İşte, karşısındaki kişinin konumunu, parasını pulunu, makamını umursamadan, sözünü söyleyen ve genellikle de karşılıklı yapılan konuşmada son sözü söyleyen büyük adamlardan biri! En güzeli de, el pençe divan durmasına alıştığımız büyük(!) adamlarla aynı topraklarda büyümüş, aynı havayı solumuş olması. Bu toprak ve hava Eşref’i “hicvin babası” yapmış, diğer ahaliyi şakşakçı… Nef’i’nin takipçisi, Neyzen’in öncülü Şair Eşref o. Ve bugün büyük hiciv üstadının doğum günü.
Her türlü siyasi ve toplumsal bakıya başkaldırmış, halkı sömüren ve menfaatperest “devletlü”lere hiciv oklarını atmaktan çekinmemiş bir heccav. Bir devlet büyüğünü hicvederken, başka bir devlet büyüğünün kanatları altına girmemiş. Ama hapse girmiş, sürgün yemiş. Diline dolayıp, şiire döktüğü kişi padişah da olsa, dörtlüğünün son satırındaki küfürden nasibini almış.
Eleştiriye tarihsel ve kültürel olarak kapalı bu toplumda ve devlet geleneğinde sevilmemiş, tutunamamış. Ama yine de hicvetmiş ve hicvi, sanat dalı haline getirmiş.
1. Hoş geldin ama dünya sana hazır mı acaba Eşref?
Hangi yıl olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, 1800’lerin ortasında bir yerlerde, Kırkağaç’ta, nüktedan ve din adamı Usulizade Hafız Mustafa Efendi ile şair ve hafız Arife Hanım’ın bir oğulları oldu. Anne baba, ileride şair olarak anılacak bu çocuğun adını Mehmet Eşref koydu.
Vergi miktarını ol mertebe arttırmalı kim,
Sahib-i servet olanlar da züğürt kalmalıdır.
Yalnız fahişeler vergisi haksızlık olur,
Evlilerden de yaptıkça rüsum almalıdır
2. Tarihlerdeki uyuşmazlık da Türk geleneği
Bazı kaynaklarda doğum yılı 1847, 1853 gibi farklı olsa da, 1846’da doğduğunu Şair Eşref’in kendisi söyler. Kaynaklardaki bu uyuşmazlık, eskiden askere geç göndermek isteme vb. sebeplerle doğum tarihlerinin küçük yazdırılmasıyla açıklanır genellikle. (İlginçtir, Şair Eşref’in doğum yılından tam olarak emin olunmasa da 13 Temmuz’da doğduğu bilinmektedir.)
Kırkağaçlı Ahmet Efendi evinin bahçesine bir kenef (tuvalet çukuru) yaptırmak ister. Kadı efendi ise Ahmet Efendi’yi oyalar, bir türlü izin vermez. Ahmet Efendi de elinde dilekçesiyle, en büyük mülki amir olan Şair Eşref’e gider. Kadıyı ona şikâyet eder ve yardım ister. Eşref de, Ahmet Efendi’ye “Dön arkanı” der. Dilekçeyi onun sırtına yapıştırır, bir de dörtlük iliştirir dilekçeye:
Herkesin bu kârhane-i alemde bir davası var,
Kırkağaçlı Ahmet Efendi’nin de bir kenef davası var,
Kadı Efendi lütfeyle imza et ilamını,
Çünkü böyle b.ktan işlerin inhası var, minhası var.
3. Dededen torpilli
Şair Eşref aynı zamanda büyük matematikçilerden Gelenbevi İsmail Efendi’nin de torunudur.
Zamanının belediye başkanına şöyle bir dörtlük yazar:
Hükmüne bizler daha hayran olduk demekten,
Bu ne hata, ne ayıp, ne de en küçük günah,
Ölmüş eşek, at, katır etleri yemekten,
Anırır, çifte atar, kişner olduk maşallah.
4. Sanmayın ki tek bildiği şey hiciv
Hatuniye Medresesi’nde Arapça ve Farsça dersleri, özel öğretmenlerden de matematik ve tarih dersleri aldı. 1870’te Manisa Vilayeti Tahrirat Kalemi’nde göreve başladı.
Ey padişah-ı âlem, düşman mısın zekâya?
Erbâb-ı iktidarı gördün mü saldırırsın,
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,
Havf eylerim yakında Kur’an‘ı kaldırırsın.
Besmele gûş eyleyen şeytan gibi,
Korkuyorsun ”höt” dese bir ecnebî
Padişahım öyle alçaksın ki sen,
İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi!
5. 12 yılda 12 ilçede kaymakamlık yaptı
Çeşitli ilçelerde mal müdürlüğü de yaptı. Fatsa’ya atanmasıyla birlikte kaymakamlık yılları başladı. 1878-1900 yılları arasında Çaparçuk, Hizan, Ünye, Tirebolu, Akçadağ, Garzan, Garbi Karaağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç, Daday ve Gördes’te kaymakamlık yaptı.
