Hepimizin çok sevdiği bir aşk şarkısı vardır ve şarkılar da daha çok aşkı anlatır. Ama yine de bu bestekar ustalarımız her zaman için aşktan, sevgiden, çiçekten bahsetmemişlerdir. Uzaydan, kaybolan astronotlardan, sinemadan, uyuşturucudan, hatta masturbasyondan bile bahseden şarkılar mevcut (Bkz. The Who – Pictures of Lily). Kimi durumlar da ise şarkılar birer tarihi belge niteliğindedir. Bizlere döneminin politik havasını, bir vakayı ya da sosyolojik bir olguyu anlatırlar. İşte burada bu gibi durumlardan ilham alınarak yazılmış on şarkıya bakacağız.
1. Bob Dylan – Hurricane
17 Haziran 1966 tarihinde New Orleans’ta bir bara iki kişi girip rastgele ateş açarlar ve üç kişinin ölümüne neden olurlar. Barda bulunan görgü tanığı bir kadın, zanlıların siyahi iki erkek olduğunu söyler ve polis hemen araştırmaya başlar. Olayın üzerinden yarım saat geçtikten sonra orta siklet bir boksör olan Rubin Carter ve arkadaşı John Artis’in arabası polis tarafından çevrilir. Arabada yapılan arama sonrasında polis bir silah bulur ve ikili hemen zanlı olarak yaftalanırlar. Olay yerine getirilen Carter ve Artis, görgü tanığı iki kişi tarafından tespit edilemez ve serbest bırakılırlar. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra “hangi nedenlerden bilinmez” bu görgü tanıkları bu sefer ikiliyi suçlu olarak doğrularlar ve Curtis ile Artis, ne olduğunu anlamadan hapise atılırlar. Daha sonradan anlaşılır ki, olayı soruşturan polis görgü tanıklarına yalancı şahitlik yapmaları için baskı yapmıştır ve siciline bakılırsa kendisi pek siyahi dostu bir insan değildir. Üstelik Rubin Carter’ın bir boksör olarak gittikçe ünlenmesi de sinirine dokunmaktadır. Suçlu kesinlikle odur. Ve bu şekilde bu iki aslan gibi adam suçsuz yere 20 yıl hapiste yatarlar. Bob Dylan, şarkıyı Carter hala hapishanedeyken ona destek olmak ve ırkçılığa karşı gelmek için yazmış, bir masal gibi yaklaşık dokuz dakika boyunca en doğru kafiyeleri bulup olayı başından sonuna kadar dinleyicilere aktarmıştır. Şarkı daha sonradan başrolünü Denzel Washington’un oynadığı 1999 yapımı Hurricane filmine de ilham kaynağı olmuştur.
2. The Beatles – Revolution
Şarkının esin kaynağı 1968 Olaylarıdır. Tüm Avrupa, özellikle Paris, kapitalizme ve onun getirdiği savaşlara, adaletsizliklere ve düzene karşı savaş açmış üniversite öğrencilerinin ayaklanmaları ile çalkalanıyordu. Bu durum elbette bu gençliğe yıllarca şarkıları ile barış, eşitlik ve sevgi mesajı vermiş rock müzisyenlerini de yakından ilgilendiriyordu. John Lennon da bu duruma kayıtsız kalmadı. O zamana kadar politik olaylara hiç karışmamış, Vietnam’la ilgili sorulara bile menajerlerinin zoruyla sessiz kalmış The Beatles’da isyan bayrağını açan kişi elbette Lennon oldu. Zaten Yoko Ono ile olan ilişkisi onun tüm düşünce yapısını baştan aşağı değiştirmişti. Lennon, Revolution şarkısına “bir devrim istediğini söylüyorsun/pekala hepimiz bunu istiyoruz” diyerek doğrudan bir giriş yapar. Ama devrimin nasıl yapılacağı konusunda biraz kafası karışıktır: Ama eğer şiddetten bahsediyorsan/beni bu işin içine katma dedikten sonra sessice kat diye de ekler. Tabi sivri diliyle devrimcilere laf çakmasını da bilir: Dostum öyle cebinde Mao’nun fotoğrafını taşıyarak bu işin olacağına inanıyorsan senle daha çok işimiz var. Şarkı devrimle her şeyin yoluna gireceğii mesajını verse de, o dönemde devrim için silahlı çatışmayı tek yol gören grupların ve şarkıda kapitalizmden çok devrimcilerin eleştirilmesinden dolayı pek çok kişinin tepkisini çeker. Lennon’un cevabı basittir: Aynı şeyi istiyoruz diye kimsenin götünü yalayamam. Aptalsan, benle aynı yolda ol ya da olma, sana bir sempati duymamı bekleme.
