Hepimiz onu artık bir ikon olmuş silindir şapkasından tanıyoruz. Eminiz yalnızca şapkasından tanıyanlarımız da mevcuttur. Yüzünü bileniniz var mı? Merak etmeyin, sizi bu meraktan kurtaracağız. Ve elbette ki şapkasının altından fışkıran o devasa karışık kıvırcık saçlarından bir şey göremiyorsunuz, evet. Haksız da sayılmazsınız, çünkü yaptığı bir açıklamaya göre tüm hayatı boyunca saçını kestirdiği sayı bir elin parmağını geçmiyormuş. Hah?
Dış görünüşüne fazla da takılmayalım desek de olacak gibi değil, biliyoruz. Çünkü silindir şapkasıyla, saçlarıyla ve ‘havalı’ duruşuyla bu pek de kolay olmuyor. Gelmiş geçmiş en iyi gitaristlerden biri olarak kabul gören üstadımız Saul Hudson nam-ı diğer Slash’in müzik yaşamındaki ilginç olaylar dahil, lakabını nasıl aldığını ve o meşhur görünümünü elde etmek için şapkasını nasıl çaldığını(?), Guns N’ Roses günlerini ve elbette Axl Rose’la yaşadığı sorunları araştırdık, derledik, yazdık. Buyrunuz.
Rock müziğe giriş yapmak için hiç de fena bir yol değil?
1965 yılında Hampstead, Londra’da doğan Slash, ailesiyle Los Angeles’a taşınmadan önce 11 yaşına kadar İngiltere’de yaşadı. Afroamerikan bir anne ve İngiliz bir babanın oğlu olan Slash, öyle bir ortama doğmuştu ki yerine kimi koysak herhalde ucundan kıyısından da olsa bir şekilde rock müzikle ilgilenmesi kaçınılmaz olurdu. Çünkü annesi Ola, John Lennon’ın kostüm; babası Anthony ise Neil Young ve David Bowie’nin albüm kapak tasarımcısıydı. Ve ayrıca Joni Mitchell’ın da o dönem komşuları olduğunu belirtelim. Joni Mitchell, folktan caza her haliyle pek güzel bir kadındır (bilmeyenlere).
David Bowie: Evdeki yeni adam?
Saul’un anne ve babası 70’lerin ortalarında ayrıldıktan sonra annesi Ola, David Bowie ile çıkmaya başladı. 1991’deki bir röportajında bu konu hakkında Slash, “onu [Bowie] gerçekten pek sevmedim, çünkü o evdeki yeni adamdı. Bu duruma gerçekten içerlemiştim,” dedi. 2012’deki bir röportajında ise Bowie için onu ‘iyi hatırladığını ve sevdiğini’ söylemiştir. Ve bir keresinde annesiyle Bowie’yi üzerlerinde pek de fazla kıyafet olmadan yakaladığını da… Ah!
Lakabı ise şuradan geliyor:
John Cassavetes ve Wes Anderson filmlerinde rol alan ve birçok sinema severin bildiği emektar Seymour Cassel, Saul’un Los Angeles’ta büyürkenki en yakın arkadaşı Matt’in babasıydı. Saul, ergenliğini yaşarken içinde tam anlamıyla çılgın bir enerji saklayan bir çocuktu ve bir gün Cassellerdeki bir partide yerinde duramayarak sürekli hareket halinde oluşunu gören Seymour Cassel ona, “Hey, Slash, nereye gidiyorsun? Nereye gidiyorsun, ha, Slash?” diye seslenmesiyle bu lakap ona yapıştı.
“Bisikletimle anneannemin evine dönerken hayatımın tamamen değiştiğini bildiğimi hatırlıyorum.”
Rock müziğe olan tutkusunun yaşadığı epifaniyle nasıl tam anlamıyla başladığını şöyle anlatmıştır:
“Büyük uyanışım ben 14 yaşındayken oldu. Benden yaşça büyük bir kızın bir süredir küloduna girmeye uğraşıyordum ve en sonunda evine davet etti. Biraz takıldık, ot içtik ve Aerosmith’in Rocks albümünü dinledik. Bu, lanet bir ton tuğla gibi vurdu bana. Oraya oturdum, defalarca dinledim ve kızın aklını uçurdum. Bisikletimle anneannemin evine dönerken hayatımın tamamen değiştiğini bildiğimi hatırlıyorum.”
