Futbol aslında adildir. Çünkü ucuzdur. Oynamak için bir top, üst üste duracak 4 taş, biraz da boş alandan başka şey gerekmez futbol için. Dünyanın her yanında bu yüzden, her ara sokakta oynanır. 11 ayrı milletten çocuğun ortasına bir top atın, anında dünya karmasını kurar, paslaşmaya başlarlar. Birbirlerini tanır, anlarlar. Beraber üzülür beraber sevinirler. Kollarının altına top sıkıştırır, güneşe birlikte yürürler.
“Onca adam bir topun peşinde koşuyor sonuçta” diye dudak bükerler ya hani, aslında binlerce çocuğun rüyalarına dudak bükerler o anda. Futbol romantizmine göz kırpmaca değil amaç. Futbol zaten daha en başta romantizmden ayrılamaz ki, göz kırpmaya ne hacet. O meşhur tezahüratta sevgili gece gece arayıp “ayrılalım hayır yok senden” diyordu hani. Bitti gitti diyecekmişiz soran olursa. Deplasmanda dersin soran olursa dedik diye kırıldı mı acaba?
Kim ne dersin desin, futbolun aşkla ve sevdayla ilişkisi su götürmez. Siyaset ve dünya meseleleriyle bağı da bundan ötürü zaten. Seven kalp öyle böyle yanmaz kolay değil. Baktıkları her yanda kullanışlı aptal görmeye alışanların en sevdiği sözdür: Futbola siyaset karıştırmayın. Bunu diyenlerle, gittiği her mitingde şehrin takımının atkısını boynuna dolayanların aynı kişiler olması sürpriz değildir. Demek istenen siz karıştırmayın, istersek biz karıştırırız, çünkü böylesi daha güzel, daha kullanışlı.
Tribün tutkusunu dizginlemek kolay değil. Yönetici tayfanın elini ayağını birbirine karıştırmasının sebebi de hep bundan. Şampiyonlar Ligi’nin o şatafatlı ahengi, dünyada başka bir alanda mümkün olamayan paralarla sarhoş olan oyuncular, hepsi bunun bir parçası. Oynamak için bir top, üstüste duracak 4 taş, biraz da boş alandan başka şey gerekmiyordu oysa…
Sağ çizginin yalnız solcusu Metin Kurt
Yazıyı yazmamıza ilham kaynağıdır Metin Kurt. Dün (15 Mart) onun doğum günüydü. Yeni Galatasaray izleyicisi pek tanımaz onu. Tanıyıp sevmek için Tekyumruk tribününe biraz göz atmak yeterli olacaktır. Çizgi Metin’e dönelim. “Neden Çizgi Metin” sorusunu şöyle yanıtlıyor 2012’de aramızdan ayrılan Metin Abimiz: Halka en yakın yer neresi? Çizgi. Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalının önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım.”
Mücadele toplumsal ama fatura bireyseldir sözünün de sahibi, olan Metin Kurt, 1976 yılında Türkiye Kupası yarı finalinde Ankaragücü’nü elediklerinde primleri ödenmeyince ilk grevi başlatır. Kadro dışı bırakılır, futbolu bırakmak zorunda kalır.
Milli takım ve Galatasaray’ın unutulmaz oyuncusu Metin Kurt hayali olan “Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası’nı (Spor Emek-Sen) kurmadan terk etmedi bu diyarları.
Bursa’nın filozofu Ivan Ergiç
Savaş yüzünden genç yaşında Sırbıstan’dan ayrılmak zorunda kalan Ergiç, işçi olan babasının da etkisiyle futbolun yeni düzenini hep sorguladı. İsvçre Basel’de taraftarın sevgilisi oldu, Bursa’da 4 büyüklerin egemenliği kırıp şampiyonluk gördü. “Neden hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? Forma reklamı görülmüyor diye. Para futbolun dengesini bozuyor…” Böyle buyurmuştu Bursa’nın en baba adamı Ivan. Sponsor ve menajerleri hep reddetti, elinden geldiği kadar futbolun endüstrileşen kısmından uzak tuttu kendini.