3. Rolling Stones – Street Fighting Man
The Beatles, bir devrim şarkısı yapar da The Rolling Stones durur mu? Mick Jagger hemen kollarını sıvar ve Street Fighting Man şarkısını yazar. İki şarkı arasında fark, iki grup arasındaki farkın birebir özetidir. Revolution daha eleştirel daha derin bir şarkıyken, Street Fighting Man verir gazı da verir:
“Her yerde ayaklanan ve güçlenenlerin ayak sesleri/bak yaz geldi/ sokaklarda çatışmanın vaktidir şimdi
benim ismim kargaşanın ta kendisidir/bağırıcam ve çığlık atıcam/kralı öldürüp hizmetkarlarını aşağılıycam.”
Herhalde bu yüzden olacak o dönem daha çok sevilen Street Fighting man olur ve John Lennon’u yıllarca uyuz edecek şekilde The Rolling Stones asıl devrimciler olarak saygıyla selamlanırlar.
4. Crosby, Stills, Nash & Young – Ohio
1969 yılına geçelim. ABD’de Vietnam Savaşı’nı sona erdireceğini söylereyek başkanlığa gelen Richard Nixon, bırakın barışı getirmeyi, savaşı daha da körüklemiştir. Vietnam’da ABD ordusu tarafından, My Lai isimli bir köye baskın düzenlenmiş ve 347 silahsız köylü öldürülmüştür. Olayın basına sızması ve Nixon’un bir de Kamboçya Cephesi’ni açacağını bildirmesi bardağı taşıran son damla olmuş ve ülkenin dört bir yanında Nixon’un politikalarına ve savaşa karşı gösteriler düzenlenmeye başlanmıştır. Kent State Üniversitesi öğrencileri de 4 Mayıs tarihinde bir protesto yürüyüşü yapmaya karar verirler. Lakin üniversite yönetimi düzenlenmesi planlanan gösterinin iptal edildiğini ve izin verilmeyeceğini duyurmuş buna rağmen 2 bin öğrenci yine de toplanmıştır. Bu arada sabahtan ABD Ordusu üniversiteye girmiş ve toplanan öğrencilere gösterinin yasadışı olduğunu ve dağılmaları gerektiğini söylemiştir. Dağılmayan öğrencilere, askerler tüfeklerini doğrultarak ilerlemişler, gaz bombaları ile onları dağıtmışlardır. Öğrencilerin bir kısmı dağılırken bir kısmı yakında olan bir otoparkta toplanmıştır. Aslında gerginlik bitmiş ve öğrenciler ile askerler karşılıklı konuşmaya başlamışken bir asker birden öğrencilere nedensizce ateş etmeye başlar ve onu 77 diğer asker takip eder. Sonuç: 4 öğrenci olay yerinde ölür, 9 tanesi ağır şekilde yaralanır. Bu dört öğrenciden ikisi üstelik gösterilere bile katılmamış sadece sınıflarına gitmek için olay yerinden geçmekte olan iki kişidir. Açıklama özellikle bizlere yabancı gelmeyecek ve bizim oldukça alışkın olduğumuz bir söylem: Kimliği belirlenemeyen biri askerlere ateş açınca cevap verdik (ispat edilemedi) ya da kendi hayatlarımız için endişeli olduğumuzdan yoğun bir stres altındaydık (Hiçbir öğrenci silahlı ya da askerlere zarar verebilecek durumda değildi). Bu korkunç olay tüm ABD’yi sarsarken, Neil Young da hemen gitarına sarılır ve bir haber başlığı gibi gerçeği tekrar ve tekrar hatırlatmak ister gibi “Ohio’da dört ölü var!” sözlerini şarkının içinde çokça söyler. Ayrıca doğrudan Nixon’un ismini şarkıda geçirerek onu suçlu ilan eder: Kurşun askerleriyle Nixon geldi / İşte şimdi yapayalnızız. Şarkı elbette bir rock efsanesi haline gelir. Grubun üyelerinden Crosby yıllar sonra şöyle der: Young’ın şarkıda Nixon’ın ismini kullanması o zamana kadar yapılmış en cesurca hareketti.
