“İlklerin kadını” olarak bilinen, sanatı uluslararası toplumda hayranlıkla karşılanan Semiha Berksoy şöyle diyor “Ben kaderimi yaşadığım haksızlıklara rağmen hep hoş karşıladım. Sanatımla baş başa mutlu oldum, çünkü beni sanattan başka hiçbir şey ilgilendirmiyordu.”
Uzun yaşamında sanatın her türlüsünü hakkıyla yapmak için mücadele veren bu değerli sanatçı, sesi kadar güçlü resimleriyle de iz bırakmıştır. Biz de Dünya Kadınlar Gününde, yaptığı resimler ve söylediği aryalar kadar yaşadıkları ve anlattıklarıyla da unutulmayan bu ünlü sanatçımızı anmak istedik.
1. Kültürlü bir ailenin çocuğu
1910 yılında İstanbul Çengelköy’de dünyaya gelen Semiha Berksoy kültürlü bir ailede büyür. Annesi heykeltraş ve ressam Fatma Saime Hanım, babası ise güzel sesli bir şair olan Ziya Cenap Berksoy’dur Dört yaşlarında annesinden jestlerle şiir okumasını, şarkı söylemesini ve resim yapmasını öğrenir. “Bende sanatla ilgili ne varsa annemle babamdan aldım.” der sanatçı.
2. Benim ruhumu sürükleyen sanat aşkıdır
Daha ilkokul sıralarında resimleriyle süslediği hikayeler yazar. Şiirler okur, kendi kendine operalar söyler ve daha o küçük yaşında davudi sesiyle dikkatleri çeker. İlkokuldan sonra Kadıköy Ortaokulunu birincilikle bitirir. Liseye, yakınında bir konservatuvar açılacağını duyduğu için İstanbul Kız Lisesi’nde başlar. Babası her iki okula birden gitmesini istemeyince, ona yazdığı bir mektubunda şöyle der: “Benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline gelen bir şey var; o da sanat aşkıdır.”
3. Ben kişiliğimde ve ruhumda tüm sanat kollarını toplamış bir insanım
İlk resim derslerini annesinden alan Semiha Berksoy 1929’da yaptığı resimleri koltuğunun altına sıkıştırıp Güzel Sanatlar Akademisi’nin kapısını çalar. Resimleri çok beğenilir ve ücretsiz olarak Güzel Sanatlar Akademisi’ne başlar. Resim yapmadan duramam diyen sanatçı, resim yapmayı yemek yemek kadar önemli görür. Avan-gard denilen modern türde resimler yapar.
4. Türk operetlerinin primadonnası
1931’de Muhsin Ertuğrul’un çektiği ilk sesli Türk filmi olan “İstanbul Sokaklarında” başrolde oynayan genç sanatçı 1932’de Dar-ül Bedâi’de (İstanbul Şehir Tiyatrosu) çalışmaya başlar ve çeşitli oyunlarda rol alır. Burada sahnelenen Türk operetlerinin primadonnası olur.
5. Avrupa’da ilk Türk Soprano
Ankara Devlet Konservatuarının açtığı sınavı kazanarak burslu olarak Berlin’e Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümü’ne okumaya gönderilir. Hiç Almanca bilmeyen sanatçı, sesiyle bu okulda ünlenir. 1939 yılında okulu birincilikle bitirir ve Avrupa’da opera sahnesine çıkan ilk Türk Sopranosu ünvanını alır.
6. Nazım Hikmet ve Semiha Berksoy
“Nazım Hikmet’le aramızdaki aşk çok derin ve platonik bir aşktı. Bana, sesime ve kabiliyetime tutkundu, hayrandı bana” dediği ve hayatı boyunca kalbinin bir köşesinde sakladığı Nâzım Hikmet’e, önce kitaplarından tanıyıp, âşık olur Semiha Berksoy. Esas tanışmaları ise Nâzım’ın “Kafatası” piyesinin sahnelenmesi için yapılan çalışmalarda gerçekleşir. Bir tiyatro öğrencisi olan Semiha ile o günlerde yıldızı parlayan Nâzım’ın aralarında bir ilişkinin doğması kaçınılmazdır. İkisi de birbirlerinin sanatına karşı oldukça ilgilidir. Bu ilgi ve hayranlık, ilişkilerinin de temel dinamiği haline gelir.