Bursa, Şampiyonlar Ligi’ne çıkınca kente gelen Manchester United’ı seyredebilsinler diye okullardan gizlice 630 çocuğu kale arkasına yerleştirdi. “Bir çocuğun Bursa’da Manchester United’ı izlemesinden daha önemli bir şey olamaz.” dedi. Çocukların velilerinden biri biletin kaynağını araştırıp bulunca bunun duyulmasından hayli rahatsız olmuştu. Ivan Ergiç, son dönem ülkemiz futbolunda ter dökmüş en güzel abilerden oldu. Futbolu bıraktığında “artık ruhum özgür” diyerek sonunda çarktan kurtulmanın hafifliğini dile getirdi.
“Halktan insanlar, işçiler tüm hüsranlarını çok kazanan futbolculara yöneltirler; bu sayede milyarderler, politikacılar, bankerler vs gibi asıl gücü ve parayı elinde bulunduranlar bundan kurtulmuş olurlar. Bu klasik bir siyasi mekanizmadır.” İşte futbolun neden asla sadece futbol olmadığının en güzel açıklaması.
Futbol Tanrısı Diego Armando Maradona
Futbolun siyaset, din, yaşam, ekmek, su olduğu Güney Amerika’dan çıktı, Ülkesi Arjantin’e dünya kupasını getirdi. Avrupa’nın futbol ülkesi İtalya’da Güney’in kahramanı oldu. Zengin Kuzey takımları güneyi asalak olarak görürken, futbolun yeni tanrısı hem kente yeni bir ruh hem de İtalya Şampiyonluğu getirdi. Dönemin parlayan yıldızları Maradona ile birlikte oynamak için transfer tekliflerini reddeder olmuştu. Küme düşme potasındaki Napoli, Maradona’lı yıllarında UEFA kupasını bile kaldırdı. Güney Amerika’da hep sol liderlerin yanında oldu, onları destekledi. Fifa’yı hiç sevemedi.
1990 yılına gidelim. Unutulmaz Dünya Kupası İtalya 90’da, unutulmaz yarı final mücadelesindeyiz. Arjantin – İtalya ile karşılaşıyor. Maç Maradona’nın kahraman olduğu kent Napoli’de. Sivri dilli süper bücür o ünlü sözlerini sarf ederek cesur bir istekte bulunuyor: Hayatınızın geri kalan her günü İtalya’yı tutabilirsiniz, ama gelin bu defa benim isteğimi yapın, yarın lütfen beni ve Arjantin’i tutun.
Tribünlerin bir kısmından çağrıya cevap gelince İtalya kendi evinde Arjantin’e elendi. İtalya’nın efsanesi Paolo Maldini’nin maç yorumu hiç unutulmadı: Maç Napoli’de oynanmasaydı finale biz çıkardık.
Maradona’nın İtalyan mafyasıyla olan ilişkisi bir daha onun asla eski günlerine dönmesine izin vermedi. Dibe vurmasında dünya kupasında İtalya’yı elerken gösterdiği tavrın etkili olduğu söylenir. Mafya neye ne kadar etki etti bilinmez; ama İtalyan milli takımı o günden beri adam olamadı. Hatta 90’da Arjantin’e penaltılarla elendikten sonra, 94’te finalde Brezilya’ya, 98’de de çeyrek finalde Fransa’ya penaltılarla elendiler. Tanrı bu, çarpar.
Kırmızı çiçek Cristiano Lucarelli
İtalya’nın en özgürlükçü, anarşist ve solcu köşesi Livorno şehrinden de bir Berlusconi şebekliği beklenemezdi. İşçi hareketinin ve komünistlerin kalesi olan şehir, rönesanstan beri eşitliğin ve aydınlığın simgesi. Kızıl bayraklar şehrin adeta sokak lambaları gibi.