Silindir şapkayı nasıl çaldım? Ne demek çaldım?!
Slash, 1985 yılında Los Angeles’ta bir konsere çıkmadan önce değişik bir imaj yakalamak için alışverişe çıkmış. Retail Slut isimli bir giyim dükkanında gördüğü silindir şapkaya ise adeta aşık olmuş. Şapkaya baktığında onun kendisine konuştuğunu söyleyen Slash, o dönem beş parasız olduğundan şapkayı öylece almış ve kafasına takıp sessizce mağazadan ayrılmış. Eğer biri ardından gelse ‘para vermeyi unutmuşum,’ gibi bir yalan söylemeyi aklından geçirmiş ve peşinden kimse gelmeyince de bu küçük el uzunluğu yanına kâr kalmış. Yine aynı alışveriş gününde yürüttüğü bir kemeri de şapkanın etrafına bağladığında tüm dünyanın bildiği o ikonik görünümü rock dünyasına kazandırmış. Hiçbir hırsızlık olayını elbette ki tasvip etmesek de bu çok uç bir örnek olup zaman aşımına uğradığından ve kendisinin gitar konusunda bir sihirbaz oluşunu göz önüne aldığımızda biz, üstadı bu seferlik affediyoruz.
Guns N’ Roses günleri
16 yaşındayken katıldığı ilk grubuyla turneye çıkmak için liseden ayrılan Slash, 85’e kadar bir dizi grupta çaldı. Önceki çalışmalardan tanıştığı Axl Rose ve Izzy Stradlin onu, yeni kurdukları gruba davet etmesiyle işler çok daha farklı bir hal aldı. Kendi şarkılarını yazmaya başladılar ve bunların içinde “Sweet Child o’ Mine,” “Welcome to the Jungle” ve “Paradise City” vardı.
1987’de çıkan ilk albümleri Appetite for Destruction bugün en iyi çıkış ve birçoklarınca en iyi hard rock albümü olarak görülmekte. Eylül 2008 verilerine göre ise şimdiye dek 18x platinum (28 milyondan fazla satış) almış acayip bir şey.
Seks, -tabii ki- uyuşturucu ve rock and roll
Bir rock müzik efsanesinden söz ediyorsak herhalde uyuşturucuya değinmeden geçemeyeceğiz. İlk yıllarda, Axl Rose haricindeki grubun tüm üyeleri eroin bağımlılığından sıkıntı çekiyordu ve bu durum çalışmalara da yansıyordu. 1989’daki Rolling Stones konseri açılışında sahne alan grup, Axl Rose’un, “Eğer grubun bazı üyeleri Mr. Brownstone’la (eroin kullanımıyla ilgili Guns N’ Roses şarkısı) dans etmeyi bırakmazsa gruptan ayrılacağım.” sözüyle açıkça Slash’i ve diğerlerini tehdit etmişti.
Slash vs. Axl
İlk albümlerinin ardından çıkan ikiz albüm Use Your Illusion I ve Use Your Illusion II da büyük ilgi gördü. Slash, 1993’te Guns N’ Roses’la son konserine çıktı ve üç yıllık bir durgunluğun ardından gruptan ayrıldığını açıkladı. 2007 yılında yayınladığı biyografisinde ayrılışını herkesin yaygın inancı olan Axl’la yaşadığı ‘sanatsal farklılıklar’dan kaynaklanmadığını belirterek bunu üç nedene dayandırdı:
Axl’ın seyircilere ve grup üyelerine olan saygısızlığını Use Your Illusion turnesindeki konserlere grubu saatlerce geç çıkararak göstermesi; grup isim hakkının tamamını legal anlamda sürekli ele geçirmeye çalışması ve böylece yanında çalacak müzisyenleri adeta birer ‘taşeron müzisyen’ konumuna getirmek istemesi; ve Steven Adler’la Izzy Stradlin’in gruptan ayrılışı.
