1906-1954 yılları arasına sığdırdığı kısa ömründe, edebiyata ilk önce şiir yazmakla başlayıp daha sonra hikâyede karar kılan Sait Faik, Çağdaş Türk hikâyeciliğinin mihenk taşlarındandır. 1930’larda başladığı yazı hayatı boyunca “sorumlu avare, gözlemci balıkçı, çakırkeyf sirozlu, küfürbaz şair, müflis tacir, züğürt yazar, hamdolsun diyemeyen rantiye, anadan doğma çevreci” gibi çeşitli sıfatlarla anılan Abasıyanık’ın tüm yazdıkları bir şair duyarlılığı içerirdi.
Öykü, roman ve şiirlerini yaşamın hakkını vermek için yazan Sait Faik’in, sürekli kullandığı ana tema yaşama sevincidir. Sıradan insanlar, işsizler, hamallar, balıkçılar, sokak kadınları, kimsesiz çocuklar, emekçiler ve küçük burjuvalar onun insanlarıdır. O bu insanlarda evrensel insanı yakalayan bir İstanbul öykücüsüdür. Doğa güzellikleri karşısında başı dönen Abasıyanık’ı, toplumsal sorunlar bireysel planda bir hayıflanmaya sürüklemiştir. Böyle anlarda karamsar bir tablo çizmiş, toplumsal çelişkiler karşısınday öfke, yenilgi ve kaçış duyguları yaşamıştır. “Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım, içinde hikâye kokusu var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin.” diyen Sait Faik’i ölüm yıldönümünde şiirleriyle analım istedik…
1. Mektup
Vapurun dümen yerinde çaldığım ıslık
Yağmurlu güvertedeki türküm
Sana yaklaşmaya vesiledir
Yoksa canım, seni unutmak için değil.
Senden sonra ancak anlaşılır
İnsanoğluna öğretilen yalanlar.
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu her şeyin.
Seninle beraberdir dolu kadehler
Şaraplar seninle aziz
Cigaralar seninle tüter
Ocaklar seninle yanar
Yemekler seninle yenir.
II.
Senden bahis açılmadıkça susmak isterim
Senden bahis açılmaya vesiledir.
Kınalıada, vapur, deniz, yunus
Şimdiye kadar neden gökyüzü değildi
Niye böyle oldu
Neden kitapları severdim?
Bu şehirde ikimiz birden nefes alıyoruz
Yoksa neye yarardı bu garip şehir?
Burada senin doğduğun bana malumdur
Yoksa sever miydim minareleri
Süleymaniye’yi?
Sen gâvur olduğun halde.
2. Şimdi Sevişme vakti
Çıplak heykeller yapmalıyım.
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı k
Kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım,
Resimlerden…
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dört yüz bin tekliğinden
On kuruş verecek.
Seni satmam çocuğum
Dört yüz bin tekliğe.
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin
Söylemeliyim
Yok
Yok… meydanlarda
Bağırmalıyım,
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler
Okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler.
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt
Götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hala o eski,
O yalancı
O biçimsiz Bizans şarkısı.
Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem, nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu…
Bir kere duyursam hele
Güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür
Ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım
Sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı
Boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan’dan
Orhan Veli’den
Yunus’tan, Yunus’tan…
3. Evime Dönüyorum
Adımım düşünüyor… Anlatılmaz ki sözle;
Bin bir ateşten dilli yangınken sönüyorum…
Bir harabe yüzüyle, balmumundan bir gözle,
Sararmış caddelerden evime dönüyorum.
Düşmüş yanına eli, bir tutam buğday gibi.
Bir çocuk uyuyordu işportanın başında;
Avizeler yakıyor caddeler saray gibi;
Bir anne dizi hali kaldırımın taşında.
İçimden: “ört!” dediler, örtüverdim üstünü
Bir çuval parçasının çıplağı belirince.
Vuruyor fenerlere şimdi, ağaran günü,
Ne gece… Ne canından bıkmış, hiddetli gece…
Son ışıkla, bitiyor gözümde sivilceler
Şimdi dövüşüyoruz, gecelerle, taş taşa…
Hasreti sabahımın ak başımda geceler;
Evime dönüyorum, rüzgârla baş başa…
Köprüden camiye, son canımla kavuştum;
Bakın, başım düşüyor, kapadım gözlerimi.
Sert taşlara can veren sanatkârla buluştum;
Geceler hak ediyor mermerleşen derimi…
Dur! Durdu… O gürültü kaçıyor son paramla.
