İkinci Yeni; 1950’li yıllarda Garipçilere tepki olarak doğmuş, onların tersine birbirinden çok farklı olan şairlerin tek tek arayış ve sezgileriyle dağınık uçlar vermiş bir şiir akımıdır. Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan İkinci Yeni şairlerinden Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Ece Ayhan… gibi şairleri daha önceki listelerimizde şiirleri, yaşam öyküleri ve anılarıyla anlatmış; ama bu kuşağın farklı bir temsilcisi olan Sezai Karakoç’tan bahsetmemiştik. İşte şimdi bu eksiğimizi tamamlayalım istedik…
1. Anneler ve çocuklar
Anne ölünce çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde bir siyah çubuk
Ağzında küçük bir leke…
Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünür gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne.
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne
Sezai Karakoç, İkinci Yeni’ye özgü dil ve söylem özelliklerini kullanarak İslam dinini esas alan konulara yönelmiştir. Onun şiiri İslam’ın geleneksel metinlerinde görülen merkez-çevre ilişkisinin üzerine kurulmuştur. Bu nedenle, İslam mitolojisini kucaklayan Sezai Karakoç şiirinin sağlam bir metafizik zemini vardır. O, şiir dilindeki semboller aracılığıyla geleneği güne ve geleceğe taşıyarak; şiirlerinde aşk, hürriyet ve yaşam olgularını anlatmaya çalışmıştır.
2. Bahçe görmüş çocukların şiiri
İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden
Şehrin çocuklara mahsus kaydıraklardan olduğu
Fi tarihinde kutsal sözleri kale almadıkları için
Harap bırakılmışlar tabiatüstü güçlerle
Bir kere elime aldım mı çocukluğumu
Üstüne kerametler yazılı derilerde
Geleceği bildiren derilerde
Başlar yeni bir mantığın bağbozumu
Paganini bakışıyla ölümü inkar eden
Anneleri şaşırtan, çocukları büyüleyen
Sevimli kahinlikleriyle fakirleri sevindiren
Ve siz ey çingene kadınları
O yıllar savaş yıllarıydı, geceleri karartma
Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir, bir yanda kiraz bahçeleri
1933 yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelen şairin çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçer. Altı yaşında ilkokula başlar ve 1944’te Ergani’de tamamlar ilkokulu. Maraş Ortaokuluna parasız yatılı öğrenci olarak kayıt yaptırır.1947’de burayı bitirerek Gaziantep’te yine parasızyatılı lise öğrenimine başlar ve 1950 yılında bu okuldan mezun olur.
3. Batış
Güneştir düşen, turuncusunda menekşeler sunarım
Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye
Çocuklara kekik toplayan o sevgiliye
Bir kekik uzatan çocuk anne deyince
Deniz dibinden çatı çeken
Çocuk üstüne, arkadaş üstüne
Güneştir düşen, yeşilinde bir yüz döner
Değişmeyen o gençliğiyle sevgili
Ölümden sonraki kurtulma gibi
Döner döner de gelir karşıma
Deniz dibinden çıkan ahtapot ölüleri
Eski utanmaları çeker su yüzüne
Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin
Altın hatıralar hükümetinin
Bitmeyen sultanı, o sevgiliye adanmış
Soy utanç, soy anış, soy sevgi
Gel artmaz azalmaz ey sevgi
Karakoç, felsefe okumak istediği için İstanbul’a gider. Fakat babasının arzusu İlahiyat Fakültesinde okumasıdır.. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesinin sınavına girer. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Eğer sınavı kazanamazsa felsefe eğitimi yapacaktır.
4. Ben kandan elbise giydim
Kendinden bir şeyler kattın
Güzelleştirdin ölümü de
Ellerinin içiyle aydınlattın
Ölüm ne demektir anladım
Yer değiştiren ben değildim
Farklılaşan sendin
Sendin bana gelen aynalarla
Sendin bana gelen, sendin
Artık ölebilirdim
Bütün İstanbul şahidim
Ben kandan elbiseler giydim
Bundan senin haberin var mı?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini, 1955 yılında fakültenin Maliye bölümünden mezuniyetle tamamlar.