5. The Clash – White Riot
https://www.youtube.com/watch?v=Wjmh52fkQJA
1977 yılı İngiltere’de punk müziğin doğduğu yıldır. Doğar doğmaz ortamlara bir bomba gibi düşen bu akım, şimdiki halinin aksine o zamanlar politika ile doluydu; hatta mesaj olarak tek olayı buydu diyebiliriz. İngiltere’nin bu ilk punk akımından pek çok olağanüstü grup çıktı: Ama bunlardan belki de hiçbiri The Clash kadar politik olarak böylesine net ve müzikal olarak da bu kadar renkli olamadı. White Riot grubun ilk single çalışması. 1976 yılında Notting Hill festivalinde polis ile çatışan siyahilerden ilham alınarak yazılmış ama mesaj beyaz gençlere: ”Bak” diyor, “siyahiler hakları için yıllardır savaşıyorlar ve savaşlarında haklılar. Peki ya sen beyaz genç? Evet ırksal olarak değil ama sistemin bir kölesi olarak senin de bir ton sorunun var. Hadi şimdi kaldır o koca beyaz kıçını, siyahilerden ders al ve ayaklan!”
Mick Jones’un üç akorlu cayır cayır gitarı, punkın gelmiş geçmiş en yaratıcı basçısı Paul Simonun kıvrak melodisi ve Joe Strummer’ın “kontrolü ele mi alıyorsun/yoksa hala emir mi alıyorsun/Geri mi gidiceksin/Yoksa ileri mi” diye sorduğu enerjik sesi ile White Riot hem The Clash’in doğuşunu hem de hala eskimeyen bir mesajı simgeliyordu: Hakkın için savaş!
6. Pink Floyd – Final Cut
Punktan sonra hemen Pink Floyd’a geçiş yapmak oldukça manidar. Çünkü Johnny Rotten’ın “I Hate Pink Floyd” t-shirt’ü ile punk müziğin tam zıttı olduğunun altını çizdiği Pink Floyd, aslında müzikal olarak belki punk gibi deli dolu değildi ama şarkı sözleri ile bu sistemin ne menem bir şey olduğunu herkesten daha iyi çizdi. Roger Waters’ın kaleminden Pink Floyd daha öncesinde modern hayatın insan üzerindeki yıkıcı etkilerinden, kapitalizmin pisliğinden, savaşın yıkıcılığından, yabancılaşmadan, delilikten oldukça çok bahsetmişti. The Final Cut’ta ise mesaj doğrudan doğruya bir kişiyeydi: Dönemin İngiltere Başbakanı ünlü Demir Lady Margaret Thatcher’a! Ne mi yapmıştı Thatcher? Elbette her kurnaz politikacı gibi kendi yerini güçlendirmek için milli duyguları körükleyecek gereksiz bir savaş başlatmıştı. Pek çok kimsenin bugün hatırlamadığı 1982 tarihli İngiltere-Arjantin savaşı yani nam-ı diğer Falkland Savaşı. Kendi babasını İkinci Dünya Savaşı’nda kaybetmiş olan Roger Waters da açtı ağzını yumdu gözünü. Her bir şarkısında savaşın bir başka yıkıcı yanına işaret etti ve sordu: Ne yaptın Maggie, ne yaptın bize? Bize ve barış hayalimize? Bu açıdan The Final Cut’ı sadece albüme ismini veren şarkıyla değil toptan albümün kendisini tek bir şarkı gibi (Her Pink Floyd albümünün olduğu gibi) listeye almayı uygun gördük.
