11 Suriyeli ve 1 Fransız genç Almanya’ya gitmek için çıktıkları göç yolunun güncesini tutuyorlar. Denk gelenler güncenin ilk bölümünü geçen hafta sitemizden okumuşlardır. Okumayanlara tavsiyemiz önce buradan güncenin ilk bölümünü okuyunuz, bölümün sonunda buraya yeniden linkleneceksiniz.
Biz yazılanları ilk önce yeşil gazete‘de gördük, yayınlamak istedik, sağ olsunlar bizi kırmadılar. Güncenin ikinci bölümü kaldığı yerden devam ediyor.
Huzurlarınızda 12 dostun Türkiye’den Almanya’ya yolculukları sırasında, sınırları geçerken, tuttukları günce.
***
(Arapça’da Nafar isimsiz olan, hakları bulunmayan, kalabalık arasında yalnızca bir numarayı ifade eden anlamına geliyor ve kaçakçılar müşterilerini Arapça böyle adlandırıyor: “Sadece bir para kesesi”)
Kaçakçılar
Bölüm 2.1’e kadar olan görseller temsilidir
Türkiye’den Yunanistan’a yaygın olarak gemiyle geçiliyor. Anakaradan sadece birkaç kilometre uzaklıkta birçok Yunan adası var. Tercih edilen varış yerleri Sakız, Sisam, İstanköy (bunlar 10 km’den daha da yakın) ve Midilli adaları. Fakat bazı küçük adalar da alternatif olarak tercih edilebiliyor.
Grubumuzdaki iki arkadaş genellikle kaçakçı işiyle ilgileniyordu. Bu arkadaşlar öncelikle halihazırda Yunanistan’a geçmiş olan başkaları tarafından “önerilen” kişilerle iletişime geçmeye başladılar. Toplamda 30 civarında kişiyle telefonda konuştular ve bunlardan 15’iyle İzmir’de doğrudan görüştüler. Kaçakçılar daima takma isimler kullanıyorlar: Tunuslu, Filistinli Abu Ali (Ali’nin babası), vs… Ayrıca pek çok farklı aracıyı da içeren oldukça hiyerarşik bir sistemleri var.
İzmir’e vardığımızda, geçiş için ortalama ücret 1000 dolardı
6 gün sonra ise daha çok 1200 ya da 1300 dolar istenmeye başlanır oldu. Fiyattaki artışın sebebi geçen haftalardaki yoğun göçmen trafiği ya da Türk polisinin artan müdahaleleri olabilir.
Kaçakçıyı seçmek için bizim temel kriterimiz en azından minimum düzeyde güvenebileceğimiz birini bulmaktı. Hepsinin yalan söylediği aşikar, ama bazı yalanlar gerçekten fazlasıyla büyük. Örneğin, Abu S.’yle, Baba filminden fırlamış mafya kılığıyla tipik bir gangsterle buluştuk. Söylediğine göre, daima önden Yunanistan’a gidip geri gelen boş bir gemiyle yol durumunu kontrol ediyormuş, denizde ufacık bir dalga olduğunda geminin yola çıkmasına izin vermezmiş, hatta ve hatta başka bir gemi bizi takip edecek ve bu gemideki balık adam gemimizin motorunda bir sorun olması durumunda gelip tamir edecek ya da bizi kendi gemisine transfer edecekmiş. Yani dediğimiz gibi, kaçakçıların hepsi yalancı ama bazıları diğerlerinden daha da fazla. İkinci kriterimiz gideceğimiz adaydı: olabildiğince az risk almak için kıyıdan 15km’den daha fazla uzak olmayan bir adaya varmak istiyorduk. Sakız ya da İstanköy bizim tercih ettiğimiz adalardı. Bazı adalar aynı zamanda askeri bölgeler, ya da bir göçmen ofisine sahip değiller. Bu da Yunanistan’a girişimizdeki yasal süreci daha zor ve uzun hale getirebilir.
Son kriterimizse gemide bizimle birlikte seyahat edecek kişi sayısıydı
Şişme botların (Arapça’da Balem) ebatı 6 metre ila 9 metre arasında değişiyor (genişlikleri yaklaşık 1,5 metre) ve genellikle büyükçe olanlarında 35 ila 55 kişi oluyor (en fazla 60). Nihayet, ve diyebiliriz ki onca araştırmaya ve kritere rağmen, sonunda biz de Sakız adasına gitmesi gerekirken Midilli’ye (en uzak adaya) doğru yol alan bir botta bulduk kendimizi. Sadece 33 kişiydik, fakat 6,5 metrelik küçük bir botta… Botun sürücüsü her zaman yolculardan biri oluyor. Bu kişi bedava seyahat ediyor ama daha çok risk alıyor. Eğer polis tarafından yakalanırsa 8 yıla kadar hapse mahkum olabilir.
