2018 yılında İspanya’yı kasıp kavuran Şampiyonlar ülkemizde 3 Mayıs itibarıyla vizyona girdi. Avengers yüzünden oldukça az yer bulsa da sinema salonlarında ve oldukça da az gişe yapsa da, kalbimize dokunma gücü bunların hepsini önemsiz kılıyor. Siz de mutlaka bu filmi en kötü şekilde internetten izleyin (korsana hayır ama sadece büyük şehirlerde vizyonda) ve sonra okuyun bu yazıyı. Uyarımızı yaptık… Şimdi, filmin içine ufaktan ufaktan girelim!
3 milyondan fazla izlenme, İspanya’nın Oscarı
Yönetmen koltuğunda kısa filmleriyle nam salmış ve bu alanda da oldukça ödül almış bunun yanında da çeşitli animasyonların da başında bulunmuş Javier Fesser oturuyor. Film kendi ülkesinde -ki İspanya sineması son dönemde atağa geçti bu rakam büyük bir başarı- 3 milyondan fazla seyirci toplamış ve İspanya’nın Oscar’ı diye tabir edilen Goya ödüllerinde en iyi film ödülünü kazanmış. (Goya ödüllerinde diğer aday filmleri bilmiyoruz ama bilen büyüklerimiz Şampiyonlar’ın hakkıyla kazandığı görüşünde)
Peter Pan Sendrmlu anti-kahraman!
Gelelim yavaş yavaş filme. Filmdeki başrolümüz Marcos adında İspanya ACB liginde (İspanya’nın basketboldaki birinci ligi, bizdeki Tahincioğlu Basketbol Ligi gibi düşünebilirsiniz ) Estudiantes takımın yardımcı koçluğunu yapan ilginç bir karakter. İlginç bir karakter diyoruz çünkü kahramanımızın öfke sorunu, mükemmeliyetçiliği, yer yer ırkçılığı ve Peter Pan sendromu var. Maşallah ne ararsak var. Peter Pan sendromunu da bilmeyenler için kısaca değinecek olursak da şöyle. Genelde erkeklerde 25-40 yaş arasında görülen çocuk kalma durumu, bu sendromun en belirgin özellikleri arasında, annesiyle arasında hala çocukluktaki bakış açısının hakim olması, dünyayı toz pembe görmek, büyük sorumluluklar alamamak gibi şeyler diyebiliriz. Biz en iyisi şuraya bir link bırakalım daha fazlasını merak edenler için.
Zihinsel engelli amatör oyuncular
Başrolümüzü tanıdık şimdi sırada basketbol takımımızı tanımak var. Filmin doğallığını sağlayan en temel faktör filmdeki zihinsel engelleri karakterlerin seçiminde yapılmış. Yani filmde gördüğümüz her zihinsel engelli karakter gerçek hayatta da aynı zihinsel engeli olan insanlar ve birçoğunun kamera karşısındaki ilk işi. Yapımcıların aldığı bu ortak (ve bizce riskli) karar filme çok güzel hizmet etmiş ve filmin amaçladığı duyguları çok güzel hissettirmesine neden olmuş! Buradan da yapımcıları çok tebrik ediyoruz, biz izlerken özellikle birkaç karakterin oyunculuklarına bayılmıştık ve filmden çıkınca böyle bir kararı gördüğümüz zaman çok şaşırmıştık.
Cezanın ödüle dönüşmesi
Gelelim yavaş yavaş filmin konusuna. Başrolümüz Marcos bir gün lig maçında koçuna saldırıyor (bunun sebebi öfke kontrol problemleri yaşadığı için ama basketbolu yakından takip ettiğimiz için burada Marcos’u çok haklı buluyoruz maalesef… Değişen basketbolda hücum anlayışının bu kadar geri plana atılması bizce de affedilir bir durum değil! Biz de Marcos’un yerinde olsak koça saldırırdık , galiba bizim de öfke kontrol problemimiz olabilir) Saldırıdan sonra da olması gerektiği gibi takımdan kovuluyor. Bu üzüntüyle kendisini alkole veriyor ve o günün devamında alkollü bir şekilde çeşitle kötü şeyler yaşıyor ve (buraları hızlı geçelim, konusunu her yerde bulabilirsiniz) cezaya çarptırılıyor. Cezası da şu ya 2 yıl hapis ya da 90 gün kamu cezası. Yargıç bu iki ceza arasından kamu cezasını veriyor ve zihinsel engelli bir takımın başına antrenör olarak atıyor Marcos’u. Bu takımla da bir turnuvaya katılması isteniyor. Kısa vadede zulüm gibi gözükse de Marcos’a bu ceza, zamanla kendisine ödül verildiğini anlıyor…
Duş alma korkusu
Bu basketbol takımının temelinde 9 karakter var. (tabi sonradan dahil olanlar da oluyor) Hepsinin birbirinden çeşitli kişilik özellikleri var ki filmin en top noktası da bu 9 karakterin hayatlarının ayrı ayrı olarak anlatıldığı bölüm. Bu bölüm gerçekten çok güzeldi ve bir o kadar da imrendiriciydi. Çünkü Türkiye’de İspanya’da olduğu gibi imkanların henüz olmadığını fark etmek bizi çok üzdü ama yavaş yavaş gelişen farkındalığımız sayesinde bu durumun hızla kapanacağını umuyoruz…