2004 – 2005 Seria A’nın gol kralı Cristiano Lucarelli ise şehrin tam anlamıyla simgesi. Aşırı sağcı ve faşistlerin mekanı olarak bilinen Lazio ile Livorno’nun rekabetinde hakemler tarafından nedense hep kıyılan taraf olmuştur Livorno. Lucarelli, “Livorno hakemler tarafından kollanmayan tek kulüptür, çünkü komünisttir” cümlesini gönül rahatlığıyla sarf eder.
Adına şarkılar bestelenmiş Lucarelli, İtalya U-21’de oynarken attığı gol sonrası Che Guevara’nın resminin bulunduğu tshirt’ü taraftarlara gösterince ceza alır. Che Guevara’nın kızı Aleida Guevara’ya; Livorno’nun Küba ile hazırlık maçı yapması için istekte bulunmasıyla hatırlanır. Bizim aklımızdaki hatırası ise 2009 yılında Adana 5 Ocak Stadı’nda iki işçi şehrinin, iki işçi takımı Adanademir Spor ve Livorno karşılaşması olur. Lucarelli, şehirdeki coşkuyu gördü ya, daha ne istenir.
Il Trattore Javier Zanetti
Dünyanın en sağlam sağ beki, yeşil sahaların en sağlam solcularından biridir Zanetti. Arjantin’in bir başka milli kahramanı olan İnter’li efsane, Meksika Zapatista hareketine açıktan yaptığı yardımlarla biliniyor.
Sadece kendi de değil, Inter’i komple örgütleyerek futbolcuların Meksika’ya giden yardıma katılmasını sağladı Zanetti. İtalya’dan Güney Amerika’nın fakir köylülerine giden yardıma bir de not iliştirmişti unutulmaz yıldız: Biz küreselleşmemiş, farklı kültürler ve geleneklerle zenginleşmiş daha iyi bir dünyaya inanıyoruz. İşte bu parayı size köklerinizi korumak ve ideallerinizi gerçekleştirmek için verdiğiniz kavgaya destek olmak için gönderiyoruz.”
Hareketin liderlerinden Subcomandante Marcos, elinde Zanetti formasını tuttuğu bir fotoğrafını ve Che Guevara’nın unutulmaz sloganını Inter’e uyarlayarak “hasta la victoria, inter!” (zafere doğru, inter) diyerek bir teşekkür mesajı yayınladığında, İtalyanların ünlü spor gazetesi La Gazetta Della Sport olayı çoktan tüm dünyaya duyurmuştu.
Adana ve sarı ateşinin çocuğu Hasan Şaş
Afrika’nın kuzeyinde “Yavaş yavaş Hasan Şaş” olarak bilinen efsanemiz. Son dönem Türk futbolunun en iyi kariyerlerinden birine sahip Şaş’ın oğlunun isminin Deniz Yusuf olması onu tanıyanlar için hiç de şaşırtıcı sayılmaz.
Hasan Şaş da Adana Demirspor okulundan geçmedir. Ankaragücü’ne transferinin ardından Fenerbahçe’nin verdiği yüksek ücrete rağmen çocukluğundan beri hayalini kurduğu takım olan Galatasaray’a geçer. Efsanevi Galatasaray kadrosunda yer alır, bu ekibin unutulmazı olur. 2000 yılında UEFA Kupası şampiyonluğu ile UEFA Süper Kupa şampiyonluklarını yaşar.
