Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan’ın, devrin güç simgesi ile mimari dehasının birleşimiydi Süleymaniye Külliyesi. Burası, farklı alanlarda eğitim veren medreseleri bünyesinde topladı. Aşevi, misafirhanesi, hastanesi, hamamı, Kanuni’nin, Hürrem’in ve Sinan’ın ebedi istirahatgâhları bir aradaydı.
Külliyenin gözbebeği elbette Süleymaniye Camii’ydi. Ah o Süleymaniye Camii… Her devir kusursuz dengenin, zarafetle heybetin, büyüklüğün ve sükûnetin sembolüydü.
Şimdi Süleymaniye Semti’nin dar sokaklarına düşün. Bırakın heybetli Süleymaniye Camii sizi karşılasın; bu bin kubbeli külliye sizi sarsın sarmalasın.
Sultanın iki adım arkasındaki Mimar Sinan
Rivayete göre Kanuni Sultan Süleyman bir gece rüyasında Hazreti Muhammet’i gördü. İkisi, Haliç’e ve Boğaz’a nazır bir tepedeydi. Peygamber padişaha oraya bir cami yaptırmasından bahsediyordu ve mihrabı ile minberinin yerini tarif ediyordu.
Ertesi gün Kanuni hemen Mimar Sinan’ı çağırdı. Onu rüyasındaki tepeye götürdü ve tam rüyasını anlatırken Sinan “Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…” deyince Kanuni şaşırdı. Sinan sakince “Dün geceki kutlu ziyaretinizde ben de iki adım arkanızdaydım” diyecekti.
İlk taşı şeyhülislam koydu
13 Haziran 1550’de Kanuni, devletin ileri gelenleri, ulemalar ve din adamları İstanbul’u yüksekçe gören bir tepede buluştu. Sultan o gün yoksulları sevindirdi, kurbanlar kesildi.
Vakti geldiğinde Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Kanuni’nin emri ile mihrap temeline ilk taşı koyarak inşaatı başlattı.
Devrinin önemli eğitim merkezi
Süleymaniye, Fatih Külliyesi’nden sonraki ikinci en büyük külliye olacaktı. Burası çeşitli bilim dallarının birlikte okutulacağı, devrinin önemli bir eğitim merkezi olarak tasarlanmıştı.
Ama bu kadarla sınırlı değildi. Çok işlevli külliye modelinin ileri bir aşamasını yaratan külliye cami, Râbi, Sâlis, Evvel, Sani, Tıp ve Darülhadis medreseleri; I. Süleyman, Hürrem Sultan, Mimar Sinan türbeleri; türbedar odası, bimarhane (hastane), darüzziyafe (aşevi), tabhane (misafirhane) ve hamamdan ibaret 15 bölümden oluşacaktı.
Sinan ile Süleyman’ın gücü
Sinan ile Süleyman’ın, devrin sanat anlayışıyla politik gücünün birlikteliğini simgeleyen Süleymaniye, ekonomik ve kültürel işlevleriyle klasik dönemin simgesi sayılacaktı.
Kalfalık eseri olarak gösterdiği Süleymaniye, ünlü mimarın yaratıcılığının nişanesi gibiydi.
Asırlara meydan okumasının sırrı
Mimar Sinan, külliyenin yapılışı boyunca kayıt tuttu. Harç için kullandığı yumurta sayısını, ustaların milliyetini, dinini, aldıkları ücreti yazdı. Ama külliyenin teknik detayları sırdı. Asırlar boyunca çözülmeyi bekleyecekti.
Sinan temeli kazdıktan sonra birkaç sene temele kazık çaktı ve bekledi. Bu bekleyiş usta mimarın işi ağırdan aldığı dedikodularına da sebep olacaktı. Hâlbuki o, zeminin sıkılaşmasını ve oturmasını istiyordu. Yapı bu sayede asırlara meydan okuyacaktı.
3523 işçi çalıştı, 3200 kilo altın harcandı
Tarihçi Peçevi’ye göre külliye inşasına 896.360 filori (altın para) ve 82.900 akçe, yani yaklaşık 3200 kilo altın harcandı. İnşaatta 1713’ü Müslüman, 3523 işçi çalıştırıldı.
