Edebiyatımızın çok yönlü yazarlarından bir tanesi de Sait Maden‘di. Yalnızca yazarlığıyla değil, çizerliğiyle, fotoğrafçılığıyla, yayıncılığıyla ve çevirmenliğiyle de pek çok nitelikli esere imza atmış biridir Maden.
Özellikle kitap kapakları ve yarattığı simgeler, sanat dünyamızda oldukça önemli bir yere sahiptir. Şairliği de aynı oranda nitelikli dizelerle örülmüş olan Sait Maden’in şiirlerinden sizler için bir seçki hazırladık.
1. Ayak Sesleri
Yalnızlığı bir doymaz köpek benzeri
her gün yüreğiyle besleyip hititten beri,
yalnızlığı bizanstan beri, islâmdan beri
gezdiren ardısıra hep böyle bir kemik bir deri
ve bir kemik bir deri
yüzünde paslanarak söz kilitleri,
yüzünde paslanarak sabrın ağır kilitleri
tutmağa çalışan devrilecek son kirişleri,
o yaklaşan yıkılışın dev kirişleri
sallanırken ileri geri,
tavan çatırtılarla sallanırken ileri geri
ağır bir zift gibi süzülüp gece yarıklardan içeri,
derin yarıklardan içeri
yoğun bir zift denizi dalga dalga örtünce yeri
ve sarmak üzereyken tutunduğu son yeri
duyduğunu sanan ta derinden ayak sesleri,
ayak sesleri
ki ne geldikleri var ne gelecekleri.
2. Biten Yaza Şarkı
Eğ yüzün şu gölgeye. Konuşma.
Geniş bir çarşaf gibi yay sessizliği
öyle düz, beyaz
üzerine bu dingin, çıplak ölünün.
Konuşma. Saç sözlerini
eski, silik sikkeler gibi toprağa.
Yanımızda yazın çıplak ölüsü
bir dağdan öbür dağa. Ey üzünç!
Yanımızda göz göz unutmabeni
Çiçekleri… Dokunma. Dokunma. Öldü
nicedir canınla beslediğin yaz
ve dindi su. Parça parça akıyor güneş.
Akıyor yüzün elimden. Eğil. Kulak ver
ağır ağır buruşmasına
bir yüreğin. Yoo hayır. Değil hiç kimse.
Yanımızda yüzükoyun yaz.
Kal biraz. Üzerime ger sessizliği
bir serin çarşaf gibi. Sınırsız. Beyaz.
Öldü yaz. Akıyoruz kuşla, yaprakla
dalgın gecesine bir uçurumun.
3. Ne Kalabilir Senden
Ne kalabilir senden, yüzünün çizgileri mi
kurumuş bir yaprağın okunmaz çizgilerinde;
ne kalabilir senden, sesin mi, bir bilinmedik
ırmaktaki sazlar arasından yükselen, kuytu
kurbağa sesinde; suyun gelip gelip döğdüğü
ıssız bir kıyıdaki yosunlar, çakıltaşları
ne saklayabilir gölgenden senin; her saniye
milyonlarca doğuşun, ölümün, yenilenişin
arasında var mı yer sana, gök mü umursadı
yer mi seni şimdiye dek; eline geçirdiğin
bütün uçlar, görünmez iplerin bütün uçları
seni çıkarmadıysa bir yerlere, dönüp dönüp
sende düğümleniyorsa hepsi ne bu çırpınma,
çektiğin gibi üstüne gecenin yorganını
saklan olup bitecek her şeyden sonsuza değin,
gör, düş mü girer koynuna artık yıldız mı girer,
hayvansı bir uykuyla dal gitsin, ne var kalacak
senden bu ıpıssız çölde, rüzgâr dakikada bir
yeni haritalar çizdikçe şu uçsuz bucaksız
kum yığınlarına, söyle, ne var kalacak senden
belleğinde kuşun ağacın suyun, kör bir sfenks
umursamazlığıyla kendi iç uzayına dalmış
zamanın çevresinde eserken milyonlarca toz,
toz benzeri bütün geçmişler, bütün gelecekler?..
