Luca Badaloni, ki kendisini cismen tanımam etmem, kanımca harika bir liste hazırlamış. Harika olan her şeyin ListeList’te yeri vardır ilkesinden hareket ederek kendisine selamlarımızı gönderiyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz: “Dear Badaloni, well done mate! An excellent list for a ‘sinefil’ (a turkish term taken from french: cinéphile, means a film lover or a cinegoer, as you wish.”
Bu liste elbette sadece mükemmel olduğu için değil, bir sinemaseverin mutlaka izlediği filmleri barındırması nedeniyle de seçildi. Bu filmlerin izlenmemiş olmasını bir kayıp olarak gören ListeList ekibi, toplumsal bir yükselmeye derinden inanan düşünceli bireylerden oluştuğundan, ufak da olsa bir misyon üstlenmeyi de seçmiş oldu; tabii yüksek tezahüratları da hak etti.
Yahu nihilizm de neymiş demeyin kalbinizi kırarım. Açın iki Camus okuyun ki en büyük nihilistin Nietzsche olduğunu sanan saftiriklerin kulağına onları rencide etmeden “Diyojen Diyojen” diye bağırabilin. Ama siz siz olun yine de bir nihilist olmayın, neden diye de sormayın. Hem ne diyoruz: Dediğimizi yapın ama yaptığımızı yapmayın, ve bu filmleri asla ama asla kaçırmayın. Düşünüyorum da, edebiyatta nihilizmin devlerine de mi liste yapsak???
1. Katil nihilistler: Fargo – Joel and Ethan Coen
Coen’lerin estetik algısını nihilist bir felsefe barındırmadan ama kökten nihilist karakterlerle mükemmel şekilde aktardığı bu şaheser o kadar beğenilmiş olmalı ki dizi formatı vizyonlara girdi bile. Küçük bir not: Nihilist karakterler birer katil.
2. Zaman ödümüzü koparıyor: American Beauty – Sam Mendes
Siz siz olun sakın ihtiyarlamayın. Ya da en azından 30’lu yaşlarınıza geldiğinizde Sartre gibi ölümsüz olduğunuza (abartmıyorum) yürekten inanın ve bunu girdiğiniz her ortamda dillendirin ki biraz olsun genç hissedebilin. Karakterimiz Lester Burnham ihtiyarladı ve geçen her dakikadan ödü kopmaya başladı. Sonunda öyle bir noktaya geldi ki, söylersem spoiler vermiş olurum, o yüzden susuyorum.
3. Kötülük kötülüğü çağırıyor: Reservoir Dogs – Quentin Tarantino
Diyalog ustası Tarantino’nun en efsane işi. Adalet ve iyilik doğaları gereği sona ermek zorundadır. Kötülük kötülüğü, kan da kanı çağırır. Filmin karakterlerine -Michale Madsen’lı Mr. Blonde hariç- nihilist demek zor olsa da film, absurd diyalogları ve hikayesiyle ham bir nihilizmi uyutuyor yatağında.
4. Hippilere son: Fear and Loathing in Las Vegas – Terry Gilliam
Las Vegas’a tribal bir yolculuk, gerçi triplere giriyorsanız gidilen yerin ne önemi olabilir.. Ah şu hippiler dediğim tayfanın sonunu getiren Hunter Thompson imzalı romanın sinemaya dahiyane şekilde uyarlandığı bu sinema şöleninde de absurdizmin sınırlarında dolaşıyoruz.
5. Kim vurduya gitmemeli: American Psycho – Mary Harron
Nietzsche’ye reverans yapıp yolundan giden Amerikan Sapığı’ndan kimseyi rahatsız etmemeniz gerektiğini öğreniyoruz. Güzel ofisinde takım elbiseleriyle pinekleyen üst düzey bir yöneticiyseniz dikkat edin, bir hiç uğruna bir ‘hiççi’ tarafından kim vurduya gidebilirsiniz.
6. Adalet nedir? Match Point – Woody Allen
Adalet tartışmalı bir kavram diyor Woody Allen. Keyfi bir hükümdarlık kurmak isteyen modern insan, aldığı hazzın ve duyduğu tatminin pençesine yakalanabiliyor. Sanatsal bir nihilizmin yüzümüzü serinlettiği Match Point’te hayata artistik bir gözlükle bakarken sanatın kendisini de masaya yatırıyoruz.