Hassa Mimarlar Ocağı’nın elemanları, acemioğlanlar, diğer kapıkulu ocakları mensupları ile ülkenin her yanından ücretli ustalar, işçiler ve forsalar burası için ter döktü. İşçi sayısı yazın günlük 2.000 kişiye ulaşıyordu.
İmparatorluğun dört köşesinden malzemelerle yapıldı
Caminin malzemeleri farklı yerlerden toplandı. Bunun simgesel açıdan önemi büyüktü. Bu sayede Osmanlı’nın farklı uygarlıklara ve geniş bir coğrafyaya hükmettiği gösteriliyordu.
Beyaz mermerler Marmara Adası’ndan, yeşil mermerler Arabistan’dan, taşlar İstanbul ve Yalova’dan, küfeki (deniz kabuklarının oluşturduğu istiridye kalkeri) İstanbul’dan, alçı ve kireç İznik-Bursa’dan, kerestesi Istıranca’dan, demir Bulgaristan’dan ve kurşun da Sırbistan’dan getirildi.
Bir tas yoğurt, camiden ağır olur mu?
Bir rivayete göre Kanuni, caminin giderlerini bizzat karşılamak istemişti. Bu yüzden işçilere dışarıdan yardım kabul etmemelerini söyledi. Fakat bir gece rüyasında caminin tartıldığını ve bir tas yoğurdun, o camiden ağır geldiğini gördü.
Ertesi gün işçilere dışarıdan yardım alıp almadıklarını sordu. Civardaki yaşlı ve fakir bir kadın işçilere ayran ikram etmişti. Kanuni kadını bulup hakkını verince içi ancak rahat edecekti.
“Yâ Fettâh”
Sinan 15 Ekim 1557’de Kanuni Sultan Süleyman’ın ve devlet ileri gelenlerinin bulunduğu bir törende dualarla kendi inşa ettiği camiyi “Yâ Fettâh” diyerek açtı.
Tuhfetü’l Mi’mârin isimli eserde, 4000 metrekare alana oturan cami ve 70 dönüm arazi üzerine inşa edilen külliyesiyle Süleymaniye’nin inşaat süreci ve açılış merasimi Sinan’ın ağzından anlatılacaktı.
Külliyenin göz bebeği Süleymaniye Camii
Süleymaniye Külliyesi’ndeki en göz alıcı yer elbette Süleymaniye Camii. Burası Mimar Sinan’ın diğer eserleri gibi sade ama ihtişamlıydı. Caminin ana girişi, taç kapısının inşaatında normalin epey üstünde neredeyse yüzlerce ton kurşun dökülmüştü.
Planı, Ayasofya’yı andırsa da Süleymaniye’de ana kubbeyi taşıyan dört büyük ayak ve kemer sayesinde yapı bütünlüğü daha belirgindi. Kubbenin yükü yarım kubbelerle dağıtılmıştı. Bu strüktürel sistem, duvarlara çok sayıda pencere açılmasını sağlamış, mekân aydınlanmıştı.
Dört halife için dört diyardan dört sütun
Yaklaşık 30’ar tonluk dört fil ayağı caminin 26,50 metre çapında ve 53 metre yükseklikteki kubbesini taşıyordu. 8 bin tonluk yük bu sayede temele iletiliyordu.
Mimar Sinan bu dört ayağı dört halifeye; Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’ye adamıştı. Camideki granit sütunlardan biri Topkapı Sarayı’ndan, biri Fatih Kıztaşı’ndan, biri İskenderiye’den, diğeri de Lübnan’ın Baalbek şehrindeki Jüpiter Tapınağı’ndan getirilmişti.
Ferah, aydınlık ve sağlam
Kubbenin kaidesinde yuvarlak kemerli 32 pencere ve yapının cephelerindeki 138 pencere sayesinde cami ferah ve aydınlıktı. Sinan iç mekânda merkeziliği bozmamak için kubbeyi taşıyacak sıra sıra sütunlar ve taşıyıcı elemanlar kullanmamıştı. Bu yüzden yapının heybetli kubbesi için özel olarak hafif tuğlalar üretildi.
Ayrıca caminin duvarlarını oluşturan taşlar birbirlerine içten demir kenetlerle bağlandı ve bu kenetlere eritilmiş kurşun döküldü.
