Hayır, konuyu lütfen kahvede oturmuş geleni geçeni izleyen amca seviyesine indirgemeyelim. Mevzu biraz daha derin. Skopofili, Yunanca’da bakmak, incelemek, izlemek anlamındaki skopeo sözcüğünden gelen, “bakmaktan zevk almak” diye tanımlanabilecek, Freud’un icadı olup aynı anlamı taşıyan Schaulust sözcüğünün çevirisi olarak türetilmiş bir kelime. Konu bakmak olunca, hele bir de işin içinde Freud varsa, bolca cinsellik konuşacağımızı tahmin etmişsinizdir. Bu liste, skopofilinin psikanalitik boyutunu, sinema ve görsel kültürle ilişkisini ve biz farkında olmadan nasıl günlük yaşamımızın önemli bir bölümünü oluşturduğunu anlatacak.
Listeyi uluslararası stalker marşı “Every Breath You Take” ile okumak isteyenler için:
1. Skopofili en yalın anlamıyla eski Yunanca’da bakma ve nihayetinde görme eyleminden zevk almak demek. Bu eylemin iki tarafı var: görmek ve görülmek.
2. Literatürde, konunun Sigmund Freud’un psikanalitik teorilerinden köklendiğini görüyoruz
Freud bu terimi elbette cinsel bir ifade olarak ele almış. Freud’a göre, skopofili çocukluktan gelen ve libidoyu harekete geçiren bir dürtü. Zira bebekler ve çocuklar, bakarak, görerek egolarını şekillendiriyorlar. Bu dürtü için “büyüdükçe sanata da yönlenebilir, kadın vücuduna duyulan önüne geçilemez, ıstırap veren bir meraka da dönüşebilir” diyor Freud.
3. Skopofiliyi, teşhircilik (exhibitionism) ve röntgencilik (voyeurism) kavramlarından ayrı düşünmek imkansız
Bu kavramların skopofilinin formu olduğu da kabul ediliyor. Teşhircilik, izlenmekten alınan zevk; röntgencilikse, fark edilmeden izlemekten alınan zevktir. Bu açıdan, teşhirciliğin daha pasif; röntgenciliğin ise daha aktif bir eylem olduğunu söyleyebiliriz.
4. Lacan ayna evresi
Fransız psikanalist Jacques Lacan, Freud’un fikirlerini alıp üzerinde bazı revizyonlar yapmış. Lacan ayna evresi (mirror stage) adını verdiği bir bebeklik döneminden söz eder. Bu evrede, bebekler, aynaya bakarak kendileri haricinde bir dünya olduğunu ve bu dünyanın “başkalarıyla” dolu olduğunu fark ederler. O başkası ilk olarak annedir. Bu bilinçle, başkalarından ayrı olduklarını, birey olduklarını anlarlar. İşte bu noktada egolarını şekillendirmeye başlarlar. Bir sonraki aşama, aynada gördükleri vücut üzerinde kontrolleri olduğunu fark etmektir. Kontrolü henüz sağlayamasalar da bu fark ediş gerçekleşir. Bu çelişki nedeniyle yansımalarının kendileriyle hem aynı kişi hem de farklı biri olduğunu düşünürler.
5. İzleyicilik (spectatorshiptir)
Psikanalitik teorinin, gördüğümüz imajlardan aldığımız zevki anlatmak ve tutkularımızla bizi çevreleyen görsel dünyanın arasındaki ilişkiyi açıklamak konusundaki en direkt, en anlaşılır teori olduğu düşünülür. Bu teorinin konseptlerinden biri izleyicilik (spectatorshiptir). İzleyicilik, ruhun (psyche) bakmak eylemindeki rolünün altını çizer.
6. Lacan’a göre, izleyici sadece bir insan değildir, aynı zamanda ideal bir öznedir
Hatta, bilinçaltından, dilden ve tutkudan müteşekkil küçük öğelerdir. Özne, izlediği sahnenin içine girer ve orada rol alır.
7. Bilinçaltı
Psikanalitik teori der ki; insanlar tutkularını, fantezilerini, korkularını ve anılarını baskılarlar; bunun sonucu olarak da, bilincin çoook derinlerinde insanın rasyonel ve mantıksal tarafına ulaşamamış dinamik bir tutku alanı oluşur. Buradan tabii ki çoğu Freudyen savın temelini oluşturan bilinçaltına bağlanacağız: Psikanalitik teoriye göre, skopofili, insanların rüyalarında aktifleşen bilinçaltlarında çok canlıdır. Yani, bilinç düzeyinde gerçekleştiği sanılan pek çok davranışın aslında bilinçaltında olup bittiği ve skopofilik olduğu düşünülür.
8. Özne teorisi ve ayna evresi kavramları, sinemayı da etkilemiştir
Filmi teoristi Jean-Louis Baudry, karanlık sinema salonlarındaki ekranların dev bir ayna görevi gördüğünü, izleyicileri ayna evrelerine geri döndürdüğünü söyler. Yani film izlerken, egolarımızı belirli bir süre için kaybederiz, kendimizi ekranda gördüğümüz dünya içinde kimliklendiririz. İşte tam burada, filmdeki vücutlar üzerinde izleyici egoları inşa etmeye başlarız.