Slash’in yılan yuvası
Yılanlara olan düşkünlüğünü ve bir dönem seksen tanesine sahip oluşunu göz önüne alırsak Guns N’ Roses’dan sonra kurduğu grubun adının Slash’s Snakepit olmasına şaşırmamak gerek. 1994-2002 arasında aktif olan grup, Slash’in eski grubunun yeni albümü için hazırladığı malzemelerden oluşan It’s Five O’Clock Somewhere albümünü çıkardı ve ABD’de bir milyon üstü satış sayısına ulaşmayı başardı.
“Uyuşturucu ve alkol kullanmayın. Ben bunun yaşayan kanıtıyım!”
Slash henüz 35 yaşındayken, yılların biriktirdiği uyuşturucu ve alkol kullanımının sonucunda bir kalp yetmezliği olan kardiyomiyopati teşhisiyle hastaneye yattı. Kendisine, altı günden altı haftaya ömür biçilmesine rağmen geçirdiği ameliyat sonrası mucizevi denecek türden bir geri dönüşle kurtulmayı başardı. Yıllar sonra ise, “kalbimde defibrilator (düzensiz kalp atışını normale döndüren bir araç) var. Uyuşturucu ve alkol kullanmayın. Ben bunun yaşayan kanıtıyım!” demiştir. 2005 yılından beri uyuşturucu ve alkol kullanmayan Slash, 2009 yılında da sigarayı bırakmıştır.
Kadifeden Altıpatlar
2002’de Slash, Guns N’ Roses yıllarından tanıdığı Duff McKagan ve Matt Sorum’la kanserden hayatını kaybeden Randy Castillo anısına verdikleri konserde bir araya gelmeleriyle eski kimyalarını kaybetmediklerini fark ettiler ve ardından süpergrup Velvet Revolver’ı kurdular. Aylarca süren bir solist bulma arayışının ardından (yalnızca amatörler bu uğraşı vermiyormuş anlaşılan) Scott Weiland’da karar kılındı. Çıkardıkları ilk albüm Contraband iyi bir geri dönüş olarak görüldü ve Slash’i eski ününe kavuşturmayı başardı.
Solo kariyer
Fancy a fuckin cup of tea?
Velvet Revolver’ın ardından Slash, ilk kez solo çalışmalarına başladı. 2010’da, basitçe kendi adını taşıyan ilk albümünde her şarkı için ayrı ayrı çalıştıkları için ‘rüya takımı’ tabirini kullansak abartmış olmayız. Çünkü bu isimler içinde Ozzy Osbourne, Black Eyed Peas’den Fergie, Maroon 5’dan Adam Levine, Motörhead’den Lemmy Kilmister, Dave Grohl, Chris Cornell ve Iggy Pop var.
Apocalyptic Love adlı ikinci albümü de 2012 yılında yayınlandı.
Gerçek bir hayvan sever olduğunu biliyor musunuz?
Yılanları çok sevdiğini bildiğimiz Slash, aynı zamanda bir de kedi hastası. Hayvan sevgisi ise yalnızca bu iki türle sınırlı olmayıp tüm canlıları kapsadığını geçen sene yayınlanan son solo albümü World On Fire’da görüyoruz. Albümde yer alan Beneath The Savage Sun şarkısını Afrika’da dişleri için avlanan fillere dikkat çekmek için yazmıştır.
Slash ve 100 (yazıyla: YÜZ) gitarı
Slash, 100’den fazla gitara sahip oluşuyla tüm müzikseverlerin -elbette özellikle gitaristlerin- ağızlarının sularının akmasına sebep oluyor, orası kesin. En sevdiği gitarın da tabii ki Gibson Les Paul olduğunu biliyorsunuz. Onu, “benim için civardaki en iyisi” diye tanımlıyor. Gibson firması da Zakk Wylde’la birlikte Slash’in Les Paul’u 80’lerin sonlarına doğru eski ününe kavuşturduğunu söylemiştir. Slash imzalı özel seri bir Gibson Les Paul’u kim istemez?
Daha uzun yıllar müzik yapmasını dilediğimiz Slash’in, aynı zamanda bu yüz gitarını istediği stüdyodan, sahneye dilediği şekilde kombinleyip götürmesini güzel ve uzun sololar atmasını da istiyoruz.
Welcome to the Jungle: Yazar özel bonusu