Mahalle komiserlerinden biri, Şair Eşref’e takar. O dönemlerde geceleyin sokağa çıkan kişinin yanında mutlaka fener olması da gerekir. Fener almadan sokağa çıkmak yasaktır. Bir gece mahalle komiseri, Eşref’i fenersiz yakalar:
– Yürü ulan karakola, der.
Eşref direnir, komiser de yakasına yapışıp bir tokat patlatır. Eşref de aynı biçimde karşılık verir komisere. Durumu gören iki polis daha yardıma gelir komisere. Üçü Eşref’i, ite kaka karakola götürürler. Ertesi gün de, “vazife başındaki zaptiye memuruna tokat atma” suçundan, müstantikliğe -sorgu hâkimliğine- sevk ederler.
Müstantik Ohannes Efendi adında bir Osmanlı Ermenisi’dir. Sorularını bir kâğıda yazar ve Eşref’e uzatır:
– Bunları cevaplayın, der.
Eşref de, “Suallerinizin hepsine cevaptır” notuyla, şu dörtlüğü yazıp uzatır Ohannes’e:
Elinde yok adalet, olsa da sen kim, adalet kim
Kimi maznun [sanık] görürsen, hep “kabahat sendedir” dersin
Polisler üstüme saldırdı, ben de sille aksettim,
Be müstantik efendi, söyle, sen olsan ne bok yersin?
6. Söz konusu devletse, yolsuzluk teferruattır
Doğuda çalışırken Ermenice ve Fransızca öğrendi. Gördes kaymakamlığı sırasında birçok yolsuzluğa şahit oldu ve bunları şiirleriyle hicvetti. Tabii bunlar pek çok kişinin hoşuna gitmedi ve iki arkadaşıyla birlikte tutuklanarak 1902’de İstanbul’a götürüldü.
Girmeyiz kerhaneye babında nevbet bekleriz,
.m pazarinda t..aktan farkımız yoktur bizim
7. Devlet aklına göre “zararlı kâğıt”: Hiciv
Yargılama sonucunda “evrak-ı muzirre” (zararlı kâğıtlar) bulundurmak suçundan bir hapsine karar verildi. “Evrak-ı muzirre” denilen kâğıtlar, devrin önde gelen şahsiyetleri hakkında yazılmış yergilerdi.
Nazır paşam halk derler bir uyuz merkebe binmiş,
Yemiş yemiş doymamış külli sülalesine ikram etmiş,
Ye sen de bu ahir viranenin izzet-i ikramını arsızca,
Çal çırp .ik, üstüne tüttür tütünü pervasızca.
8. Vatandan ayrı geçen yıllar
Cezaevinden çıktıktan sonra gözetim altındayken, tekrar hapse düşme kaygısı yüzünden 1903’te Mısır’a kaçtı. Hayatının belli bir kısmını Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’ta geçirdi. Sonra tekrar Mısır’a döndü. Curcuna adlı mizah dergisinde yazıları yayımlandı.
Eşref Mısır’dayken Abdülhamid’in ağır hasta olduğu söylentisi yayılır. Dostları da Eşref’e “Şeytan bile Abdülhamid’den elini çekiyor. Gel sen de bu adamla uğraşmaktan vazgeç” derler. Eşref de buna karşılık şu dörtlüğü yuvarlayıverir:
Toprak altında da olsan bulurum,
Erişir burnuna birkaç tekmem,
Can verip kurtulurum zannetme,
Şeytan elini çekse de ben elimi çekmem.
9. Kısacık sürede bir yığın eser
Mısır’da yaşadığı sürede, Deccal, İstimdad, Hasbihal Yahur Eşref ve Kemal, Şah ve Padişah ve İran’da Yangın Var adlı eserlerini yazdı.
Alaşehir’den İzmir’e giderken bir zat-ı muhterem “Hz. Adem’in çamurunda saman var mıdır?” diye sorar. Cevap, adamı, soruyu sorduğuna soracağına pişman eder cinsten olur:
Ey bana tıynet-i Adem’in çamurunda saman var mı diyen,
Bir daha etme bana gel bu sual-i hamı,
Balçığında saman olsaydı eğer ebülbeşerin,
Çatlayıp da yarık olmazdı ananın .mı.
10. Özgürlüğün büyüsüne kapıldı
II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte İstanbul’a döndü. Edeb Yahu ve Eşref adlı dergilerde başyazarlık görevlerinde bulundu.
Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler!
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler,
Beyhude inat etme hemen salla başını,
Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını.
11. Devletlü ne yapıp edip Eşref’ten kurtuldu
Turgutlu’da kayamakamlık, Adana’da ise vali yardımcılığı yaptı. 1909’da memurluğu lağvedildi ve kendisine “mazuliyet” aylığı bağlandı. Sonrasında Kırkağaç’a yerleşti.
Yeri geldiğinde kendisini bile hicvedeceğini, kendisiyle bile kafa bulacağını garanti eder:
Eylemem ölsem de kızbi ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir şairim,
Bir güzel mazmun bulunca eşrefa,
Kendimi hicveylemezsem kafirim.