Geçiş genellikle şu şekilde gerçekleşiyor: Bir kaçakçı bulup koşullarda anlaştıktan sonra size bir buluşma noktası ve yolculuk saati bildiriliyor
Ödeme için 2 farklı seçenek var: yaygın olan yöntem paranızı gayriresmi bir ofise bırakmak. Bunun için kişi başı 50 dolar ödemeniz gerekiyor ve eğer geçiş planlandığı gibi gerçekleşmezse paranızı geri alacağınız söyleniyor. Eğer geçebilirseniz parayı kaçakçı alıyor. Tabi ki bu ofislere tamamen güvenmek ve paranızı geri alabileceğinizden emin olabilmek mümkün değil, fakat çoğu zaman başka bir şansınız da yok. İkinci yöntem ise paranızı güvendiğiniz ve bütün bu geçiş süreci boyunca kaçakçının yanında kalacak bir üçüncü kişiye bırakmak. Bu yöntem daha iyi ancak üçüncü kişi için tehlikeli olabilecek bir durum. Sonuçta kaçakçıların melek gibi insanlar olduğu söylenemez.
Para meselesi çözüldükten, çantanızı olabildiğince küçük olacak şekilde hazırladıktan, bütün eşyalarınızı (sudan korumak için) plastik poşetlere ve streç filme sardıktan, ve gelecek saat veya günlerde hayatta kalabilmek için gerekli su ve yemeği yanınıza aldıktan sonra yeni yoldaşlarınızla tanışıyorsunuz ve bir taksi veya otobüsle ormandaki gizli bir noktaya doğru yola çıkıyorsunuz. Bota binmek için. Seyahati satan kaçakçılar çoğunlukla Arapken bu noktadan sonra sıra Türk kaçakçılara geliyor. Bu kişiler oldukça sert olabiliyor, son anda vazgeçmeleri riskine karşı insanları silah zoruyla bota bindirmeleri hiç de az rastlanan bir şey değil. Polis de genellikle bu noktada grupları yakalıyor, Türk kaçakçıları tutukluyor ve çoğunlukla grubun geri kalanını ya orada bırakıyor ya da iki günlüğüne gözaltına alıyor. Eğer böyle bir şey başınıza gelmezse kalabalık bir bota binip varış noktasına doğru yola koyulacak, bu sırada denizin sakin olmasını ve deniz polisinin sizi yakalayıp Türkiye’ye geri dönmeye zorlamamasını umut edeceksiniz.
Bölüm 2.1 Midilli, Midilli Adası: Avrupa’ya Hoşgeldiniz
Midilli Adası’na gecenin ilerleyen saatlerinde vardık ve Midilli şehrine yürüyerek ertesi sabah ulaşabildik. Denizi geçmek için kullandığımız botu bıraktığımız yerde bir balıkçının aldığını gördük. Göçmenlerin sırtından dönen paralel ekonomiye bir başka örnek.
Yunan adalarında süreç şöyle ilerliyor: Vardıktan sonra yerel otoritelere kayıt olabilirsiniz. Sizi (eğer varsa) bir kampa götürecekler ve birkaç gün içinde de yasal olduğunuzu gösteren bir belge alacaksınız. Bu belgeyle ülkede belli bir süre için yasal olarak ikamet edebilirsiniz, aynı zamanda iltica başvurunuz da işleme girecek. Pratikte pekçok göçmen bu belgeyi ülke içinde rahatça seyahat edip yola devam etmek için kullanıyor. Hem iş imkanları hem de iltica koşulları yetersiz olduğu için sadece küçük bir kısım Yunanistan’da kalmayı tercih ediyor.
Yasalara göre Yunanistan da Dublin II düzenlemesinin (mültecilere ulaştıkları ilk ülkede sığınmaya başvurma zorunluluğu getiren AB yasası) dahilinde
Ancak 2011’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yunanistan’ın temel sığınma hakkını çiğnediğine karar vermesiyle, Avrupa’nın pek çok ülkesinden Yunanistan’a olan geri göndermeler durdu. Bütün Avrupa ülkeleri, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin imzacıları. Bu nedenle mültecileri kabul etme yükümlülükleri var. Fakat bir ülkeye sığınma talebinde bulunmak için öncelikle orada olmanız gerekiyor. Hal böyle olunca, sığınma hakkınızı arayabilmek için sınırları yasadışı olarak geçmek ve hayatınızı tehlikeye atmak zorunda bırakılıyorsunuz.
Biz karakolda kayıt işlemlerini yaparken gruptaki Fransız arkadaşımız feribotla, 1 saat 40 dakikada (geri kalanımızın 4 saatlik yolculuğuna karşılık), 1250 dolar yerine 25 euro ödeyerek ve sadece pasaportunu göstererek Yunanistan’a geldi. Sınırlar karşısında hepimiz eşit değiliz ve özgürlük herkes için aynı anlama gelmiyor.