5. ÇEŞMELER
Benim yalnızlığımdan
Damıtılmış çeşmeler
Kurumuş unutulmuş
Çeşmelerin akışıyım
İnsanlık içinde
Ay görmez onları, onlar ayı görür
Aydan haberlidirler
Söylediklerinin çoğu
Ay hakkındadır
Aya dair
Ayın tarihine ait
Fındıklılı Mehmet Ağa
Çeşmesi
Silahtar Tarihinin yazarı
Yenilmez karpuzlar
Acı salatalıklar yıkamıştım suyunda
İçilmez
Bozuk suyunda
Gece yarısı
Ayışığında
Yaz, ay ve ben
Silinmeye yüz tutmuş yazı
Ölümü hecelemiştik
Ortalığı dolduran sesinde
Ta aşağılarda olan yatıra
Bir türkü söylüyordu
Ölüm ötesinde açmış
Menekşeler kimliğinde
Ölüydü insanlar
Yalnız yaşıyordu o yatır
Ve o çeşme
Ben de
Sıratı andıran bir çizgide
Soluyordum devrildim devrileceğimi
Hayatı ve ölümü birlikte
Aynı geçmezlik ve değişmezlikte
Aynı yenilik ve tazelikte
Ürpererek geçiyordu yarasalar
Uzaklardan
Beyoğlu’nu bir telgraf gibi
İleterek birbirine
Okulu bittikten sonra pek çok devlet dairesinde çalışır. Görevi gereği Anadolu’yu çok gezer ve birçok il ve ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960-1961 yıllarında yedek subay olarak askerlik görevini yerine getirir ve görevine kaldığı yerden devam eder
6. Denizin kentini yaktım
Denizin kentini yaktım
Vızıldayıp duran kafamın ortasında
Denizin kentini yaktım
Hurma şırıltılarıyla
Denizin kentini yaktım
Beni çocukluğumdan koparan
Denizin kentini yaktım
Bir kent kadın kabuklarından
Denizin kentini yaktım
Miras kalmış bir alevle
Denizin kentini yaktım
Veli ağaçlarla kalbi atan mermerle
Tanrıyı anarak kalbi atan
Cami sütunları boğdu
Sararmış gözyaşlarıyla
Kararmış denizin kentini
İstanbul, ey sevgili şehir
Dön dön karadan gelen sesime
Son veren zaman yatırında
Denizden getirilen biçimine
1966 yılından itibaren Diriliş Dergisini yayınlamaya başlar. Edebiyata, şiire olan ilgi ve yeteneği, şiir ve sanat alanında kısa zamanda tanınmasını sağlar. İlk şiiri 1951’de Hisar Dergisinde yayınlanır. İşlediği konular ve inandığı değerler üzerindeki anlatım tarzı, onu diğer şairlerden tamamen ayrı kılar.
7. Donuk aşk
Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,
Uzaklık aynı gerçi,
Her yerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu, orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de
Uzaklıktan korkmuyorum belki de
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu,
Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi…
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım,
İnsanlık kaybetmiş…
Sezai Karakoç şiirle ilgili görüşlerini yazmaya başladığı dönemlerde şiir anlayışını da yazmaya başlar. Bu konudaki düşüncelerini “Edebiyat Yazıları” adını verdiği üç kitapta toplayan Karakoç’un şiirimizde son derece özgün bir yeri vardır.
8. İlk
Yanlış trenden indin, seni şehrin aynasından geçirdiler
Sana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresinden
Yürüyen ve kaçan, yalın ve çocuksu özlem penceresinden
Denize karşı küçüle küçüle giden evleri
İnce ince karşılardın, olağan karşılardın
Şen dünya içinde sen, dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen
Bahar bilgisi, güneş rengi at soluğu ve sen
Seni çağırıyorum geç gel ağlayan son bakireler içinden
Kadınlar taş heykeller gibi gelip geçer sarı kayalardan
Hangisine baksam sen kımıldar, sen seslenirsin içerlerden
Çekil karşımdan sultanı cariyelerde aramak körlüğü diyorum
Körlük güneşe ve gözlerime doğru gelen
Sen bir el uzanışıyla aydınlanan yeni ay mısın
Geyik resimleriyle kabarık her köşen
Geyik derisinde akan ilk nehir
Bir el uzanışıyla
İlk sokağın ağzında kaybolursan ağlayacağım
Leylaklarla akrepler gözlerine bakıp insan olurlarsa
Çocuk cennetinde günahların ilkini sen işliyorsun demektir Suna
Parlayan denizler gürültüsüz şiirler kapanan kapılar
Sana gök taşlarını getiriyorlar
Seni sayıklıyor
Denemesi yanlış yapılmış ilk ok
Onun şiiri metafizik bir şiirdir. Bu özellik, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Necip Fazıl Kısakürek ve Ahmet Kutsi Tecer’de kendini gösterir. Bunlardan başka Yahya Kemal ve Asaf Halet Çelebi’de de metafizik anlayış görülür.
