de. Eliot’un sihirli sözcükleri hem tüm insanlığın belirsizlik ve yalnızlık deneyimini ifade edebilecek kadar evrensel, hem de yalnızca Prufrock’un aynası olabilecek kadar özeldi. Orijinal metinde zaman gerçekte olduğu gibi kaygandı. Biz de film yapımcıları olarak metnin bize verdiği doğrusal olmayan özgürlükten memnunduk.”
Şiirde modernleşme sürecinin öncülerinden olduğu kabul edilen şiir, aynı zamanda bir tür iç hesaplaşma hissini var ediyor
A Lovesong (Aşk Şarkısı)
T.S. Eliot – J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı
Gidelim öyleyse, sen ve ben,
Akşam gökyüzüne baştan başa yayılınca
Bir masa üstünde eterlenmiş hasta gibi;
Gidelim, belirli yarı-terk edilmiş sokaklardan
Mırıltılı yalnızlıklarına
Bir gecelik ucuz otellerdeki tedirgin akşamların
Ve bıçkı tozu serpilmiş, istiridye kabuklu lokantaların:
Sokaklar ki sinsi amaçların yarattığı
Sıkıcı bir tartışma gibi arkadan gelir
Götürmek için ezici bir soruya sizi…
Ah, sorma ‘o nedir?’ diye
Gidelim haydi ziyarete.
Kadınlar odada gidip gelmede
Konuşaraktan Michelangelo üstüne.
Sarı sis ki sırtını vermededir pencere camlarına,
Sarı duman ki gemini sürmededir pencere camlarına
Gecenin dört bucağına diliyle yalanmış,
Lağımlar içindeki gölcükler üstünde oyalanmış,
Boşvermiş bacalardan düşen kurumların üstüne düşmesine
Taraça yanından kaymış, ansızın bir sıçrayış yapmış
Ve yumuşak bir ekim akşamı olduğunu görüp
Bir zamanlar evin etrafına kıvrılmış, uykuya dalmıştı.
Ve gerçekten bir zamanı olacaktır
Sokak boyunca akıp giden o sarı dumanın
Pencere camlarına sırtını sürerekten;
Bir zamanı olacaktır, bir zamanı
Karşılaştığın yüzleri karşılayacak bir yüz hatırlasın;
Bir zamanı öldürmek ve yaratmak için,
Bir zamanı tüm işlerine ve günlerine ellerin
O eller ki bir sorun uzatıyor önündeki tabağa;
Bir zamanı senin, bir zamanı benim
Bir zamanı yüz türlü düş ile düşüncenin
Kızarmış bir dilim ekmek gibi, bir çay almadan önce.
Kadınlar odada gidip gelmede
Konuşaraktan Michelangelo üstüne.
Ve gerçekten bir zamanı olacaktır
Meraklanmanın, ‘Yeltenir miyim?’, ‘Yeltenir miyim hiç?’
Bir zamanı dönmenin, merdivenleri inmenin,
Saçlarımın ortasında kel bir nokta ile-
(Diyecekler ki: ‘Saçları nasıl da incelmede!’)
Sabahlık ceketim, yakam çeneme uzanmış direngen
Kravatım zengin ve sade, gelişigüzel bir iğnenin tuttuğu-
(Diyecekler ki: ‘Kolları ve bacakları ne kadar cılız!’)
Yeltenir miyim
Altüst etmeye evreni?
Bir dakikanın terslediği
Kararlar ve yeniden gözden geçirmeler için
O dakikada bir zaman var.
Çünkü bilmişimdir onları, bilmişimdir hepsini-
Bilmişimdir akşamları, sabahları, öğleden sonraları.
Ölçmüşümdür hayatımı kahve kaşıklarıyla:
Bilirim ölümcül düşüşlerle ölen sesleri
Öteki odadaki müziğin etkisiyle
Öyleyse nasıl farzetmeliyim?
Gözleri de bilmişimdir, bilmişimdir hepsini-
Gözler ki biçimsel bir deyim içine mıhlarlar sizi,
Biçimleştirilip mıhlanırsam ben de bir toplu iğne ucunda,
İğnelenirsem ve solucan gibi kıvrılırsam duvarda
O zaman nasıl başlayabilirim
Tükürmeye kırıntılarını günlerimin ve yönlerimin?