7. Biri Avrupa’ya, diğeri cezaevine
Ancak bu ilişki 1936 yılında kederli bir ayrılıkla sonuçlanır. Çünkü Semiha Berksoy, Berlin Yüksek Müzik Akademisinden burs kazanmıştır ve Nâzım’a Berlin’e gitmek istediğini söyler. Nâzım, önce kabul etmese de Semiha Berksoy’un kariyerini engellemek istemez. İşte bu iki genç sanatçıdan birisi başarıdan başarıya koşacağı Avrupa’ya giderken, diğeri bir yıl sonra cezaevinde devam edeceği hayatına döner. Ama bu iki âşık birbirleriyle olan temaslarını kesmezler ve yıllarca mektuplarla arkadaşlıklarını sürdürürler. Bu iki âşığın mektupları “Nâzım Hikmet ve Tosca’sı Semiha Berksoy” adıyla yıllar sonra kitaplaşır.
8. Türk kadın sesinin pırlantası
Nazım Hikmet’in 1946’da “O, Türk kadın sesinin pırlantasıdır” diye nitelediği Berksoy, eşine az rastlanan sesi ve muazzam oyun gücüyle tüm dünyada hayranlık kazanan bir opera divası, bir primadonna olur. Ancak Berksoy, sadece tiyatro ve opera sanatçısı kimliğiyle değil, olağanüstü özgünlükte bir ressam oluşuyla da Türk resim sanatının altın sayfalarındaki yerini alır.
9. Ne hissediyorsam onun resmini yapıyorum
Gerek sanatında gerekse özel hayatında kimseye müdanâsı olmayan Berksoy’un “Ne hissediyorsam, onun resmini yapıyorum.” diye nitelediği resimlerini herhangi bir akımla, ressamla veya okulla ilişkilendirerek okumaya çalışmak zordur. Çünkü onun resimleri yalnızca sanat ve aşka adanarak yaşanmış bir hayatın çocuksu çizgilerle dışavurumu gibi onu anlatır.
10. Semiha Berksoy- Fikret Mualla
Türkiye’nin ilk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy, değeri çok sonraları anlaşılmış dahi ressam Fikret Mualla ile 1930′larda tanışır. Mualla’nın 2. Dünya Savaşı öncesi hiç dönmemecesine Fransa’ya gitmesiyle dostlukları mektuplara taşınır. Semiha Berksoy, birbirlerine yazdıkları mektupları, yolladıkları resim ve desenleri; dostuna duyduğu sevgisini de katarak yayına hazırlar. Kızı Zeliha Berksoy’a bıraktığı bu kıymetli miras “İki Aykırının Mektupları” adıyla bir kitapta toplanır.
11. Atatürk’ün huzurunda
Semiha Berksoy 1934 yılında Atatürk’ün emriyle ilk Türk operası “Özsoy”da başrol oynar. Sanatçı Atatürk ile tanışmasını şöyle anlatır: 1934 yılında ilk Türk operası olan Özsoy’u prova ettiğimiz bir gün Atatürk’ün gelip provayı izleyeceği haberini verdiler. Gazi geldi ve locasından provayı seyretti. Hepimiz heyecanlıydık. Oyun bitince “bravo” diye bağırdı. Gece Çankaya Köşkü’ne davet etti beni. Ben 24 yaşında heyecandan korkuyor ve tir tir titriyordum. Köşke gittiğimizde Gazi, İnönü ile bilardo oynuyordu. Sarışın, heybetli, çok yakışıklı bir insandı Atatürk. Bana hangi okulda okuduğumu sorup şarkılarımı okumamı istedi. Ben de Madam Butterfly Operası’ndan bir arya okumak istediğimi belirttim. Hemen emir verdi, piyanoyu ve ses alma cihazını açtırdı. Sesimi plağa çektiler.
12. Çileli aydın kuşağın en yaratıcı portresi
İlber Ortaylı’nın, “Küçüklüğünden beri bir drama yaşayan bir kavmin, çileli aydın kuşağına mensup ve o kuşağın en yaratıcı portrelerinin başında gelir. Bunu bizde de anlayanlar var, başkaları da çoktandır anlıyorlar.” diye nitelediği Semiha Berksoy, aydın ve özgür Türk kadınının neredeyse yüz yıl önceki örneği ve yıldızıydı. 15 Ağustos 2004 tarihinde 94 yaşında yaşama veda eden sanatçıyı günümüz kadınlarına ışık tutması dileğiyle saygıyla anıyoruz.