Ünlü fizikçi Stephen Hawking, 14 Mart 2018 tarihinde, 76 yaşında hayata veda etti. İlginçtir ki o gün tesadüfen eseri Pi Günü’ydü. Ancak geride bıraktığı miras, yalnızca bir bilim insanının değil, bir kültür ikonunun izlerini taşıyordu. Hawking, özellikle evrenin oluşumu, yapısı ve geleceğiyle ilgilenen kozmoloji alanında yaptığı çığır açıcı çalışmalarla tanındı. Kendi yaşamı boyunca yalnızca bilim dünyasında değil, toplumun geniş kesimlerinde de büyük bir etki bıraktı. Peki Stephen Hawking hakkında neler biliyoruz?
Hawking’in 1988 yılında yayımladığı Zamanın Kısa Tarihi adlı kitabıyla büyük ilgi gördü. Sunday Times’ın çok satanlar listesinde tam dört buçuk yıl boyunca kaldı. Bu başarının açık bir göstergesiydi ve ona Guinness Dünya Rekoru kazandırdı. Ancak kitabın içeriği; zaman, uzay, kara delikler ve Büyük Patlama gibi oldukça karmaşık konuları ele alıyordu. Bu nedenle, bilimsel geçmişi olmayan okuyucular için anlaşılması zaman zaman güç olabiliyordu. Hatta Hawking, bu durumu esprili bir dille “tarihin en çok satın alınan ama en az okunan kitabı” olarak tanımlardı. Bu nedenle 2005 yılında, kitabı sade ve erişilebilir versiyonunu Zamanın Daha Kısa Tarihi ismiyle yayımladı.
Stephen Hawking, yalnızca akademik başarılarıyla değil, popüler kültürdeki görünürlüğüyle de geniş bir kitle tarafından tanındı. Star Trek, The Simpsons, The Big Bang Theory ve Last Week Tonight with John Oliver gibi televizyon programlarında konuk olarak yer aldı ve izleyicilerin gönlünde yer etti. Hatta hayatı, 2014 yapımı The Theory of Everything adlı filme konu oldu. Filmde Hawking’i canlandıran Eddie Redmayne, bu performansıyla Oscar ödülüne layık görüldü. Tüm bunlara rağmen Stephen Hawking’in yaşamı ve kişiliği hakkında az bilinen pek çok detay bulunuyor. İşte Stephen Hawking hakkında ilginç gerçekler…
1. Doktorlar ona 20’li yaşlarından sonra yaşayamayacağını söylemişti
Stephen Hawking’e henüz 21 yaşındayken ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) teşhisi kondu. Bu hastalık, sinir sistemine zarar vererek kasların zayıflamasına ve zamanla hareket kabiliyetinin kaybına neden oluyordu. Hastalık genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkar ve hastalar çoğu zaman tanı konulduktan sonra sadece birkaç yıl yaşayabilir.
Ancak Hawking’in durumu sıra dışıydı. Doktorlar başlangıçta onun yalnızca birkaç yıl ömrü kaldığını düşünüyordu. Ne var ki o, bu karanlık tahminleri adeta yerle bir etti. 55 yıl daha yaşamayı başardı. Bu süre boyunca sadece hayatta kalmakla kalmadı; bilim dünyasına yaptığı katkılarla tarihe geçti.
Kendisi bu durumu şöyle ifade etmişti:
“İnsan ırkı, evrenin karşısında öylesine küçük ki, engelli olmak kozmik ölçekte çok da önemli bir mesele değil.” Bu sözleriyle hayata karşı duruşunu ve kararlılığını açıkça ortaya koyuyordu.
2. Tekerlekli sandalyesiyle hız yapmayı seviyordu
Hawking’e ALS teşhisi konduktan sonra önce koltuk değnekleriyle idare etmeye çalıştı. Tekerlekli sandalye kullanmaya uzun süre direndi. Bir kez alıştıktan sonra ise onu durdurmak neredeyse imkânsız hale geldi. Hatta çevresindekiler onun “çılgın bir sürücü” olduğunu bile söylüyordu.