Bu takımdan bir dostumuzun sarılmayı çok sevme gibi bir özelliği var ama suya fobisi olduğundan dolayı duş alamıyor ve kötü kokuyor(bu yüzden de Marcos’a her sarılmaya çalıştığı zaman ret cevabını alıyor). Marcos da bu fobiyi o kadar güzel yıkıyor ki hem gözyaşlarımıza engel olamıyoruz hem de tebessüm etmeden duramıyoruz. Sonrasında da Marcos’un asansör fobisinin yıkılmaya çalışıldığı bir sahne var ki… (Buraya kadar gelip de hala izlemediyseniz şimdi burada bırakın ve lütfen izleyin)
İspanya’nın yaptığı şikeye özeleştiri
2000’de Sdney’de Paralimpik Oyunlar düzenleniyor. İspanya, bu oyunların basketbol branşında 13 sene sonra açığa kavuşan bir şike yapıyor. Şöyle; 12 kişilik kadroda yalnızca 2 sporcu engelli. Geri kalan 10 kişi hiçbir engeli bulunmayan insanlar. İspanya’nın bu konuda geçmişinde kirli sayfası olmasına rağmen bu konuyu es geçmiyor ve filmde özeleştiriyi çok güzel yapıyor. Siyasi yazmak istemiyoruz ama umarız bu özeleştiri kısmı bizim ülkemize de uğrar bir ara… Bu büyük şikenin detaylarına da şuradan ulaşabilirsiniz.
Yıllar sonra hatırlanacak diyaloglar
Filmde Marcos ile takım arasında yaşanan her diyalog bizim için çok büyük bir keyifti. Buraya hepsini yazamayız ve en sevdiklerimizden bir tanesini yazalım;
– Koç ben sana hak veriyorum, ben de çocuk sahibi olacak olsam, bizim gibi değil, normal olmasını isterdim. Ama seçme şansım olsaydı, ve babamı seçebilecek olsaydım, senin olmanı isterdim.
Klişe bir konu nasıl bu kadar dokunaklı gelir?
Çok güçlü olmayan bir takımın zor bir turnuva sürecini konu alan yüzlerce spor film var. Bu yüzden de yüzlerce de klişesi var bu filmlerin. Şampiyonlar’ın konusu da bundan çok farksız sayılmaz ama asıl anlattığı “her insanın eşit olması” temelinde şekillenmesi ve birbirinden unutulmaz oyunculuk performansları sayesinde spor konusunda unutulmayacak filmler listesine giriyor. Klişe demişken özellikle filmin ikinci yarısında film klişelere girdikçe biz daha çok mutlu olduk ve diğer bütün klişelere de girmesini canı gönülden istedik!
Ajitasyonun mizaha dönüşmesi
Filmin merkezinde zihinsel engeli olan bireylerin yer alması filmi kesinlikle ajite edici türe dönüştürmüyor. Aksine karakterlerin bu doğal günlük hayatlarına acımamız istenmiyor bile. Bu yüzden de filmin ajite kısmı yer yer kahkaha atmamıza neden olan mizaha dönüşüyor. Bu dengeyi yapmak oldukça zordur ve üstesinden çok iyi gelinmiş.
Çok anlamlı bir son
Spor filmleri klişesi dedik. Ya o güçsüz takım o zor turnuvayı kazanıyor ya da finalde kaybedip gönüllerin şampiyonu oluyor. %99’u bu iki sonla bitiyor spor filmlerinin. Şampiyonların sonu da bu iki seçenekten birisiyle bitmesine rağmen gene unutulmayacak mesajlar veriyor. Sporun özellikle son zamanlarda unutulan kolektif çalışma & dostluk kavramlarını tekrardan hatırlatıyor.
Başka ellerde kamu spotu tadına dönüşecek bu film gerçekten çok ince ince işlenmiş yönetmen abimizin sayesinde. Dinmek bilmeyen temposuyla, alt metinleriyle, karakteriyle, diyaloglarıyla bu sert ve acımasız gündemimizde adeta insan olduğumuzu ve unutmaya yüz tutmuş duygularımızı canlandırıyor. Kusurları yok muydu filmin elbet de vardı ama duyguları geçirmekte kusursuza yakındı hatta bizce kusursuzdu.
Türkiye’de bir ilk!
İstanbul Zihinsel Engelliler İçin Eğitim ve Dayanışma Vakfı (İZEV) Vakfı ve Mars Group işbirliğiyle gösterime giren film, Türkiye’de ilk kez bir ‘down sendromlu’ sanatçı tarafından seslendirilmesiyle de dikkat çekiyor ve filmin Türkiye’de yapmış olduğu gişenin tamamı da bu vakfa bağış olarak gidiyor. (Ki biz bunu da filmden sonra öğrendik böyle olduğunu bilseydik kesinlikle dublajlı halini izlerdik)
E hala ne duruyorsunuz en yakın nerede varsa gidin izleyin, ya da herkesten gizli internetten korsan olarak izleyin…