İşlek bir cadde gibi sabahla sönüyorum,
Kapanmayan gözümle, kapanmayan yaramla,
Kızaran caddelerden evime dönüyorum.
4. Yeis
Akşam üstleri geliyor
Tam insanlar işten çıkarken.
Salkım salkım tramvaylardan
Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
Namussuz, akşam üstleri geliyor.
Neremden yakalıyor, bilmiyorum
Ben tam sevmeye hazırlanırken
On altı yaşındaki sevgilimi.
Elini elimle tutmak
Yirmi dört saatte bir
Sıcak bir laf dinlemek isterken
Rezil… Tam o saatlerde geliyor.
5. O ve Ben
Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak.
Hayır değil, değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı.
Gözlerine bakmalıyım
Sesini işitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem
Bana su, bana ekmek, bana zehir
Bana tat, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.
6. Söz Açınca
Fırtınaları ayağınıza
Meltemleri saçınıza yollayacağım.
Yakamozlar tırmanacak göğsünüze
Martılara söyleyeceğim gelsinler.
Sivriada´nın boz tavşanları
Kulağınıza fısıldayacak.
Sandalsız balıkçılar da gelecek.
Ay ışığını
Martının sırtından alıp
Akşam üstlerini
Kordela balığından
Karabataklardan karanlığı
Ben alıp getirsem…
Nisan yağmurları yağmış Levent´e
Onlar tanıklık etsinler olmazsa.
Nisan ya…
7. Bir Masa
Bize bir masa ayır Yanakimu
Aleksandra’mla benim için
Bir masa.
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan.
Aleksandra’m mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar.
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu…
8. Donan Haber
Mektup yolda kaldı, görünmedi.
Bir kar bulutunun üstünde
Gelirken donuverdi.
Bir küçük kuş gibi dondu haber
Kar bulutlarının ipek teninde
Ben habersiz kaldım…
Saldım
Ruhunu fırtınalara
Gidip ölü kuşu bana bulsun
Bana getirsin
Belki bu mevtanın kalbinde sarı bir gül
Vardır
Vardır diye…
9. Yazamamak
Sis vardı denizde
Tepelerde, evimizin üstünde
Bahçede yapraklar buğulu
Su akıyordu demir parmaklıklardan
El değince
Ağaçlar…
Sıcaktı gözleri kadının,
Elleri yanıyordu.
Ayakları buz gibi soğuktu.
Denizin üstünde sis vardı.
Ben yazamamaktan kudurmuş
Tırnaklarımı yiyordum.
Kadın geriniyordu.
Buz gibi ayakları.
10. Hoşaf
Gördüm ki yolun bir ucunda
İncir ağaçları
Bir ucunda dutlar.
Gördüm ki ıssız yolda
Sessiz, kurşunsuz
Haydutlar.
11. Bir Zamanlar
Bazı akşam üsteleri oturur
Hikayeler yazardım, deli gibi!
Ben hikaye yazarken
Kafamdaki insanlar
Balığa çıkarlardı.
Kadınlar, kahve cezvelerini ısıtan,
Mavi ışıklı ispirto lambalarını yakarlardı
12. Pazar Günleri
Pazar günleri,
Bira içerim,
Turp ve şamfıstık ile
Küçük bir çocuk
Bana hizmet eder.
On kuruş bahşiş mukabilinde
Halbuki ben onun
Babası olmak isterim.
13. Kırmızı Yeşil
Kıyısına tuz ileten rüzgarı
Balıkların yüzdüğünü duyarım
Dinlerim yosunların konuştuğunu
Midyelerin ağladığını.
Aşkın bir kanadı vardır kırmızıdır
Delinir
Kan akar.
Bir kanadı var
Zehir yeşili…
14. Ceylan-ı Bahrî
Neremden geliyor bu sevinç?
Sana baktıkça çocuğum:
Maviliklerin, badem ağaçlarının,
Metruk havuzların kurbağa seslerinin
Güzelliğini
İskele çımacısının altın yüreğini…
Gelecek bir sabah vakti, güneşten;
– Derin elemlere rüzgar-
Bastonunda kış armutları asılı
Küpeştesinde ekmek ayvaları,
Kirli yelkenine fırtınalar sarılı
Kavunlarında sulh ve sükun
Halatlarında mesut sahillerle
Bir ceylan-ı bahri…