4. Ölü Çocuklara Ninni
Ah, bulur mu yeni bir kucak
sizden yerde kalan oyuncak,
gömleğiniz üşümez mi, loş
köşelerde sessiz, içi boş
n’eyler, ah çocuklar, yalınız
topunuzla ayakkabınız,
ya cebinizde kalan şeyler,
az bir sicim, kırık bir şeker,
saçınızdan kayan kurdele
sizi en son okşayan ele?
Bunlar işte benim tek varım,
hergün alır alır okşarım,
öperim göğüs geçirerek,
yanağıma sürerim tek tek;
ah çocuklar, hayıflanmayın,
kendinizi yanımda sayın…
Saçlarını bir güzel ördüm
bozduğunuz bebeklerin tüm,
diktim özenle mini mini
yırtık ya da söküklerini;
iç çekmeyin çocuklar, susun,
hepsi derin derin uyusun…
Boyadım sizin yerinize
yüzlerce kuş defterinize,
sizin sesinizle şakırlar,
aynı gülüş onlarda da var,
yüzleri hep sizin yüzünüz,
ses etmeyin, ürkütürsünüz…
Onardım inceden inceye
trenleri işleyinceye
vapurları yüzünceye dek,
arkalarından üfleyerek;
ah çocuklar, üflemeyin siz,
birdenbire kabarır deniz.
Çemberiniz koşuyor yine
boş arsada kendi kendine,
uçurtmanız gökte sarı mor
pır pır ipildeyip uçuyor,
ilişmeyin çocuklar sakın,
oldukları yerde bırakın.
Topacınız dönüp durmada
şu dönmesi bitmiş dünyada,
sallanıyor yine bir çıplak
dalda usul usul salıncak;
hep böyle gidip gelse gerek
çocuklar siz dönünceye dek.
Göz göz olmuş bakıyor ıssız
bir köşeden zıpzıplarınız,
koşuyor gölgeniz sokakta
binmiş de bir değnekten ata
oynarken sessiz iki ağaç
karanlık avluda saklambaç
ve ay, çenesinde elleri,
seyrederken uzak bir yeri…
Bir şeyler arar gibisiniz
bir körebe oyununda siz,
alnınızda ah gündüz gece
o gözbağı kalsın öylece;
ah çocuklar ilerlemeyin,
önünüzde kuyu var, derin…
Ah çocuklar uyuyun artık,
başınızı okşar karanlık,
durur durur öper o dalgın
yüzünüzden, kımıldamayın.
Örtü örttüm üzerinize
ışık düşmesin diye size,
üşümesin diye göğsünüz
serincene başlayınca güz,
dağıtmasın diye çocuklar
saçınızı gizli bir rüzgâr;
mışıl mışıl uyuyun işte
siz bu geleceksiz geçmişte,
bir sürü tavşan, bir sürü kuş
gelmiş, yanınıza doluşmuş,
seyrederler başından beri
yüzünüze konan düşleri.
5. Şiirin Dip Sularında
1
yeni bir dize’yi pencereden uzatıp, güneşe doğru
tuttunuz mu akşam üzeri, hava esintiliyse eğer,
pır pır ettiğini görürsünüz ışıltılar saçarak yer yer.
Kimi kez elinizden kaçtığı da olur; tepe, göl, koru,
tarlalar, karşı dağlar derken bulutlara karışır gider.
Boş kalır şiirdeki yeri. Artık dilinizde bir soru:
Nerde benim düş kelebeğim, ışıktan kuşum? Neydi zoru?
Yokluğunu gidermek için ararsınız yeni bir şeyler.
Zaman geçer. Bilinmedik bir yerde, umulmadık bir gün
üstünüze bir ışık düşer, aydınlanır çevreniz bütün:
yüz güneşin hep birden at sürdüğü aynaya döner deniz.
Bir de bakarsınız gökten aşağı bin kollu bir avize:
sayısız billuruyla parıltılar saçan o yitik dize!
Der gibidir size: Her zaman bu şiirin bir yerindeyiz!
2
Kendi yolumu bulurum, düşünme beni;
her sözcüğün arasından, ağaç, kor, sülün,
serçe.. kolayca geçerim, serin, mor, yeni..
ne gelirse aklına… Bak, diken’in, gül’ün
bütün dönemeçlerinde ayak izim var.