Ertesi gün içimizden beş kişi belgeleri beklemek için kampa gitti, diğerleriyse sahilde dinlendi
Midilli Adası’na her gün ortalama 1000 göçmen ulaşıyor. Adada iki farklı kamp var, birisi Suriyeli’ler için, diğeri başka milliyetlerden olanlar için. Suriyeliler için olan prosedür hem daha hızlı hem de daha kolay, biz belgelerimizi iki gün içinde alabiliyorken diğerleri birkaç hafta boyunca beklemek zorunda kalabiliyor. Midilli’deki Suriyeli kampı açık bir kamp. Kampın altyapısı çok kötü, sadece birkaç çadır var, tuvaletler felaket durumda ve pek çok göçmen dışarıda uyumayı tercih ediyor. Öte yandan bir grup gönüllü ve göçmen mekanı temiz ve “yaşanılabilir” tutmaya çalışıyor.
Kampın içinde Türkiye’den Midilli’ye geçişle ilgili her türlü farklı hikayeyi duyabilirsiniz
Kimi insanlar denizde 12 saat geçirmiş, kimileriyse saldırıya uğrayıp belgeleri ve paraları dahil herşeylerini kaybetmişler. Göçmenlerin çoğunluğunu genç erkekler oluşturuyor. Ancak birçok aile ile bir kısım hamile kadın ve yaşlı insanı da görmek mümkün. Geldiğimiz gün kampta yaşlı bir adamın ölmüş olduğunu duyuyoruz. Ailesinden iki kişi daha kamptaymış. Acılarını hayal bile edemiyoruz. Burada, kendi topraklarından ve ailelerinden çok uzakta olmak…
Yetersiz koşullara rağmen İzmir’de yaşadığımızdan çok daha keyifli bir atmosfer var
En sonunda bütün bu insanlar başarmışlar, hepsi Avrupa’ya geçmiş. Denizdeki yolculuk geride kalmış. Akşamüzeri saat altı civarında, kampa hijyen maskeleriyle (ne güzel karşılama) polisler geldi ve bizimle aynı gün oraya ulaşmış olan 400 Suriyeliyi tek tek çağırarak belgelerini verdi. Bizim sıramız geldiğinde öyle heyecanlı ve mutluyduk ki bunu kampta tanıştığımız başka güzel insanlarla beraber kutlamaya karar verdik.
Bu partiyi hepimizin hayatı boyunca hatırlayacağına şüphe yoktu
O gün hayatımızın değiştiğini hissetmiştik. Bundan sonra bizi nelerin beklediğini bilmiyorduk ama bir şey kesindi ki asla dün gibi olmayacaktı. Midilli’de bir gün daha kaldık, çünkü orayı çok sevdik. Çünkü harika yemeklerin, sahilin ve denizin keyfini çıkarabilir, neredeyse kendimizi tatilde olduğumuza inandırabilirdik. Hep beraber karar verdik ki mülteci statümüzü aldıktan ve daha fazla seyahat özgürlüğü kazandıktan sonra buraya geri döneceğiz. Burası çok güzel bir yer. Tabi ırkçılıkla yine karşılaştık, bir görevli bizi açık ve ücretsiz bir sahilden dışarı atmaya çalıştı mesela. Ama şimdi güçlü hissediyorduk, yasal belgelerimiz elimizdeydi. Bu hakkımızı savunmak ve kazanmak için yeterliydi.
En sonunda Atina’ya doğru feribota bindik, feribot daha güzel bir gelecek umudunu taşıyan yüzlerce insanla doluydu.
***
11 Nafar ve 1 İnsan
Biz 12 kişilik bir grubuz. Türkiye ya da Suriye’de tanışmış ve Avrupa’ya beraber gitmeye karar vermis 12 umut ve hayalle dolu genç insan. Grubumuzda bir doktor, bir hakim, iki mimar, bir avukat, bir ressam, bir tasarımcı, bir sinemacı, bir sosyal çalışmacı, bir aşçı ve bir ilkyardımcı bulunuyor. Grubun yarısı eğitimini savaş yüzünden tamamlayamadı. Çoğumuz Türkiye’ye, denizi geçmekten yana şansını denemeye karar vermeden birkaç sene önce geldi. Fakat Türkiye’de kalmak demek, yasal olarak çalışma ya da okuma şansının hiç olmadığı bir yerde kalmayı kabul etmek demek. Durum değişsin diye beklemeyi kabul etmek, sadece beklemek demek. Ancak gençliğimiz uzun sürmeyecek. Grubumuzda on bir Suriyeli var. Bir de Fransız. Onun için, pasaportu sayesinde, bütün sınırlar açık. Bu sistemde o bir insan, onun nerede isterse orada olma hakkı ve imkanı var. Farklı sebeplerden dolayı, fakat ortak olan bu deneyimi hep beraber yaşama arzusuyla İstanbul’u terkettik ve şu anda “nafarat”ların da tekrardan insan olabileceği bir ülkeye doğru yola koyulduk. Amacımız bu, en azından.
***
Bölüm 2.1 Sonu.
***
Bu yazıdan haberdar olmamızı sağlayan Yeşil Gazete Twitter hesabı için sizi buraya Facebook içinse şuraya alalım.