Krimolojinin ilgi alanında uzunca bir süre kalan solaklık, çok daha uzun bir zaman diliminde şeytani kimselerin özelliği olarak görülmüş. Vücudunun sol tarafını kullanan bireyler, günümüzde ciddi iyileşmelere karşın geçmişte farklılıklara duyulan güvensizliğin bir getirisi olarak toplumdan dışlanmış.
Egemen bakış açısının baskı altında tutmak istediği tüm kitlelere uyguladığı “hakimiyet kurma” tasası, tarihin her döneminde benimsenen bir anlayış olarak popülerliğini sürdürmeye devam ediyor. Bu anlayışın kurbanlarından olan solak bireyler de payına düşeni almış ve bir hayli suça karışmış.
Suç biliminin gözünden değerlendirilen “solak bireylerin suça eğilimi”nin tarihi sebepleri hakkında bilinmesi gerekenler.
Solak olmak 500 bin yıldır “hoş görülmüyor”
Cumhuriyet gazetesinin Kasım 2019 tarihli haberinde yer alan Max Planck Bilim Enstitüsünden Natalie Uomini’nin ifadeleri, solak bireylerin şüpheyle yaklaşmanın tarihini veriyor. Uomini’ye göre sağlak olan çoğunluk solak olan azınlık üzerindeki baskısı yaklaşık 500 bin yıllık bir maziye sahip.
Solak olmak ile sağlak olmak beyinle doğrudan ilgili
Beyinde başlayan solaklık sağlaklık (iki tarafı kullanan bireyler de var) ayrımı, bireylerin türlü işlerde vücudunun uzuvlarını ve bölümlerini kullanma alışkanlıklarının belirlenmesinde sorumluluk taşıyor. Bir başka ifadeyle, yazıyı sol elle yazmak ya da yemeği sağ elle yemek gibi gündelik alışkanlıkların asıl sebebi, beynin iki önemli kanadını oluşturan sol ve sağ loblarla ilgili.
Genetik etkenler solak ya da sağlak olmayı belirliyor mu?
BBC’nin 2016 yılında yayımladığı bir haberde bu soru “evet” şeklinde cevaplandırılmış. Yani, bireyin solak olmasını ya da sağ eliyle iş yapmasını belirleyecek olan etkenin genlerle ilgili olduğu ileri sürülmüş. Ancak bu noktada ufak bir pürüz var; genetik bilimciler bu durumun kaynağının 40 farklı gene bağlı olabileceğini de itiraf etmişler. Dolayısıyla henüz hangi genin solak olmaya ittiği bilinmiyor. Bu belirsizliği kenarda bırakıp solak olmanın suç kavramıyla kurduğu yakın ilişkiye göz gezdirelim.
Bu yatkınlık yakın geçmişe kadar suçlu olmanın bir koşulu gibiydi
Banka soygunundan, cinayete kadar bilumum suçlarda solak bireylerin sanık ya da şüpheli olması boşuna değil. Çünkü zaman içinde gerçekleştirilen pek çok bilimsel araştırmada solak olan bireylerin suça olan eğilimi dikkatlerden kaçmamış ve bazı araştırmalarda bunun sebepleri arasında genetik etkenlerin rol aldığı düşünülmüş.
Lombroso gibi birçok bilim insanına göre suçluların genel özellikleri arasında solak olmak da yer alıyordu
Bu varsayıma yönelik göze çarpan örneklerden biri de Kamin, Lewontin, ve Rose tarafından kaleme alınan “Genlerimizden İbaret Değiliz: Biyoloji, İdeoloji ve İnsan Doğası” isimli eserde kriminolojinin kurucusu olarak da bilinen İtalyan Cesare Lombroso’dan aktarılan ve suçluların genel tanımlarını ortaya koyarken işaret edilen nüans…
19. yüzyılın önemli kriminoloji kuramlarından birini ortaya koyan Lombroso, kendi gözlem ve çalışmalarına dayanarak ortaya koyduğu görüşlerde suçluların bazı fiziksel özelliklerini şöyle sıralıyor:
“Suçlular, doğaları gereği; zayıf kafatası kapasiteli, kaba ve geniş çeneli, göz çevreleri çıkıntılı, anormal ve orantısız kafalı (…) sivri kulaklı, eğri ya da düz burunludur. Renk körü, genellikle solak ve genellikle kas gücü bakımından zayıftırlar…”
Son cümle, solakların canını sıkacak cinsten. Üstelik, Lombroso, bu ve buna benzer varsayımları ortaya atan tek bilim insanı değil.
Solak olmak suç işlemeye itiyor mu?
On yıllar boyunca böyle düşünülmesine karşın artık anlaşıldı ki genetik etkenler ve suç işlemeye eğilim arasındaki ilişki çok derin. Ancak anlaşılan bir başka düzeltilen önemli nokta, bireylerin suç işlemeye eğilim taşımalarının sebeplerinden birinin solak olmanın yanlışlığı. Peki o halde radikal terör örgütü El Kaide’nin başı olan ve 11 Eylül saldırıları başta olmak üzere pek çok terör olayının faili olduğu bilinen Usame bin Ladin’in de aralarında bulunduğu yüzlerce azılı suçlunun solak olmasına ne diyeceğiz?
Çevresel etkenler genetik etkenlerden önemli hale gelebiliyor
Solakların çok uzun zaman boyunca anormal kabul edilmesi ve toplum tarafından dışlanması, bir başka ifadeyle sağlakların hakimiyetinde kalması istenen solakların bu baskıyı kaldıramaması onları suç işlemeye itebiliyor. Söz gelimi, trafiğin akış yönünün belirlenmesinden makas gibi aletlerin üretimine kadar yaşamın genel anlamda sağlaklar için kullanışlı hale getirilmesinin yarattığı kaygının üzerine eklenen dışlanma duygusu, kişilerin suçlu olmasının önündeki etik engelleri kaldırabiliyor.
Özetle, dışlanan kitleler (öneğin solaklar ya da siyahiler) suça yatkınlık kazanma riski taşıyor. Bunun bireysel sorumluluklarını hukuk düzenleme şansına sahipken toplumun sorumluluğu eskiye nazaran nispeten iyi de olsa tam anlamıyla anlaşılabilmiş gibi gözükmüyor.