Nargilemin marpucu da…
Henüz inşaat sürerken Kanuni’nin kulağına, Mimar Sinan’ın camide nargile içtiği fısıldandı. Padişah başta söylentilere itibar etmediyse de kontrol etmek istedi.
Sinan hakikaten bir köşede nargile fokurdatıyordu. Kanuni’nin kızgınlıkla kendini izlediğini görünce nargilede tömbeki olmadığını, sadece su fokurdattığını anlattı. Usta mimar bu sayede camide sesin dağılışını gözlüyordu. Ünlü mimar mükemmel akustik için kubbeye ağızları açık 256 küp yerleştirdi. Zemine de sesi aksettiren tuğladan boşluklar açtı.
İs odası ve deve kuşu yumurtalarının sırrı
Camiye bir de is odası yapılmıştı. Buradaki hava akımı sayesinde kandillerde toplanan is, mürekkep yapımında kullanılacak; o mürekkepler ile pek çok el yazması kaleme alınacaktı.
Sinan, Süleymaniye’yi âdeta gözü gibi korumak istiyordu. Bu yüzden ünlü mimar, camisini örümcek ve akreplerden korumak için muhtelif yerlere devekuşu yumurtaları astırdı.
Mihrapta Fetih, kubbede Nur Suresi
Ağırbaşlı duruşu ile dikkat çeken Süleymaniye’nin süslemeleri de epey görkemliydi. Mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslüydü. Bu vitraylar usta Sarhoş İbrahim’in eseriydi.
Mihrabın iki yanındaki pencerelerde çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesinde ise Nur Suresi yazılıydı. Camideki yazılar meşhur hattat Ahmed Karahisari Şemseddin Efendi ve talebesi Hasan Çelebi tarafından yazılmıştı. Sonradan kazasker Mustafa Efendi de bazı yazılar ilave edecekti.
Dört minarenin ve on şerefenin bir anlamı var
Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunuyordu. Dört minare, Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah oluşunu simgeliyordu. Bu minarelerin camiye bitişik, ikisi üçer şerefeli ve 76 metre yüksekliğindeydi. Diğer ikisi ise ikişer şerefeli ve 56 metre yüksekliğindeydi.
On şerefe de Kanuni’nin Osmanlı’nın onuncu padişahı olduğunu işaret ediyordu.
İran’dan kızdıran yardım (!) ve “Cevahir Minaresi”
Evliya Çelebi’nin rivayetine göre caminin yapımı uzayıp inşaat bir süre durunca İran Şahı Tahmasb, Kanuni’ye -kimilerine göre yardım, kimilerine göre gösteriş için- cevahir (elmas, yakut gibi değerli taşlar, mücevher) yolladı. Kanuni bu duruma epey öfkelenmişti.
Caminin her taşının bu mücevherlerden değerli olduğunu göstermek için şahın hediyelerini Sinan’a verdi. Ünlü mimar bu değerli taşları o sırada yapılan yapının solundaki üç şerefeli minarenin harcına yerleştirdi. Burası artık “Cevahir Minaresi”ydi.
Bin kubbe ile örtülü
İstanbul’u ihtişamlı siluetiyle büyüleyen Süleymaniye Külliyesi’nde yapılar, ortadaki caminin çevresinde U şeklinde sıralanıyordu. Evliya Çelebi burasının bin kubbe ile örtülü olduğunu ve üç bin kişinin burada hizmet ettiğini yazıyordu.
Külliye’ye giriş Mera Kapısı, Eski Saray Kapısı, Mektep Kapısı, Çarşı Kapısı, Hekimbaşı Kapısı, İmaret Kapısı, Kubbe Kapısı, Tabhane Kapısı, Ağa Kapısı, Harem Kapısı ve Sattar Kapısı denilen 11 kapıdan yapılıyordu.
Çifteler Medresesi, Tıp Medresesi…
Külliye’nin farklı alanlarda eğitim veren yedi medresesi vardı. Evvel ve Sani Medresesi’ne Çifteler Medresesi deniliyordu. Caminin doğu cephesinde Râbi ve Sâlis medreseleri yer alıyordu.
Evvel medresesinin köşesinde Sıbyan Mektebi, Râbi ve Sâlis medreselerinin Haliç’e bakan tarafında Mülâzim Medresesi vardı. Külliyede bir de şifa dağıtan Tıp Medresesi yer alıyordu.