7. U2 – Sunday Bloody Sunday
İnsanoğlunun başına gelen ya da neden olduğu felaketler her yerde aynı. Farklı coğrafyalarda farklı zamanlarda da olsa hepsinin altında hep aynı hikaye yatıyor. Bu bildik hikayemiz ise Kuzey İrlanda’dan geliyor. Kim bilir hangi nedenden ötürü İrlanda bağımsızlığını kazanırken Birleşik Krallık toprağı sayılmaya devam etmiş olan Kuzey İrlanda bir süredir bağımsızlığını istemektedir ve bir gece İngiliz polisi Belalar adı takılmış bir ayrılıkçı gruba baskın yapar ve pek çoğunu toplayarak onlar için inşa edilmiş ve Hitler Almanyasının toplama kamplarını andıran tuhaf hapishanelere yollar. Bunun üzerine Kuzey İrlanda halkı protesto haklarını kullanmak için toplanırlar ve tahmin edin ne olur: İngiliz ordusu halkı kurşuna dizer. Kimi kurşunla?r: Silahsız olan halkı. Neden? Aynı şeyler: İlk başta onlardan birileri bize ateş açtı (Hiçbir zaman ispat edilemedi). 1972 yılında daha yeni ergen olmuş Bono, haberleri izlemiştir ve yıllar boyunca da unutamaz. Büyüyüp adam olup kendi grubunu kurduğunda da bu kanlı güne dair bu şarkıyı yazar. Şarkı yıllarca IRA taraftarlarının marşı oldu. Konserlerde U2’nun demirbaşı olan şarkının anlattığı olayda masum insanları katleden İngiliz ordusu ise mahkemelerce bir şekilde aklandı. Yıllar sonra hükümet özür diledi falan. Bu yıllar sonra gelen özürler de pek tatlış şeyler, çok seviyoruz vallahi.
8. Pearl Jam- W.M.A.
Aslında bu şarkı diğerleri gibi haberlere çıkmış, büyük tepkiler toplamış ya da tarihe geçmiş bir olaya dair değil. Aksine, aslında her gün dünyanın farklı yerlerinde yaşanan, büyük kitlelerin hiç duymadığı gündelik yaşamın içinden bir adaletsizliği, ayrımcılığı ve aşağılamayı anlatıyor. İşte tam da bu yüzden diğerleri kadar anlamlı bir şarkı. Şarkımızın kahramanı, Pearl Jam’in içli sesi Eddie Vedder bir gün duş alır, evde canı sıkılır, eski ve yırtık kıyafetlerinden birini giyer (ne de olsa dönem grunge dönemi), dışarı çıkar ve siyahi bir arkadaşıyla buluşur. Sokaklarda öyle sere serpe dolaşırlarken birden çevrelerini polisler sarar. Şöyle anlatıyor Vedder: Hiçbir neden yokken geldiler. Beni tanımadılar. Büyük olasılıkla da kendileri gibi beyaz olduğum için de bana ilişmediler bile. Doğrudan arkadaşıma musallat oldular. Kimlik sordular. Üstün aradılar ve sırf bir iki sordu diye onu gözümün önünde darp etmeye başladılar. Ben de kendimi tutamadım ve üstlerine yürüdüm. Birlikte bir güzel dayak yedik. Eddie Vedder şarkıda her gün sırf renk ayrımından dolayı beyaz polislerce eziyet gören siyahiler için yazmıştır şarkıyı bu olay sonucunda. Şarkını sözleri de doğrudan beyaz polisedir: Doğuştan piyangoyu kazanmış/anasının beyaz memelerini emmiş/köpekler gibi eğitilmiş/ renk ayrımını bilir/beni geçip doğruca ona gitti polis ada… isa da selamlar seni/ne de olsa o da beyaz senin gibi…