9. Sinemada 3 bakış türü
Film yapımcısı ve yazar Laura Mulvey, sinemada 3 bakış türü tanımlar: Kayıt esnasında kameranın bakışı, filmi izleyen seyircinin bakışı, bir de karakterlerin birbirlerine bakışları. İzleyicinin bakışları yine ayna evresindeki merakın bir temsili aslında; tamamen skopofilik bir dürtü. İzleyici burada hem bakmaktan hem de karakterler aracılığıyla kendisine bakılmasından zevk alıyor. Bu dürtü film bittiğinde normalleşebilir de, meşhur Lady Godiva hikayesindeki Peeping Tom’da olduğu gibi obsesif bir röntgenciliğe de dönüşebilir.
10. “Erkek bakışı”
Mulvey, The Male Gaze adıyla sunduğu konseptte, izleyicinin bakışını “erkek bakışı” olarak tanımlar ve klasik sinemanın erkeğin fantezi dünyasını yansıttığını söyler. Öyle ki, kamera açıları dahi daima erkeğin gözlerine ve bakışına göre belirlenir; reaksiyon sahnelerinde “bakma hakkı” daima erkektedir, bakılan ise daima kadındır. Bu durum, kontrolü erkeğe verir ve onu güçlü kılar. Bu, feminist film teorisinin de eleştirisidir.
11. Rear Window filmi
Cenab-ı üstad Alfred Hitchcock’un Rear Window (Arka Pencere) adlı filminde, skopofilinin sinemadaki en iyi örneklerinden birini görebiliriz. Filmdeki tüm olayları ana karakter Jefferies’in (Jimmy Stewart) gözünden izliyoruz. Fotoğrafçı Jefferies, bacağı kırıldığı için sürekli penceresinin önünde oturuyor. Otururken de komşularını izliyor. Asla yerinden kıpırdayamadığı halde filmdeki en dominant karakter olan Jefferies, düşünceleri ve sorularıyla sevgilisi Lisa’nın ve tüm kadın komşularının hareketlerini adeta kontrol ediyor.
12. Günümüz dünyasında, sınırsız sosyal mecradan sınırsız “profil” yaratma imkanımız var
Yarattığımız profillerden yine sınırsızca sesli, sessiz, hareketli, hareketsiz imaj paylaşıyoruz. Bu uçsuz bucaksız dünya bizi skopofilik yapıyor. Profilimiz bizi ne kadar temsil ediyor? Profilimiz gerçek mi, fake mi?
13. “View as” opsiyonu
Peki ya birçok mecrada kendi profilimizin 3.şahıslara nasıl göründüğünü kontrol etmemizi sağlayan “view as” opsiyonunun olması? Buyurun skopofili! Aynaya bakar gibi kendi profilimize bakarken, aslında kendimize değil ideal özneye bakıyoruz. Sonra da onu bir başkasıymışçasına izliyoruz.
14. Sosyal medya stalker’lığının bir çeşit röntgencilik olmadığını kim söyleyebilir?
15. Hadi bir de, online’ken offline görünmeye çalışmak nedir? Peeping Tom’luğun daniskası!
16. Zaten biz ülke olarak insan izlemeye bayılıyoruz
Pencerelerdeki “olan bitenin farkındayım ve bundan memnun değilim” bakışlı komşularımızı, dışarıyı TV’ymişçesine izlerken çitlediği çekirdekten balkonunda dağlar yaratan eşimizi dostumuzu, kahvelerdeki okeye dördüncü arayan amcalarımızı, sahilde güneşlenen kadınlarımızın etrafında cesaret patlaması yaşayan erkeklerimizi başka nasıl açıklayacağız?
17. Ayna evresi yalnızca sinemada değil günlük yaşamımızda da çok açıklayıcı
Hayatını bir film olarak görmeye bayılmayanımız azdır. Metroda kulaklığını takıp yürürken bir ekrandan insanları izliyoruz, onların yerine kendimizi koyuyoruz ve onların da kendisini bizim yerimize koyduğunu düşünüyoruz. Bazense kendimizi bir başkası gibi hayal ediyoruz, dünyayı filan kurtarıyoruz. İzleniyor olma hissi, daha izlenmeye değer şeyler yaratma dürtüsünü de beraberinde getiriyor.
18. Toplumsal cinsiyet dersi
John Berger “Ways of Seeing”de “Kadınlar, erkeklerin gardiyan olduğu bir dünyaya, olduğu kişiyi ve her yaptığını sürekli olarak yoklamak/sorgulamak üzere doğarlar.” der. Berger’e göre, kadınların nasıl göründüğü, özellikle de erkeklere nasıl göründüğü hayatının merkezindeki en önemli konudur, kadının başarı kıstasıdır. Kısacası, erkek yapar, kadın ise arz-ı endam eder. Erkek kadını izler, kadınsa kendisinin izlenişini izler. Bu durum, yalnızca kadın-erkek ilişkilerini değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de düzenler. Çünkü kadının içindeki izleyici de erkektir. İşte kadının obje olarak algılanışının, edilgen görülmesinin en basit açıklaması. Bu durumun değişmesi için planetçe toplumsal cinsiyet dersi alsak fena olmaz.