9. Kar
Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın
Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın
Bu adam o adam gelip gider
Senin ellerinde rüyam gelip gider
Her affın içinde bir intikam gelip gider
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın
“Türk şiirini metafizik bir esasa oturtan şair Sezai Karakoç’tur. Sezai Karakoç bunu modern şiirin diliyle yapmıştır. O, Batı edebiyatını da iyi incelemiş bir şairdir. Modern sanattaki soyutlamanın İslam anlayışına uygun olduğu düşüncesindedir ve şiirlerini bu yönde geliştirmiştir” (Doç. Dr. Ali Yıldız)
10. Sabun yaşı
Kadın azaltır çocukları için
Kullanmasını, yabancıları genç gördükçe
Adam konuşurken eli kaybolur kızlarla
Neden getirmeyi unutmasın
Nişanlı, sabun demesini
Bilmeyenlere denir
Ben yaşarken kirli
Ne kirli adamlar vardı
Yıkadılar sonra anladım
Ölü olduğumu
II.
Yıkadılar sonra anladık ölü olduğunu
Alıp götürdük gelin gibi öğleyin
Kesip durduk geyikleri
Kuşları balıkları eski çiçekleri
Nişanlı, ölü nedir
Bilmeyenlere denir
Dalgın bir vaktinizde
Bozmayasınız diye geleneği
Taşlara bağladığımız
Siz yunmuş ölüleri
Ne aşkı ne neşesiyle
Dünya
Onmakta bizi
Gelin gömün bari
Şiirlerinin bir kısmında geleneksel şiire de yaklaşan Karakoç’un dili gelenekselden farklıdır. O, modern şiir diliyle yazmıştır şiirlerini. Ona göre, modern sanat genel anlamda soyutlamaya dayanır. Onun için şair, şiiri soyutlamada bırakırsa eksik bırakmış olur, tamamlanması için şairin tekrar somutlaştırması yani soyutlaştırdığı şeyi tekrar yeni bir bağlama oturtması gerekir. Bunu da Diriliş kavramına bağlar.
11. Sessiz müzik
Sen kış güneşi misin
Yakarsın ısıtmazsın
Bir ırmağın ortası yoksa
Seni mi hatırlayacağım
Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun
Sizin evin duvarları taştan
Dumanı da mı taştan
Seni kız arkadaşlarından
Sevinç gözyaşları içinde
Öpen olmayacak mı
Ezberlediğin şiir
Beklediğin adam
Ona göre “Şair, kendine yetmeli: Eserinin tohumunu ve geliştirecek iklimini, şairin kendi varlığından alması anlamına gelir bu yeterlilik. Yani fildişi kuleyi biz dışına çeviriyoruz” der ve devam eder; “evren şaire bir fildişi kule olmalı; şafakta kaybettiği güvercinleri, şair bir ikindide bulabilmeli.”
12. Şehrazat
Sen gecenin gündüzün dışında
Sen kalbin atışında kanın akışında
Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında
Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın
Sen bir rüya geceleyin gündüzün
Sen bir yağmur ince hazin
Sen şarkılarca büyük hüzün
Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne
Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karşın
Sen merhamet sen rüzgar sen tiril tiril kadın
Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın
Sen başını çeviren cellat başının güne
Sen öyle ki sen diye diye seni anlayamayız
Şehrazat ah Şehrazat Şehrazat
Sen sevgili sen can sen yarsın
Hayatı boyunca münzevi, mütevazı yaşamayı ve perde gerisinde kalmayı seçmesine rağmen, birkaç kuşağı çok derinlerinden etkilemiş bir şair ve fikir adamı Sezai Karakoç’un yüzü az bilinir; ama izi köklü ve oldukça derinlerdedir.