w.m.a.: white male american
9. Radiohead – 2 + 2 = 5
Sadece ABD tarihinin en berbat değil, icraatlarıyla tüm dünyanın nefretle hatırladığı George W. Bush’un 11 Eylül sonrası Teröre Savaş kampanyası ile dünyayı birbirine kattığı dönemde, Thom Yorke tarafından politikacıların halkı manipüle etmek için kullandığı söylemlere ve buna karşılık üç maymunu oynamayı tercih edip sesini çıkarmayan kişilere dair yazılmış bu şarkı. Hatırlarsanız, arkasında kimin olduğu hakkında bile bir sürü komplo teorisi bulunan 11 Eylül sonrası Amerikan Hükümeti ve onun doğal destekçisi İngiliz Hükümeti, Afganistan ve Irak’ta savaş için birbirinden saçma ve gerçeği yansıtmayan bir sürü neden ile etkileri ne yazık ki günümüzde bile hatta eskisinden daha da çok bir şekilde hissedilecek şekilde, bu coğrafyaların altını üstünü getirmişlerdi. Küçük bir azınlık her zamanki gibi seslerini yükseltirken, çoğunluk ise sessiz kalmayı, görmezden gelmeyi ya da söylenileni desteklemeyi tercih etti. Şarkı da bu çoğunluğun sesi ile başlıyor: yahu dünyaya doğruluğun geleceğine inanacak kadar hayalperest misin? Valla ben iki artı ikinin beş ettiği yerde durucam. Şarkı hızlanınca Thom Yorke abimiz de kendi sesinden onlara cevap veriyor: Sen istediğin kadar hırsıza selam dur ben durmam.
10. Ruhi Su – Şişli Meydanı’nda Üç Kız
Listenin sonunda bizim topraklardan bir katliamın şarkısı geliyor. 1 Mayıs 1977 tarihinde İşçi Bayramı’nı kutlamak için bir araya gelmiş binlerce insanın üstüne “birilerince” Sular İdaresi Binası’ndan ve The Marmara’dan ateş açılmış, 500 bin kişinin katıldığı bayramda çoğu çıkan kargaşadan Kazancı Yokuşu’nda ezilerek kimi kaynaklarça 34 kimilerine göre 42 kişi yaşamını yitirmiştir. Otelin o katında kimlerin kaldığı nasıl oluyorsa tespit edilememiş ki bu ülkede ıssız bir şehrin yıkık dökük bir otelinde kalan asker kaçağı bile bilinir de anında yakalanır. Ama dediğimiz gibi bu hikaye, dünyanın her yanından tanıdık, ne zaman yaşasak sonucunu görmeden ezbere bilindik bir hikaye. Ruhi Su’nun olay ardından yazdığı ama daha çok Grup Yorum ile bilinen şarkıda, Çiğdem ve Nergis isimli iki kızın yanındaki üçüncüyü bilmiyoruz. Kimileri sabahın bir sahibi var sözlerinden üçüncünün isminin Sabah olduğunu söylüyor. Ama bence üçüncü kızın anonimliği bir sahiplenmeyi simgeliyor. Üçüncü söylenmeyen kız bizleriz. Çünkü bu gördüğümüz/görmediğimiz, duyduğumuz/duymadığımız, çığlık attığımız/sessiz kaldığımız her olayda hep beraber kaybeden de biziz.