Liverpool ve Monaco gibi dünya devlerinin transfer listesine girse de yeniden Galatasaray’da kalmaya karar verir Şaş. Milli formayla Japonya ve Güney Kore’de düzenlenen 2002 Dünya Kupası’nda tüm dünyayı kendine hayran bırakır. Turnuvanın en iyi 6. oyuncusu seçilir ve bu listeye giren ilk Türk futbolcu olur. Özellikle Mısır’da ismi dükkanlara bile verilmeye başlanmıştır. Her tezgahtarın sırtında bir Hasan Şaş forması vardır. France Football tarafından Avrupa’nın en iyi 11. futbolcusu seçilir. Devler Şaş’ın peşindedir. Bir türlü karar veremez ve menejerler arasında sıkışır kalır Hasan. Son 10 yılın futboldaki en önemli kariyerlerinden biri 2009’da Galatasaray’ın sözleşmesini yenilenmemesi üzerine aktif futbol hayatına son verir. Dönemin Galatasaray takımında en çok malum dini örgütlenmenin ismi geçse de, o ekip içinde sol kanadın yıldızıdır Hasan.
İngiltere’nin başındaki Fransız Kralı Eric Cantona
İngiltere’nin futbol tarihinde en önemli olay sayılan 1966 Dünya Kupasının kazanılmasına gönderme yapılmış: 1966 İngiltere Futbolu için harika bir yıldı; çünkü Eric o yıl doğdu.
Maradona’nın eli varsa Cantona’nın tekmesi var. 5 ocak 1995 tarihinde oynanan Crystal Palace – Manchester United maçında düdük makarnası bir İngiliz taraftarına yerleştirilmiş tekme, futbol sahalarının unutulmaz görüntülerinden biri oldu. Cantona bu hareketiyle uzun süre ceza aldı ama taraftar kendisine çoktan “The King” lakabını takmıştı. Beşiktaşlıların Pascal sevgisine çok benzer futbol izleyicilerinin Cantona sevgisi. Olduğu gibi adamdır.
Sahada neyi var neyi yok ortaya koyan bu deli gönlün haksızlığa asla tahammülü yoktu. Futbol kariyeri sürerken tiyatro gruplarında çalışmalarına devam eden bir sanat gönüllüsüydü aynı zamanda. Erken yaşta yeşil sahalara veda etse de muhalif kişiliğiyle medyada sürekli yer aldı. Son olarak Fransa çapında emeklilik yaşının artırılmasını isteyen reforma karşı yapılan eylemlerde sokak gösterileri yerine tüm eylemcilerin bankadaki paralarını çekmelerini söyleyerek tüm dünyada kısa bir sessizlik oluşmasına sebep oldu. Düşünsenize ya olsaydı?
Ken Loach bile sessiz kalamadı Cantona’ya. 2009 Filmekimi’nde ülkemizde de vizyona giren “Looking For Eric” endüstriyel futbola karşı yapılmış en etkili işlerden biri oldu.
(Cantona’ya rağmen ağır ilerleyen bir filmdir, sabırla izleyiniz.)
Kötü Kedi Şerafettin Kemalettin Şentürk
Kemo adeta bir manyak gibi koşardı statta. Beşiktaşlı Deli İbrahim ve Ali Eren karışımı bir hali vardı. En olmadık yerlerden inanılmaz vuruşlar yapar topu kimi zaman tribünden dışarı, kimi zaman ağlara asardı. Hafif kambur bakışı, bağrışı çağrışıyla rakip futbolcuların korkulu rüyasıydı.
O dönem en iyi ön liberolarındandı; hatta ülkede henüz ön libero kavramı bile yeni yeni oturuyordu. Sağ yönelimin her daim hakim olduğu futbol camiası Kemalettin gibi bir deli yüreğe tahammül edemedi. En son geçen sene Fenerbahçe Tv’de: Herkesin ağzında bir söz var hakemlerde insan diye, futbolcular ne peki, patlıcan mı? Sözleriyle gönlümüzü bir kere daha aldı Kemo.
Comandante Shabani Nonda
Che’nin ülkesi Kongo’ya yaptıklarını hiç unutmadı Nonda. Galatasaray’da çok tartışılan bir kariyeri vardı. Gol krallığına çıktığı da oluyordu haftalarca boş geçtiği de. Bize göre asıl dengesiz olan Skibbe’ydi. Nonda en kritik maçlarda buldu mu affetmiyordu çünkü. Che’ye olan hayranlığını hem giydikleriyle hem de kazandıklarını fakir ülkesinde değerlendirmesiyle gösteriyordu Nonda. Sponsorluk anlaşmasından gelen parayı istememişti, bunun yerine ülkesindeki amatör kulüplere onlarca forma, şort ve çorap gönderdi.