Ve nasıl farzedebilirim?
Kolları da bilmişimdir, bilmişimdir hepsini-
Kollar ki bilezikli, ak ve çıplak
(Ama lamba ışığı altında, açık kahverengi saçlarla örtülü!)
Lavanta mı dersin bir tuvaletten
Beni bu kadar konu-dışı söyleten
Kollar ki masaya yaslanan, üstüne şal örtünen.
Öyleyse nasıl girişmeliyim?
Nasıl başlamalıyım?
Diyeyim mi ki alaca karanlıkta dar yollardan geçtim de
Pipolarından yükselen dumanı seyrettim
Gömlekli yalnız insanların pencerelerden sarkan?..
Âdi bir istakoz kıskaçı olmalıydım
Durgun denizlerin katlarına sığınan.
Öğle sonu, akşam, öyle rahat uyuklamaktadır!
Uzun parmaklarla okşanmış, pürüzsüz
Uykuda… yorgun… ya da yapmacıksız hasta,
Uzanmış döşemeye yanıbaşımızda sayıklamaktadır.
Çaydan pastadan, dondurmadan sonra asıl
Zamanı kriz noktasına zorlıyacak takati bulursam nasıl?
Ağladımsa, oruç tuttumsa, ağlayıp dua ettimse de
Gördümse de kafamın (hafifçe kelleşen) bir ceviz tepside taşındığını içeri:
Peygamber değilim ben -bunda büyük bir dâva da yoktur
Gördüm büyüklük anımın yanıp söndüğünü esnediğini
Gördüm öncesiz uşağın paltomu tuttuğunu kişnediğini
Ve kısacası korkmuştum.
Bir değeri olacak mıydı, her şeye karşın
Fincanlar, reçeller, çaylar sonunda,
Porselenler arasında, söyleyişler arasında,
Bir değeri olacak mıydı
Bir gülüşle meseleyi ısırıp koparmanın
Dünyayı bir top gibi sıkıştırmanın
Onu ağır meselelere yuvarlamanın:
“Ben Lazarus’um, ölümden döndüm
Gördüklerimi anlatmaya, her şeyi anlatacağım” demenin
Bir değeri olacak mıydı
Eğer biri, başucuna bir yastık uzatıp
Demiş olsaydı; “Amacım o değildir aslâ.
Amacım o değildir aslâ.”
Bir değeri olacak mıydı, her şeye karşın,
Bir değeri olacak mıydı,
Günbatımından, kapı önlerinden, dağınık sokaklardan sonra,
Okunan romanlardan, sürünen eteklerden, fincan ve tabaklardan sonra-
Bu ve daha ne kadar fazlası?-
İstediklerimi söyliyebilmek imkânsız
Ama sihirli bir fener sinirleri perdeye yansıtıyor apansız:
Bir değeri olacak mıydı
Eğer biri, bir yastık uzatarak ya da bir şal atarak
Ve pencereye doğru bakarak, demiş olsaydı:
“Hayır o değildir aslâ,
Amacım o değildir aslâ.”
Yooo! Prens Hamlet değilim ben, olmak da istemem;
Ben bir saray mabeyincisiyim, öyle ki görevim,
Bir olayı şişirmek, birkaç sahne yaratmak
Kuşkusuz prense kolay bir yol bulup anlatmak,
Saygılı, basiretli, titiz,
Belâgatlı, ama birazcık kalın kafalı;
Bazan, gerçekten gülünç
Bazan, basbayağı zırdeli.
Yaşlanıyorum… Yaşlanıyorum…
Pantolonu paçalarını katlanmış giyeceğim, sanıyorum.
Saçlarımı arkadan mı tarayıp açacağım? Yiyebilir miyim şeftaliyi?
Beyaz fanilâ pantolon giyip dolaşacağım sahili iyi
Denizkızları şarkılarla döküyorlar içlerindeki sevgiyi.
Bana da şarkılar söyliyeceklerini ummasam da
Dalgaların sırtında dolaştıklarını gördüm ummanda
Dalgaların ak saçlarını tarayaraktan
Rüzgârla suların ağarıp karardığı an
Oyalandık sarayında denizin
Kendimizi yosun duvaklı su perileri dünyasında bulduk
Uyandırıncaya dek insan sesleri bizi, ve boğulduk.
Kaynak: 1