Yolda bulduğum her şeyin tadına baktım,
acı’nın liflerini çiğnedim; korkular
şarap tadındaydı, hüzünler elma… Atım
ürktü kimi sözcüklerden, zora düştüğüm,
yol değiştirdiğim zamanlar oldu. Gök, düğüm
üstüne düğüm attı geçmeyeyim diye
dağın ardına. Olsun. Ben oradan gelen
iniltileri dinledim, sık sık yükselen
çığlıklar, ağıtlar duydum. Dönmem geriye!
3
Ne bekliyorsun? Uyak mı bekliyorsun burada
yağmur bekler gibi kaç gündür?
Bak, bulutlandı yüksekler , umut kesme, incecik
bir çisenti başladı bile.
Dur, ne diye kenti çisenti’ye uydurdun? Gerek
yok daha. Az sonra her yeri
bir engerek gibi sarar yağmur; gündelik sofra
çamurla örtülür üstelik.
…Her yer su dolu, delik deşik. Gideceğin yolu
bulamazsın bu karanlıkta.
Bize buyur. Aralıkta çıkarırsın üstünü,
dinlenirsin. Uyak ararız
birlikte. Gerekirse tuzak kurarız en uzak
yerlere. Bana bırak o işi.
4
Bu şiirde her dize’nin
çizdiği gizli eğriler
üst üste gelince, senin
yollarını birer birer
düğümleyecektir, sevin,
düşünde beyaz gemiler
yüzen uzak bir kimsenin
uykusuna. Bir el siler
gibiyken o eğrileri
var hızıyla, ayrı bir el
uzanıp ileri geri
saracak seni bir mumya
sarar gibi, öyle güzel,
yok olacak eski dünya.
5
Korkular ne renktedir, düşündün mü hiç,
ayva sarısı mı, üvez renginde mi,
küf yeşili mi yoksa? Ya senin sevinç
çığlıkların sülün kuyruğu, kuş yemi,
serçe göğsü renginde mi? Ben öpe öpe
bakıyorum her şeyin tadına. Tanrı
ne renkte, senin renginde mi, körpe
kuzukulağı renginde mi? Dağları
örten şu kızıl akşam sisleri, kuşku
mu yoksa acı mı? Mor kanatlı bir uyku
dönüp duruyor havada, narçiçeği
gökyüzü bir benim yüzüme benzerken
bir senin yüzüne… Ben bunları derken
nasıl açıyor bulduğum renkler gerçeği!
6
Bir sözcüğü değiştirmek istersiniz de
bozarsınız ya kapanmış bir dize’nizi,
çözüp yolu düğümünden, çözüp denizi
halatından ağır ağır, içerinizde
uzun bir geziye çıkıp, şu liman senin,
bu liman benim gidersiniz ya; derken
yeni bir yığın sözcükle kabarır yelken;
hangisini isterseniz alın, kimsenin
bilmediği bir düşte avuç avuç yıldız
ya da kucaklar dolusu gül topladınız
dizenizde boş kalan yere. Sizin bunca
çabanıza karşın, o da ne? eski sözcük,
gözlerinin içinde hınzır bir gülücük,
uzanmış kendi yerine boylu boyunca!
7
Bir sözcüğün içinden geçiyoruz seninle,
ufacık bir sözcüğün, yaprak gibi, kırlangıç
gibi… İlerden gelen şu çağıltıyı dinle
karanlıkta: Derin bir suyu usta bir dalgıç
gibi geçmemiz gerek…
Evet, şimdi sivri, sert
taşlara sürtünerek gideceksin. Mağara
gibi bir yer burası. Bir uğultu var, evet,
ateşböcekleri var, gözler var, ara ara
yanıp sönen… Güç adım atıyoruz yapışkan
çamura bata çıka… Ansızın ilerde kan
rengi yapraklarıyla yükselen bir ağaç, ve,
üzerinde bir yığın insan yüzü, tek meyve…
Korkma, yolun sonuna az kaldı. Şu burgacı
aşınca kurtuluruz.
-Neydi bu sözcük?
-Acı!
6. Söz! Dışarı Çıkma Saati
Söz! dışarı çıkma saati. Giyin üstünü.
Söz! dışarı çıkma saati. İşte gong.
Uçtu güneş-karga. Ateşte
ve taşta gong. Tutuşmuş çizmelerini
sıyırdı bir gölge ve bulutlara
astı kılıcını. Bu saat
dışarı çıkma saati. Giyin üstünü.