7. Diyalektik: La Grande Bouffe – Marco Ferreri
Nihilist sinemanın efendilerinden Marco Ferreri ikiye bölünmüş hikayesiyle hayatın güzel ve komik yönünü verirken üzücü ve absurd yönünü de unutmuyor. Bu filme usta işi diyoruz; nedeni ise hayatın güzel bir özetini çıkarabilmesi.
8. Benden büyük kim var! deme: There Will Be Blood – Paul Thomas Anderson
Ahlaktan ve merhametten nasibini almamış, ilahi ya da ruhani hiçbir şeye yakınlık duymayan bir karakterin kötüden iyiye yolculuğunu izliyoruz. Hiçbir değeri olmayan biri nasıl davranıyorsa öyle davranıyor ve kaderine de razı oluyor. Benden büyük kim var! demeyeceksin.
9. Hayattan soğutur: Requiem For A Dream – Darren Aronofsky
Nihilizmin sahne olduğu bu Aronofsky filminde, mecburiyetler ve acı sonuçlarına katlandığımız hayattan neredeyse soğuyoruz, evet, hayattan soğuyoruz.
10. Topluma karşı: Clockwork Orange – Stanley Kubrick
Filmin ana karakterinin nihilizmini, toplumun değerlerinin ortasında gördüğümüz bu filmle Kubrick’in zoru basit gösteren dehasına da şahit oluyoruz. Roman mı film mi diye sormaktan bıkmadığımız edebiyat uyarlamaları arasında diğerlerinden sıyrılan Otomatik Portakal’ı bir de bu gözle izlemek gerekiyor.
11. Ötekinin vahşeti: Dogville – Lars Von Trier
Bir başka dahi daha sahnede: Trier. Kubrick nasıl toplumun içinde bir nihilizme odaklandıysa, Trier de tamamıyla erdemli bir topluluğu vahşi bir hayatla çevreliyor. Modern dünya, kentler ve kasaba hayatı arasında felsefi bir farklılık yok diyenler ya da medeniyetin vahşetine ikna olmak isteyenler için doğru kapı.
12. Akıl karıştırıcı: No Country For Old Men – Joel and Ethan Coen
Coen’ler olmazsa olmazdı. Cormac McCarthy tarafından kaleme alınan bu edebiyat uyarlamasında şaşırtıcı olan, Javier Bardem gibi bir temiz yüzlü birine, saf bir nihilistin adalet konusundaki vurdumduymaz ve aykırı fikirlerleriyle temsil ettirebilmesi ve izleyicinin aklını adalet konusunda karıştırabilmesi.
13. Zevk için: Funny Games – Michael Haneke
Herhalde nihilizme en sert ve dokunaklı örnek bu olsa gerek. Bunu hemen her filminde yapan Haneke, Thomas Bernhard’ın reenkarnesiymişçesine kaliteli ve şiddet dolu işler üretiyor ve inandırıclığını asla kaybetmiyor. Bu film ile nihilizmin, yaşam hakkına hiç ama hiç riayet etmediğini görüyoruz ve kendi aramızda şiddetli tartışmalar çıkıyor.
14. Midesi olanlar dikkat: Salò or the 120 Days of Sodom – Pier Paolo Pasolini
Nihilizmin kan kardeşi Sadizmin doruklarında gezdiğimiz Pasolini filminde, faşizme ne kadar yakın olduğumuzu hatırlıyoruz. Duyguları ve midesi olanlar bir zahmet izlemesin.
15. Entelektüel nihilizm: Dancer in the Dark – Lars Von Trier
Herhalde en entelektüel filmlerin başında geliyor Dancer in the dark. Trier, Salo’dan bile daha nihilistik olabileceğini ispatladığı bu filmde, güle yüzlerin, sıcak ilişkilerin nasıl aldatıcı olabileceğini gösteriyor. Bazen düşünürüm, bu filmde söz olmasa, sadece kamera bile bize her şeyi anlatmaya yeterdi.