12. Mezar taşı dörtlüğü bile hazırdı
İçki düşkünlüğü yüzünden 22 Mayıs 1912’de (kimi kaynaklara göre 1910’da) Kırkağaç’ta, Bahçivanpazarı’ndaki evinde hayata gözlerini yumdu. Tek isteği vardır, o da mezar taşını çalmamaları (Ek bilgi: mezar taşı çalındı). Vasiyeti gereği mezar taşına şu sözleri yazıldı:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardeşimi,
Gözlerim ebna-yı ademden o rutbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı.
13. Neyzen Tevfik’in küfürlerindeki başarının mimarı
Şair Eşref Abdülhamit döneminin şairidir, dolayısıyla eserleri toplumsal konuları da fazlasıyla içerir. Hem Abdülhamit hem de İttihat ve Terakki, Şair Eşref’ten nasibini alır o dönemde. Neyzen Tevfik’in de hocasıdır ve küfürleri bazen, Neyzen Tevfik’e rahmet okutur.
Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı
Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
Söyletirler evvela, sonra s…..ler ananı
14. Zekâsı gibi cimriliği de genlerine işlemiş
Dededen, babadan gelen bir cimriliği olduğu söylenir. Hatta babasının 15 mecidiye ile hacca gidip, birkaç mecidiye artırarak yurda döndüğü rivayet edilir. Bu durumla ilgili de bir dostu Şair Eşref’e “Eşref, eğer baban senin 1 mecidiye ile bir seneden fazla yaşadığını görseydi, ‘Ben sana nispetle çok israfta bulunmuşum oğlum’ deyip elinden öperdi” der.
Eşref, İzmir’in ilçelerinden birinde kaymakamlık yaparken, İzmir valisi Kâmil Paşa, ilçeye denetime gelir. İlçede Eşref’i bir eşeğin sırtında tur atarken gören vali Eşref’in düşeceği korkusuyla şu tepkiyi verir:
– Aman dikkat et Eşref, eşek seni düşürmesin!
Eşref’in cevabı evlere şenliktir:
– Meraklanmayın paşam, eşek kâmildir.”
15. Barındırmadılar, ama o hep vatanseverdi
Fransa’da yaşarken, Fransız yetkililerin ülkesini satması tekliflerini geri çevirir, vatanına ihanet etmez. Ülkesine dönünce fakir bir ilçede kaymakamlık yapar ve ilçenin fakirliğini göstermek için güç bela da olsa bir subayı ilçeye getirir.
Abdülhamid’in tahta çıkışının yıldönümü kutlamaları sırasında halk tören alanına biraz fazla yaklaşınca, pencereden bunu gören vali “Durdurun şu eşek milleti” şeklinde tepki gösterir. Bunu duyan Eşref de orada şu dörtlüğü söyleyiverir:
Erbab-ı mansıptan biri millete eşek demiş,
Reddedilmez böyle bir söz amma pek can sıkar,
Millet eşek olsa da eşek diyen bilmez mi ki,
Sadrazamlarla valiler de milletten çıkar.
16. Karşısındakinin statüsünün çok da önemi yok
Bu subayla arasında şöyle bir olay yaşandığı rivayet edilir. Subay ilçede bulunan bir tuvalete girer. Girmesiyle çıkması bir olur. Çok öfkelidir ve Eşref’e bağırır: “Sen kim oluyorsun da benim resmimi tuvalete koyuyorsun!” Eşref sakince cevaplar: “Efendim ben kabızım, sizin resminizi görüp korkudan yapabiliyorum büyük abdestimi.”
Bir bakıma kendi öğrencisi olan Neyzen Tevfik için de şunları yazar:
Kimseler Hafız’a (yani Neyzen Tevfik’e) alnı yere gelmiş diyemez,
Doğduğundan beri kıç dönmedi şeytana bile!
Çok cevâmide, mescidde dolaştı amma,
Koymadi alnını hiç secde-î rahmâna bile!
Haciyatmaz gibidir sanki köpek oğlu köpek
Ayaküstünde kalir düşse de mîzâna bile!
Yağlasın kız neyini hazret-î pir
Barekâllah koca Hâfız alıyor,
kamışı şimdi g.tünden çalıyor.
17. Tarihe geçen söz: “İdare gitti, maslahat elde kaldı”
Kırkağaç kaymakamıyken ilçe eşkıya çetelerinden mustariptir. Eşref bu durumu İstanbul’a bildirir ama gelen cevap “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok, jandarmadan yardım isteyin” babındadır. Eşkıyalar cozutup ilçeyi basmak bir yana kaymakamlık binasına da girince Eşref durumu yine İstanbul’a bildirir. Cevap “idare-i maslahat edilmesi” şeklinde olunca Eşref delirip İstanbul’a şu telgrafı çeker: “İdare gitti, maslahat elde kaldı.”
Sakın kalkma ey s.kim, sonra seni sustururum,
Mürtecidir diye jandarmalara tuttururum,
Takarım bir polisin arkasına sonra seni,
Yediğin herzelerin cümlesini kustururum.