Söz! öfkeni giy bacağına. Al çividen
kırbacını. İşte her günkü
biçimleri gizemli bir el
sildi göz önünden parıltısıyla. Artık
dışarı çıkma saati. İşte yollarda
aynı kalıba dökülmüş yüz ayak, aynı
ipe geçirilmiş yüz kol koşmada
günlük sofrasına zırvanın. Artık
dışarı çıkma saati. İşte yollarda
birbirini çiğneyip çığrışır sesler
çekirgeler gibi sıçrayıp… İşte
kızıl bir ipliğe gelişigüzel dizilmiş
gözler sallanıyor havada, amaçsız bir el
evden ev kor gezdirirken
ve yıkıntı ve çığlık ve kül… Alçalan kuyu
ve yükselen baca üstüne şimdi
kapanıyor büyük bir çene
ve çıplak ağacından günlük edimlerin, kimbilir,
kopup savruluyor kimlerin yüzü.
Söz! dışarı çıkma saati. Giyin üstünü.
Söz! giyin üstünü. Koy cebine
çıplak çeliğini hıncının.
Çiğne eski biçimleri bir bir ökçenle.
Resmini duvardan al aşağı tanrının. İndir
çağdaş yalvaçları çivilerinden. At
başını bir yana, gövdesini bir yana
bütün edebiyatın. Saat
dışarı çıkma saati. Fırla öfkenle
ölü yüzlerinden yapılma serin çarşaflar
üzerinde geviş getiren kente.
Söz! dışarı çıkma saati. Giyin üstünü.
Bir sarnıça sonsuz hunilerden akıyor akşam…
Akıyor akşam… Akıyor akşam ve alarm.
Kızıl dilleri dışarda lambalar koşuşuyor
alanlarda. Savuruyor ölü göğün kâğıtlarını
minareler. Ve rıhtımlara
ağır sandıklara boşaltıyor karanlığı
vinçler, ağır çatırtılarla… Alarm!…
Ve süzülüp indi çatılara son peygamberi
felâketin bir büyük karga.
Söz! dışarı çıkma saati. Giyin üstünü.
7. Yük
Arasında bir düşün
ne ileri ne geri,
adım atsan uçurum
ya da gök perdeleri,
görünürde ne bir dam
ne bir deniz feneri
bu saran karanlıkta
surlarıyla her yeri;
ayağında yol tozu,
yüzünde ecel teri,
diz boyu bata çıka
ve bir kemik bir deri
nereye bu yolculuk
nerden ne günden beri,
kendi ölün sırtında
ağır bir kuş benzeri?
Etinde pençeleri?…
8. Uçurtma
Göğün ipini tutmuş koşuyor çocuk
savura savura denizi, al yeşil mor, kıyı boyunca.
Kapılardan içeri yaz doluyor döne döne
keskin bir adaçayı, reçine, kekik
kokusuyla, başdöndürücü
bir çingene çergisi çığrışmasıyla, gün günden uzun,
gün günden deli.
Dilimizde zaman av etleri tadında.
Akşamları kıyıda, demlenirken altında salkımsöğütün,
başı dizimizde uyuyor deniz, yorgun, güleryüzlü, güvenli.
9. Onlar
Onlar onlar ışıyıp gecemizde ay kadınları,
ay kadınları,
onlar aşka örs alınları…
Onlar gecemizde ay kadınları,
ay kadınları,
ey sevinç testileri, ey ışığın en yalınları!
Onlar gecemizde ay kadınları,
ay kadınları,
Sedef kutularda kitlendi hep yarınları.
Onlar ay kadınları,
ay kadınları,
öfkemizin ifritine gebeyken saf karınları.
Ay kadınları,
ay kadınları,
oldular âh ölümün, zor demirin sırça kınları!
10. Ahmet Hamdi Tanpınar
Sen misin, ey şiir, o görünmez el
gülün saatini kuran, en güzel?
11. Nâzım Hikmet
Yüreğin bir yeryüzü haritası, uçsuz bucaksız,
insan yüzleriyle çizilmiş yalnız.
12. Yahya Kemal Beyatlı
Gelsen deniz coşar, kapanır gök ve bir şiir
Alnımda yelken üstüne yelken değiştirir.