Nonda, “Hayattaki tek idolüm” dediği Che Guevara’nın resmini taşımaktan onur duyuyor. Yıldız futbolcunun Che’ye olan hayranlığı çocukluğundan geliyor. Che’nin 1959’da Küba’da gerçekleştirdiği devrimden 6 yıl sonra Kongo’ya giderek Afrika ülkelerindeki emperyalizm etkileriyle mücadelesi Nonda’yı etkileyen en büyük faktör olmuş.
George Best’in Kartal hali Yusuf Tunaoğlu
Türk futbolunun en yetenekli oyuncusu olarak Sergen gösterilir; ama günümüzde pek bilinmeyen bir isim olan yine Beşiktaşlı Yusuf Tunaoğlu’nu babalar, amcalar sürekli anlatır durur. Tunaoğlu; “Şenol Birol gol” serisindeki Şenol ve Birol’ün Fenerbahçe’ye transferinden sonra Sanlı Sarıalioğlu ile birlikte A takıma henüz 17 yaşında çıkarılır.
O dönem için inanılmaz yetenekleri kısa sürede fark edilir. Yusuf’u tutmak imkansızdır. Bir süre sonra sahada onu tutmaktan vazgeçerler zaten. George Best’in Türk klonu gibidir Yusuf. Hem hızlı hayatı, hem tarzı, hem de yetenekleri Best’e benzetilir.
Dönemin önemli takımlarında Anderlecht’in transfer listesine girer. Her şey hazırken Yusuf boğaz köprüsünde bir trafik kazası geçirir. Anderlecht transferden vazgeçer. Yusuf Tunaoğlu, Yılmaz Güney’in de yakın arkadaşıdır; hatta Güney’in “Arkadaş” adlı filminde gece hayatını anlatan bir anda kısa bir sahnede bile görülür. Avrupa transferi gerçekleşseydi futbol dünyasının yeni bir efsane kazanacağı söylenir. Başka bir siyah beyazlı takım olan Altay’a gider ama sonradan Beşiktaş’a geri döner. Türk Best Tunaoğlu, 2000 yılında henüz 54 yaşında hayatını kaybeder.
Bonus: Slaven Bilic
Sosyalist bir takım yaratmaya çalışıyorum açıklaması çok konuşulan Slaven Bilic adeta Beşiktaş üzerine özel dikilmiş bir elbise gibi oturdu. Gezi eylemleriyle başlayan süreç, şövalye ruhlu semt çocuklarının başına bir talih kuşu indirdi. Hukuk Fakültesi mezunu ve sıkı bir Rockçı olan Bilic, Hırvatistan milli takımı ile 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası ile üçüncü oldukları 1998 FIFA Dünya Kupası kadrolarında yer aldı. Bilic, İtalyanca, Almanca, İngilizce ve Fransızca’yı akıcı bir şekilde konuşabilen semtin en yakışıklı abisi.
Beşiktaş’ın ve ligin en oturaklı simalarından olan Bilic’in babası, Split Hukuk Fakültesi dekanı, annesi ise öğretmen. 1970’li yıllardaki Hırvat Baharı’nda baba Bilic, etkin rol oynamış. Bilic, Hajduk Split günlerinde Yugoslav Milli Takımı’na alınmamasını, babasının devlet tarafından kara listeye yazılmasına bağlıyor.
Rock’a gönülden bağlı olduğunu söylemiştik. Biliç ve grubunun 2008’de söyledikleri Vatreno Ludilo (Öfkeli Çılgınlık), Hırvatistan Milli Takımı’nın resmi olmayan marşı olarak kabul edilmişti.