Bazı söylentilere göre, Prens Charles’ın ayak parmaklarının üzerinden geçmişliği bile varmış! Bu ne kadar doğru bilinmez ama Hawking’in sandalyesiyle bir dans pistine çıkmaktan, konferans salonlarında tam hız ilerlemekten asla çekinmediği söyleniyor. Hatta bir keresinde sandalyesini bir yere çarptıktan sonra kalçasını kırmış. Bu olaydan sonra kendisiyle dalga geçerek “kötü sürücülüğüne” espri bile yapmış.
3. Bilimsel bahislerde şansı pek yaver gitmese de bundan keyif alıyordu
Stephen Hawking hakkında ilginç gerçekler yazımıza devam ediyoruz. Stephen Hawking’in bilimsel zekâsı tartışılmaz. Ancak mükemmel olmak onun için amaç değil, öğrenme süreciydi. Bu nedenle zaman zaman bilimsel teorilere dair iddialara girmekten çekinmedi. Hatta bu konularda arkadaşlarıyla eğlenceli bahislere bile girdi.
Örneğin 1975 yılında, ünlü fizikçi Kip Thorne ile “Cygnus X-1” isimli bir gök cisminin kara delik olup olmadığına dair bahse girdi. Hawking, kara delik olmadığını savunuyordu ve iddiayı kaybetti. Daha sonra Higgs bozonunun asla keşfedilemeyeceğine dair 100 dolarlık başka bir iddiaya girdi. Onu da kaybetti. Ve kara delikler hakkında ortaya attığı “bilgi kaybolur” tezi üzerine bir ansiklopedi bahsini de yine kaybetti.
Ancak tüm bu kayıplar onun moralini bozmadı. Çünkü bilimde önemli olan kazanmaktan çok, sürekli merak etmek ve ilerlemeye açık olmaktır. Hawking’in de bu konuda örnek bir bilim insanı olduğunu söyleyebiliriz.
4. Bilimsel teorilerinin bazıları ilk başlarda tartışmalıydı
Stephen Hawking’in bazı teorileri, ilk başta meslektaşları tarafından kuşkuyla karşılandı. Özellikle kara deliklerin aslında radyasyon yayabileceği iddiası, o dönemde birçok fizikçiye saçma gelmişti. O zamanlar kara delikler sadece içine madde çeken ve hiçbir şeyin dışarı çıkamadığı oluşumlar olarak biliniyordu.
Hawking’in iddiası öylesine sağlam hesaplamalara dayanıyordu ki, bilim dünyası onun haklı olduğunu kabul etti. Bugün bu fenomen “Hawking Radyasyonu” olarak biliniyor. Bu buluş, yalnızca kara delik anlayışımızı değiştirmekle kalmadı. Aynı zamanda kuantum fiziği ile görelilik kuramı arasında köprü kuran çok önemli bir adımdı.
Hawking’in bu keşfi, kozmoloji ve astrofizik dünyasında devrim niteliği taşıyor. Bugün onun adı, sadece teorileriyle değil, bu teorileri savunma ve geliştirme biçimiyle de saygıyla anılıyor.
5. Yapay zeka onu huzursuz ediyordu
Stephen Hawking, teknolojik ilerlemenin insanlık için hayatta kalmanın anahtarı olduğuna inanan bir bilim insanıydı. Ona göre, insanlık daha iyi teknolojiler geliştirmediği takdirde, varlığını sürdüremeyebilirdi. Ancak bu teknolojik gelişmelerin, özellikle yapay zekâ (AI) alanındaki ilerlemelerin, bazı tehlikeleri de beraberinde getirdiğine dikkat çekiyordu.
2014 yılında Cambridge Üniversitesi’nde “Zekânın Geleceği Merkezi” açıldığında yaptığı konuşmada bu konudaki endişelerini açıkça dile getirdi. Yapay zekâ sayesinde birçok alanda büyük faydalar sağlanabileceğini kabul ediyordu; ancak bunun yanında ciddi tehditlerin de oluşabileceğini söylüyordu. Özellikle, insan kontrolünden çıkabilecek güçlü otonom silahların geliştirilmesi ya da güçlü bir azınlığın, teknolojiyi kullanarak çoğunluğu kontrol altına alması gibi risklere dikkat çekmişti.
