Şükrü Erbaş, içinde taşıdığı duyguları şiire ve sese en iyi biçimlerde dönüştürebilen sanatçılarımız arasında gelir. Yaşadığı hayatın her şeyini ifade eder, kabullenir ve karşısına alıp konuşur. Sevmek üzerine düşünür. Şiir kurar, söyler, sonra tekrar düşünür. Onun geçtiği yollar her zaman uzun yolculuklar biriktirmiştir. Zamana ve zamanın dışında kalan her şeye pay veren, anlayan ve anlamlandıran duruşuyla kendini bütünlemiş, tamamlamıştır.
Yazdığı şiirleri seslendirerek yeni bir dünya kurması da bundandır. Çünkü hayat yerinde durmaz, şiir de öyle. Şükrü Erbaş‘ın kendi sesinden en incelikli şiirlerini sizler için derledik…
1. Aykırı Yaşamak
Geriye bakarak yanıtlıyoruz birbirimizi
Bir destek aranır bir güç alırcasına
Dönerek ikide bir anıların ülkesine…
Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı
Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza
Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu
– O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer
Ortak yaşadığımız sızım sızım –
Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden.
Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında
Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor
Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz.
– Böyle belirlenmiş sınırlar içinde
Bir iç denetimle, bir dış denetimle
Konuşmasak da eski tadını yitirdi –
Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine
Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan
Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara
– Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu –
Bir güncel sesle sonra, çirkin ve çiğ
Bir kirli görüntüyle hayata ilişkin
Dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine..
Yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek
Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama:
“Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir
Hiç yoktan var olmak” adına
Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini.
Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan
Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde
Anılar inançlar incelikler düşler..
2. Cam ile Taş
Gözlerinle dilin arasında gerili uçurumu seviyorum
Kekeme özgürlüğünü seviyorum
Susuşundaki hıncı seviyorum
Kalbinde ürperen kışı seviyorum
Ellerindeki bilge zamanı
Denizi yağmurdan korumaya çalışan
Çocukluğunu seviyorum
Alnın masamızda dört mevsime ufuk
Dudaklarında titreyen zamanı seviyorum
Yürüyorsun ya
Kalabalık bir daha dönüp bakıyor kendine
Boyunda çiçeklenen yedi rengi seviyorum
Her damlası ayrı bir hayat;ne bilsin gözüne düşmeyen
Gözlerindeki yaşı seviyorum
Beni uzaklaştırmaya çalışırken aklından geçenleri seviyorum
Kalbinden gövdene yürüyen utangaç karıncayı seviyorum
Ses nasıl menevişleniyor susunca ağzında
Ağzından gelecek her sevinci, azabı seviyorum
Gece ışıklarından topladığın o evler esrarını seviyorum
Susmanın da bir dili var elbet
Teri yastığına sızan rüyanı seviyorum
Uyandığın sabahlarda başka bağım yok dünyayla
Odalara ömür veren gövdeni seviyorum
Yürümediğin sokaklar nasıl da göz göz
Bekleyişteki o mucizeyi seviyorum
Serçe parmağındaki lekedir yerim
Kalabalığın uyumuna inat
Hayalin gerçeğe değdiği yeri seviyorum
Ölümdür en büyük zaman
Bilmez takvim gezenler
Bir iç çekişte yanan hayatı seviyorum
Bizden büyük tanrısı yok yalnızlığın
Getirdiğin hevesi,götürdüğün inkarı seviyorum
Evlerdesin
Dışarılar hüzün
Eşyalar ayakta
Senden ayrılanı seviyorum
Sana kavuşanı seviyorum
Uzun cümlelerle konuşuyor kalabalık
Bir sözcüğe sığdırdığın dünyayı seviyorum
O gölgenin taş dibinde bir çürüme bilinci
Hükmün yok bahçende diyorum
Üstüme elediğin şefkati seviyorum
Dişlerimin arasında bir İshak Kuşu
Eğiyorum ya başımı
Çaresizliğime tuttuğun aynayı seviyorum
Bir gün bir kötü haber birimizden
Kalanın diline gelecek ilk sözü
Arayacağı ilk insanı
İlk gece yapacağı her şeyi seviyorum
3. Yolculuk
I.
O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı
Çiğnenmiş üzüm mısır püskülü bostan yaprağı
Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş.
Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin
Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen
Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları
Yağmur ikinci adıydı akşamların
Günün yorgunluğu üzerine dökülen
Bir düş inceliğinde akardı sular arklarda
Dilde uzaklık türküleri tutuşturarak.
İnsanlar bir soru imi gibi girip çıkarlardı
Geçimin dar kapılarından
Alın teri umut ve kaygıdan örülü
Mutluluk toprağın ve güneşin eline bakardı.
O zamanlar dünya küçüktü ve insanlar
Kardeşlik kokardı yardım duygularıyla
Paylaşmak, bir sevinci ya da güçlüğü
Bir karşı koyuş biçimiydi hayata.
Birbirine benzerdi evler, toprak dam
Beslenen hayvan, çocuk sayısı, daracık camlar..
Bir sır gibi gizlenirdi güzellik büyüdükçe kızlar
Erkekler şapkalarının siperinde geçerdi sokaklardan.
Aynı yalın dili konuşurdu yaşlılarla çocuklar
Dingin bir gölle bir akarsuyun dostluğunda.
Sevgi bir düş gülüydü bitişik avlularda
Sessizce serpilen, bunalmış ve utangaç
Evlilikle koklanırdı ancak ve solardı daha ilk yaz.
Birbirine benzerdi
Mevsimlerin bahçelere getirdiği renk
Evlere getirdiği telaş, sevinç, keder..
Yaşamak ağır bir suydu, zamanın
Ve toprağın derin ırmağında
Sürükleyerek bir nice hayatı ince kıvrımlarında
Akar, akardı..
IV.
Bana sorular öğreten dost
Bir de sen bulmadıkça doğrular yarımdır diyen..
Kimi gün bir türkü, kimi gün şiirlerle
Kitaplarla daha çok, giderek kitaplarla
Sabırlı, içten,yalın
Örnekler çıkarıp adım adım
Küçücük bir kentin kapalı hayatından
Bana dünyaları gösteren dost..
Telaşını taşıyorum yıllardır
Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının
Ve içine yüreğini koyup koyup
Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun
O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin..
Sesini çoğaltıyorum sesler içinde
Bir tutku gibi geciktikçe büyüyen
İnancının onurunu taşıyorum yıllardır.
XIII.
İnsan ki anılardan bir buluttur
Hayatın sonsuzluğa akıp giden göğünde
Savruldukça çoğalır çözüldükçe birikir..
Düşmeden son damlası toprağın rahmine
Kimbilir kaç mevsim görür
Kaç rüzgâr geçirir..
XIX.
İnsan belleğinin ihanete vuran unutuşu
Ey yanlışı emziren kör meme
Hayatın kaçınılmaz kusuru..
Kapındayız işte koskoca bir geçmişle
Ölüler diriler düşenler dövüşenler..
Nicedir boşluğunda kimsesiz rüzgârların
Acı çığlıklar attığı cansız alanlar
Doğrular, yanlışlar..
Bir gizli dil gibi öfkenin için için
Derininde büyüdüğü dilsiz suskunluklar..
Kalanlar, kaybedilenler
Ne varsa, kapındayız işte
Tutuşturmak üzere yeniden
Zamanın küllenen yüreğini..
Sun bize inancın duru pınarlarından
Süzülen o eski tadını düşlerin;
Ömrümüzün acemi dallarında
O bir heyecanla telaş telaş açılan
Don vurmuş tomurcuğunu geleceğin..
Yaşamak ölümden üstün, acıdan büyük
Ver bize coşkusunu yeniden
Sesimizi geri ver
Sahipsiz kalmasın özgürlüğün türküleri
Kardeşliğin paylaşmanın sevginin
İnsanı çoğaltan o gönül zenginlikleri..
Zoru seçiyoruz yeniden, inançla, inatla
İyi, doğru ve güzel
Ne varsa “büyük insanlık” adına
Kapındayız işte bir daha
Tarihsin sen
İnsan emeği ve düşüyle yoğrulmuş
Göster bize geleceğin yollarını..
