“Kimsenin fotoğraflarımdaki ışığı veya renklerin paletini takdir etmesini istemiyorum. Fotoğraflarımın insanları tartışmaların içine sürüklemesini, ses getirmesini ve insanları bilgilendirmesini istiyorum.” diyor 1944 doğumlu usta fotoğrafçı Sebastiao Salgado. Gerçi ona sadece fotoğrafçı demek biraz tuhaf, çünkü o fotoğrafları kullanarak hikayeler anlatan, bize başka yaşamları en kuytularına kadar gösteren bir derviş esasen.
Sebastiao Ribeiro Salgado 1944 yılında Brezilya’nın Aimores adındaki küçük bir köyünde sekiz kardeşin altıncsı olarak dünyaya geldi ve ailedeki tek erkek çocuktu.
Salgado esasen bir ekonomist, Sao Paulo’da ekonomi okudu. Bir yıl süreyle Brezilya Maliye Bakanlığı için çalıştı. Siyasi nedenlerden dolayı Brezilya’yı terk edip eşiyle Paris’e yerleşti. Bu sırada Sorbonne Üniversitesi’nde ekonomi doktorası yaptı.
Çalıştığı şirketin onu kahve üretim alanlarını kontrol etmesi için Afrika’ya yollamasıyla hayatında farklı bir pencere açıldı.
Afrika’ya gitmeden önce eşinden ödünç aldığı fotoğraf makinesi ile Sahel bölgesindeki kuraklığı fotoğraflayarak otuzlu yaşlarında fotoğrafla tanıştı. Bu küçük ve amatör fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğrafları gördükten sonra fotoğrafçılığın asıl istediği şey olduğuna karar verdi..
Şeker kamışı işçileri, maden işçileri, çelik işçileri, gemi söken işçiler…
Hong Kong’un kafeslerde yaşamaya mahkum ettiği Vietnamlı çocuklar, traktör kepçelerinde taşınan Ruandalı mülteci cesetleri… Salgado sayesinde varlıklarından haberdar olduğumuz küçük, kayıp yaşamlar.
Eduardo Galeano, Sebastiao Salgado’nun “Serra Paleda’nın maden işçilerini görüntüleyen fotoğrafları için şu sözleri söylüyor;
“Bir madenciler ordusu mu bu, dağı tırmanan? firavunlar zamanında piramitleri kuran işçilerin bir görüntüsü mü? bir karınca ordusu mu yoksa?”
Salgado’nun siyah beyaz fotoğraflarına bakarken akla ilk gelen hep bu oluyor aslında:
Ne kadar da çoklar! Açlıkla terbiye edilmiş, çamura, petrole, cürufa bulanmış kalabalıklar, yaşamlarının ve ekmeklerinin peşinde koşuyorlar.
Onun fotoğraf makinesinden çıkan her kareye başka başka kişiler farklı anlamlar yüklüyor, fotoğraflarındaki her detay başka bir hissi tetikliyor.
Salgado fotoğraflarında, varlığından haberdar olmadığımız, olsak bile mücadelelerinin zorluğunu, yoksulluklarının büyüklüğünü tahayyül edemeyeceğimiz binlerce insanı, kimi zaman bulutların, dalların arasından, kimi zaman fabrikaların küçük, kirli pencerelerinden sızan ışıkla kutsuyor.
Salgado çalışma yöntemleri ile pek çok çağdaşından ayrılan bir yaklaşıma sahiptir.
Salgado için fotoğrafın güzelliği ve etkisi sadece fotoğrafçının becerisi değil, fotoğrafçı, fotoğraf makinesi ve fotoğrafı çekilen objenin birleşmesiyle ortaya çıkan bir şey.
Bu yüzden Salgado çalışmalarını gerçekleştirirken, fotoğraflayacağı kişiler ile benzer koşullarda yaşamayı tercih ediyor, onlar gibi seyahat ediyor, onlarla birlikte yemek yiyor.
Her bir projesi en az beş altı yıl sürüyor, çünkü Salgado kendini fotoğrafladığı insanlardan biri gibi hissedene kadar fotoğraf çekmiyor. Hindistan’daki tuğla işçilerinden, İspanya sahilindeki Vigo kasabasında endüstriyel balıkçılığa direnen balıkçı ailelerine kadar az çok onların bir parçası olana kadar onlarla birlikte yaşıyor önce.
“Ben onlara hayatım hakkında bir şeyler anlatıyorum ve onlar da kendilerininki hakkında bir şeyler anlatıyorlar, fotoğrafların kendisi buz dağının görünen sadece küçük bir kısmı.”
“İnsanlar bana çok güzel yoksul insan fotoğrafları çekiyorsun dediklerinde aslında onlar hiçbir şey anlamamışlardır.
Ben fotoğraf cekmek için gitmem bir yere, öykümün içinde yasamak için giderim” diyerek fotoğrafa bakış açısının ne kadar farklı olduğunu gösteren bir modern zaman masalcısıdır Salgado.
“Dünya çapında fotoğraflar çekiyorum ve tüm Dünya’ya göstermek istiyorum. Bütün hikâyelerim küreselleşme ve ekonomik liberalleşme üzerine: Günümüz dünyasında insanın durumunun örneği.”
“Umudum, birey, grup veya toplum olarak milenyumun eşiğinde zor durumdaki insanların acılarına son vermemiz…”
“…En basit haliyle, bireycilik, bencillik felakete dönüşmektedir. Bir arada var oluşumuzun yeni rejimini yaratmalıyız.”
Eduardo Galeano “Bu fotoğraflar, trajik bir ihtişamla dolu bu figürler, umutsuz bir heykeltıraş tarafından taşa ya da ahşaba mı işlendiler?
Bu heykeltıraş fotoğrafçı mı? Yoksa tanrı mı, ya da şeytan ya da yeryüzü gerçekliği mi? Kesin olan bir şey var; bu figürlere etkilenmeden bakmak çok zor. Kimsenin omuz silktiğini, kör ve uzak, başını çevirip hiçbir şey yokmuş gibi ıslık çalarak uzaklaşabileceğini sanmıyorum.”