Akıl hastalarına şifa
Tıp Medresesi’nin sağındaki yapı bimarhane, yani hastaneydi. Burada eczane ve hamam da bulunuyordu. Hastane 40-50 yatağa sahipti. Tıp Medresesi’ndeki öğrenciler, teorik derslere ek olarak haftada dört gün hastanedeki pratik uygulamalara katılıyordu.
Bu hastanenin diğer Osmanlı hastanelerinden en önemli farkı akıl hastalıkları bölümüydü. Bu bölümde hastalar özel ilaçlar ve müzikle tedavi ediliyordu.
Doy, yıkan, uyu
Külliyenin kuzeybatısında darüzziyafe (aşevi) ve tabhane (misafirhane) bulunuyordu. Aşevi dikdörtgen planlıydı. Ortada havuzlu bir avlu, kareye yakın bir alanda sivri kemerli revaklar ve bunların arkasında koğuşlar ve odalar yer alıyordu. Avlunun hastaneye bakan kanadında beş kubbeli bir yemekhane, arkasında dört kubbeli ve fenerli bir mutfak vardı.
“Düğmeciler Hamamı” da denen Süleymaniye Hamamı, külliyenin güneydoğu köşesindeydi. Dikdörtgen planlı yapının sıcaklık kısmı büyük, soğukluk kısmı ise küçük bir kubbe ile örtülüydü.
Süleyman, Hürrem, Sinan ebedi uykuda
Caminin mihrabı önünde bulunan sahada Kanuni’nin türbesi vardı. Sekizgen plan üzerine kubbeli inşa edilen yapıda gövdenin altını saran, sivri kemerli revak uygulaması epey farklıydı. Kapının iki yanında, 16. yüzyıla ait bitkisel motiflerin egemen olduğu çini panolar yer alıyordu. Hürrem Sultan Türbesi de dıştan sekizgen, içten on altıgen planlıydı ve yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülüydü. Yapının içi renkli çinilerle bezeliydi.
Mimar Sinan’ın küçük türbesi de külliye dâhilindeydi. Sinan, pergeli andıran bu mütevazı yapıyı 1588’de yapmıştı. Yarı açık türbe, birbirine sivri kemerlerle bağlanmış altı sütunun taşıdığı bir kubbe ile örtülüydü.
Nâzım’ın, Tanpınar’ın, Türkali’nin esin perisi
Bu görkemli yapı her daim edebiyatçıların ilham kaynağıydı. Şair Nazım Hikmet için burası “… açılan öğle güneşinin altında Sinan’ın Süleymaniye’si bulutlara yaslanmış bir dağ gibiydi.”
Kendi cenaze namazı da burada kılınan Ahmet Hamdi Tanpınar ise, “Süleymaniye’den başka garpla ölçülecek bir iki musiki eserinden başka bir şey tanımıyorum.” diyerek hayranlığını belirtecekti. Vedat Türkali ise, “Bekle Bizi İstanbul” şiirinde onu “büyük ve sakin” bulacaktı.
Akustiği bozuldu mu?
Süleymaniye Camii 2007-2010 yılları arasında 21 milyon liraya Gürsoy İnşaat tarafından restore edildi. 2012’de Radikal gazetesinin haberine göre yanlış restorasyon yüzünden caminin akustiğinin bozulduğu iddia edildi.
Sesin önceden mikrofonsuz her yere dağıldığı ama restorasyondan sonra hoparlöre ihtiyaç duyulduğu belirtildi. Firma iddiaları reddetti.
Kaçak kafe haber yapılınca kalktı
Cami en son 9 Kasım’da Zaman gazetesinin bahçesinde kaçak kafe yapıldığı haberi ile gündeme geldi. Cami restorasyonundan sonra Kanuni ve Hürrem türbelerini bedelsiz yenileyen Gürsoy İnşaat’ın, türbeler ziyarete açıldıktan bir yıl sonra hâlâ şantiyeyi kaldırmadığı; burada siyasetçileri, üst düzey bürokratları ve VIP konukları ağırladığı iddia edildi. Bu haberin yayımlanmasının ardından -28 Kasım’da- avludaki kaçak kafe kaldırıldı.