4. Çerçevesiz Fotoğraflar
Kendine zehir cümlesiyim kalbin
Parmaklar, alın kırışıklığı, yere düşen yüz
Ben çok gider az gelirim kalabalığa
Korurum yalnızlıkta sözlerimi
Çekiyorum çerçevesiz fotoğrafımı
Ey gizimi mülk edinmek isteyen dünya
Ne payım var ömrünüzde bir şarkıdan fazla
Mezarını ağzında gezdirenler
Şimdi evlerin birinde eşyalar Leyla’sı
Demiştim o çocuğa, adil değil hiçbir yakınlık
Seni kim öğretti bize ey güvenlik duygusu
Herkes gövdesine borçlu ölüyor
Ben giderim denizlere ki bir dar zaman
Ne kadar genişlerse odalar ve asfalt
Binlerce eşik saçımızdan tırnağımıza
Kötü bir geçmiştir hayal diye tutunduğumuz
Geçtim pervasız mevsimini konuşmanın
Unutarak kuruyorum ömrümü
Narhı yok saygımın
İç sesiyim bu pazar yerinin
Sussam ikrar söylesem kusur
O yanlışım kalbin cümlesine dokunan
5. Sonuç
Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da ayrılıklar mı bitti.
Kim eşiğinden çıktı da dışarı
Ben yalnızım, bunaldım
Ne olur bir ses
Diye birini ünledi.
Herkes kendi yüzünün hapsinde
Gülüyor başkasının kusuruna
Lunapark aynalarında
Tükeniş kılıktan kılığa giriyor.
Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da ülke mi düzeldi.
Artık evlerde vuruyorlar çocukları
Babaların alkışları arasında.
Özgür dilediğini düşünmekte herkes
Ancak ışık vermeden
Yakacaksın mumunu!
Devletin bekası için
Karakollar değilse de
Dayaklar şeffaf oldu.
Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da yoksulluk mu bitti.
Bir kıyısız zenginliğin büyüsünde
Koca bir halk küçüldükçe küçüldü.
Bilet bacak fal
Bilet bacak fal
İki reklam arasında bolca hayal…
Kurtardı gemisini bu siste birileri
Varılan kıyılarda eyvah
Eyvah ki deniz bitti…
6. Saklı Su
Bütün uzaklara gittim
Hepsinin de dönüşü vardı.
Toprakla güneş arasına kısılmış bir çocuk
Yakamı hiç bırakmadı.
Gitmesem ölürdüm
Kocaman bir yalnızlıktı dönüp geldiğim.
Gözyaşına batmış bir kadın
Hâlâ emzirir ezikliğimi.
Yaşlandıkça keşfettiğim tek gerçek
İçimdeki çocuk ölümden çok korkuyor.
Bir susma ustasıydı babam
Ölümünden on yıl sonra acıyla sevdim.
Deniz Gezmiş için çırpınan kız
Bilmek istiyorum şimdi nasıl yaşıyorsun.
Elif elif ağlardı Zeki Müren dinlerken
Neden bir kar yağışıdır anneannem aklımda.
Bir mitingte gözlerimin dolması
Ben sosyalizmi hep sevdim.
Onurudur ömrümün Amsterdam’da gördüm
Acının nasıl iyiliğe döndüğünü.
Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilkgençlik
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim.
Bir tek gitmek yatıştırdı, o da bir süre
Ölüm gerçekten “asude bahar ülkesi” mi?
7. Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
Ağzında eriklerin aceleci tadı
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun.
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.
Sakarya Caddesi’nde sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
8. Acı Bilgi & Aynı Yürek Lekesi
-acı bilgi
ve aşk, bizi doğuran annemizdir,
ve şiir, tek kalemizdir bizim.
her şey bu dünyada olur.
ve bir gün, mezarlarda, yalnız yatarız.
-aynı yürek lekesi
babam gelirdi ve akşam olurdu.
bahçedeki akasya ağacı günboyu biriktirdiği kuşları
birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza.
siyah-beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam.
kamyonlar hep geceleri, hep uzaklara giderdi.
ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım.
yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş gıcırtısıydı babam.
kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı.
tanrıyı ve uzun konuşanları sevmezdi hiç.
babamdan yapılmış bir korkuydu dünya.
ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım.
ne kadar susarsa o kadar terlerdi.
boncuk bocuk döktüğü ter, hep uzağından geçen kadınların
içinde göveren gözleri miydi?
babam en çok kışa yakışırdı.
bütün oyunlarımız başkalarının evlerine bir güzellemeydi.
annem babamın günahları için bir namaz yumağı hâlâ.
ey penceresi dışarıya açık, içeriye kapalı evler…
babam neden yalnızca içince güzeldi.