Bu endişe, onun için yalnızca teorik bir tartışma konusu değildi. Çünkü kendisi de yapay zekâdan doğrudan faydalanan biriydi. 2008 yılından itibaren vücudunun neredeyse tamamen felçli olması nedeniyle, sadece yanağındaki küçük bir kası hareket ettirerek iletişim kurabiliyordu. Bu küçük kas hareketleri, özel bir yapay zekâ sistemi tarafından algılanıyor ve konuşmaya çevriliyordu. Zamanla bu sistem, Hawking’in konuşma tarzını öğrenerek daha hızlı ve doğru şekilde iletişim kurmasına yardımcı oldu.
6. İlk evliliği zorlu geçmişti
Stephen Hawking’in özel hayatı da, özellikle ilk eşi Jane Wilde ile olan evliliği, karmaşık ve çalkantılı bir süreçti. Bu evlilik, 2014 yapımı The Theory of Everything (Her Şeyin Teorisi) adlı filmde duygusal bir şekilde anlatıldı. Film, Jane’in yaşadığı zorluklara rağmen eşine nasıl destek olduğunu, fedakârlıklarla dolu bir aşk hikâyesi içinde gösteriyordu.
Ancak gerçek hayat, filmdeki kadar romantik değildi. Jane Wilde, zamanla eşinin hastalığıyla tek başına ilgilenmek zorunda kaldı. Üç çocukları vardı ve Hawking, hastalığı hakkında Jane’le konuşmayı çoğu zaman reddediyordu. Bu durum, Jane üzerinde büyük bir yük oluşturdu. Daha sonra yaptığı açıklamalarda, Hawking’i “büyük egolu, huysuz bir çocuk gibi” olarak tanımladığı oldu. Yani onunla yaşamak kolay değildi.
Evlilikleri yıllar geçtikçe daha da yıprandı. Sonunda Stephen Hawking, eşi Jane’den ayrılarak kendisine uzun süredir bakım veren hemşiresi Elaine Mason ile evlendi. Elaine, onun ikinci eşi oldu. Bu değişim de kamuoyunda çok konuşuldu. İlişkilerindeki bu dönemeç, Hawking’in hayatının sadece bilimsel başarılarla değil, duygusal çalkantılarla da dolu olduğunu gösteriyordu.
7. Kızı Lucy ile birlikte beş çocuk kitabı yazdı
Stephen Hawking hakkında ilginç gerçekler yazımızın sonuna geldik. Stephen Hawking sadece yetişkinler için karmaşık bilim kitapları yazmakla kalmadı; aynı zamanda çocuklara bilimi sevdirmek için de çaba harcadı. Bu amaçla kızı Lucy Hawking ile birlikte tam beş tane çocuk kitabı kaleme aldı. Bu kitaplar, bilimsel bilgiyi eğlenceli hikâyelerle harmanlayarak genç okurların ilgisini çekmeyi amaçlıyordu.
Kitapların başkahramanı George adında bir çocuktu. George, uzayı keşfetmek için çıktığı maceralarda bilimsel konular hakkında pek çok şey öğreniyordu. Bu sayede çocuklara uzay, gezegenler, yerçekimi gibi kavramlar eğlenceli bir şekilde aktarılıyordu. Serinin en yeni kitabı olan George and the Blue Moon, George’un Mars’ta hayatta kalmaya çalıştığı bir eğitim kampını konu alıyordu. Bu senaryo, biraz “Açlık Oyunları”nı andırıyordu. Hawking, günümüz çocuklarının nelerden hoşlandığını biliyor ve bu unsurları kitaplarına ustaca katıyordu.
Hatta bir keresinde kendisine Zayn Malik’in One Direction grubundan ayrılmasının bilimsel bir açıklaması olup olmadığı sorulmuştu. O da esprili bir şekilde şöyle demişti: “Belki bir gün çoklu evrenlerin varlığı kanıtlanır. Ve o evrenlerden birinde Zayn hâlâ One Direction’da olabilir.”