13. Mona Rosa 1
Mona Rosa, siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa, siyah güller, ak güller.
Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur eğri eğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.
Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben öteliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi…
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat on ikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Bir rivayete göre; Sezai Karakoç üniversitedeyken bir okul arkadaşına, güzeller güzeli Muazzez’e (Mona Rosa) sevdalanır. Fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılamaz. Okullar tatil olur. Muazzez hanım Geyve´de yazlıkta kalmaya başlar. Sezai Karakoç da tam karşısındaki yazlığın bahçesinde bahçıvan olarak çalışmaya başlar. Her gün karşılıksız sevdiği sevgilisini seyreder, ona şiirler yazar.
14. Mona Rosa 2
Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.
Mona Rosa, siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa, siyah güller, ak güller.
Mona Rosa şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edildiğinde Muazzez Akkayam ismi ortaya çıksa da şair şöyle bahseder Mona Rosa şiirinden: “Şiirin akrostiş olduğu yıllar sonra çözüldü. Sonra da herkes bir rivayet uydurdu. Şiiri Mülkiye’de okumuşum da birisi intihar etmiş de… Ne şiiri Mülkiye’de okudum. Ne de birisi intihar etti. Şairinin reddettiği şiir diyorlar. Hepsi uydurma. Birisi benim yüzümden intihar etse ben yaşayabilir miyim? İşte böyle bir daha bu şiirle ilgili hiçbir şey söylemeyeceğim ilk ve son…”
15. Ping pong masası
Beyaz iplik sert iplik ve tak tak
Yuvarlak top küçük top ve tak tak
Ping-pong masası varla yok arası
Ben ellerim kesik varla yok arası
Öpücüğüne eyvallah ve tak tak
Beraber sinemaya evet ve tak tak
Ping-pong masası varla yok arası
Öküzün gözü veya dananın kuyruğu
Kadifekale veya Sen nehri
Ha Sezai ha ping-pong masası
Ha ping-pong masası ha boş tüfek
Bir el işareti eyvallah ve tak tak
Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi
Ne kadar güzel ne kadar sıcak
Tak tak tak tak tak tak tak
Biz yine de herkesin çok sevdiği; ama şairine göre kurmaca olan bu öykünün sonunu yazalım. Muazzez Hanım’ın Mülkiye’de okurken “ping pong şampiyonu” olduğunu öğrenen çekingen ama onurlu Ergani çocuğu Sezai, uzak bir köşeden Muazzez’in pingpong oynamasını izler. Muazzez topa şımarık bir edayla vurdukça “Ha Sezai ha ping-pong masası” diye içlenir.
16.Veda
Silahlara veda
Geceye rüyaya ve sana
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden
Düzenlerin çıkmazına
Çizdiğim resmin
Saat kulesi ağlıyor
Ağzım o çeşit yok
Şişe bu çeşit var
Sen bir gece gelsen
Güneş doğmasa
Gitmeden yine gelsen
Bu yeni geleni
Bu bize bakanı
Sana bir anlatsam
Güneş doğmasa
Sandıkların içini göstersem sana
Çizdiğim resmin
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde
Bir rafa koyabilsen
Olup biteni ve onları
Sabaha kadar konuşsak
O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam
Ateşi karı tüfeği çeksem
Ocağa pencereye kapıya
Kemana veda
Yağmurda şeytan ve şapkası
Silahın ölümünü kutluyorum
Tren kaçırmış gibiyim
Sana veda
Yazdığı şiir, hikaye ve piyeslerini son derece önemseyen; bununla beraber şiirlerinden daha fazla emek harcadığını belirttiği elliye yakın fikir kitabının da yazarı olan, şair ve düşünür Sezai Karakoç halen İstanbul’da çalışmalarına devam etmektedir. Kendisine sağlıklı bir yaşam dileriz.