şimdi beş ayrı evde aynı yürek lekesi
süt kokularına yayılıp duruyor.
babam on altı yıldır ölüme saçmalığını anlatıyor…
9. Ağaran Bir Suyun & Yalnızlık Heceleri
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar gittikçe daha güzel
Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü
Sular daha soğuk rüzgâr daha serin
Eskiden her konuda konuşurdum istekle
Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi
Büyük yapılar ışıklı çarşılar bitti
Ara sokaklara salaş kahvelere gidiyorum
Kurtulmak için çırpındığım çocukluğu
Yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak
Bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor
İçimden geçenleri söyledim sanıyorum
Birisi bir şarkı söylemesin kederle
Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu
Kısa söz basit eşya kedi sevgisi
Aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak…
10. Çocukları Öldürdüler & Kimse Temizim Demesin
Sonra onlar çılgınlık bitip
Sürü dağılınca, yapayalnız gecelerde
Durgun ve dilsiz, yastıklara çivili
Bir mızıka sesiyle uyanmazlar mı
Asaf’ın ateşlere karşı çaldığı?..
Bir otel odasında gencecik çocuklar
Çırpındıkça bir yudum soluk için
Üzerine benzin döküp oynayanlar
Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını
Dudaklarında duman ve yanık et kokusu
Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?..
Sevgisiz bir Tanrının kinle büyüttüğü
Ölüme tapınan o siyah adamlar
Onlar birgün yağmurlardan sonra
Güneş salkım salkım dallarda yanarken
Rüzgârdan utanıp sudan korkmazlar mı?..
Ayrılık herkesin kapısını çalar birgün
Dağlar kararırken ya da günün eşiğinde
Onlar, saz kırıp şiir yakanlar
İçlerinde gezinen kederi bir türküyle
Bastırmak isterlerse derinden ve sessiz
Çalmazlar mı duvarlara kirli bedenlerini?..
Kimse temizim demesin, kimse
Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet’in yangınına…
Onlar, secdesi küf kıblesi korku olanlar
Onlar bir gün ölüm menevişlenince içlerinde
Tütmez mi kirpiklerinde “dumanı lekesiz biri”?..
11. Avlu Genişliği
Sizin evleriniz var büyük.
Sıkıntı diye soyunduğunuz, dünya, eşiklerde.
Çocuğunuz odalarda bir gün kapalı kalmadı.
Habersiz girmedi kapınızdan kimse.
Gece, o masal hâlâ, uyumanız için.
Gittiğiniz hiçbir toplantı suç sayılmadı.
Başkası için itiraz etmediniz kimseye.
Üniforma son sözünüz, içinizden giydiğiniz.
Emekten, yalnız kendinizi anladınız.
Susup kaldığınız olmadı hiç.
Arkanızı döndüğünüz, yoktu.
Bir coğrafya bilgisiydi ülkeniz, sıkıcı mı sıkıcı.
Birinci erdeminiz görmemekse, ikincisi unutmaktı.
Ara sokaklara gitmediniz hiç.
Anneniz ne karakol, ne hapishane bilir.
Bir kadını topuklarından öpmediniz bir kez.
Akşam kötü bir duygu, bir türlü çözemediğiniz.
Kimsenin yalnızlığı düşmedi eşiğinize.
En büyük dil sizin konuştuğunuzdu.
Babanızı bir gün üzmediniz.
Gülmüyordunuz, küçümseme düğün ediyordu.
Turnalar uçmadı sesinizde bir kanat.
Utanan biz olduk uzaklığınızdan.
Bir kara leke halk, her adımda üstünüze sıçrayan.
Gençlik, büyüyen tehlike, siz yaşlandıkça.
Sayılar ve sayılardı en büyük okumanız.
Sevinciniz öyle tenha ki üç kişi olamıyor.
Bir namludan içeriye bakmadınız hiç.
Hep bir şenlikti çarşılardan dönüşünüz.
Vurulmuş kimse yok aile fotoğrafınızda.
Biz çoktuk ama çıkan sizin sesinizdi.
Ve biz sizden bir avlu genişliği bekledik…
Size kim, neyi, nasıl–
Aynı dilde mi kederlendik sahi
Aynı yüzyıl mıydı şu yaşadığımız…
12. Koşaradım
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.
Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan
Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan
Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı
Küçük çıkarların büyük kurnazları
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek
Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst
Dışa vurmayı duygularınızı
Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
-Ki bu en büyük kötülüktür size-
Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla
Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi
Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar
Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz.
Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde
İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke
Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz.
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim
Koşaradım
Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde..