Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Londra’daki Quenn’s Hastanesi, yüzleri ve hayalleri paramparça olan askerlere ayrılmıştı. Bu hastaneye normal vatandaşlar gelemiyordu. Çünkü insanlar savaşın korkunç gerçekliğiyle yüzleşmek istemiyordu. Diğer yandan bu hastane, askerleri de insanların rahatsız edici bakışlardan kurtarıyordu. Savaştan sonra Quenn Hastanesine gelen askerler, daha önce hiçbir savaşta görülmemiş yüz yaraları almışlardı. Mermi yağmuru, patlayan metaller, şarapnel parçaları ve makineli tüfekler siperden dışarıya bakan askerlerin yüzlerini paramparça etmişti.
Dünya büyük bir hızla değişiyordu. Teknolojik atılımların hızlanmasıyla birlikte savunma sanayi daha önce hiç görülmemiş bir şekilde gelişmişti. Bu nedenle savaş sırasında gökyüzünden adeta demir yağıyordu. Bu demirlere maruz kalan ilk şey ise insanların yüzleriydi. Özellikle elmacık kemiğinden yararlanan askerin tüm yüzü çöküyordu. Yüzü komple çöktüğü için çeneleri de kırılıyor ve askerlerin yemek yemesi dahi imkansız bir hale geliyordu. Savaşta zaten ağır travmalar yaşayan askerler bir de yüzlerini kaybetmişti. İşte bu hastalara umut olmak için cerrahlar bir araya geldi ve modern plastik cerrahi doğmuş oldu.
Uyarı: Bu içerikteki görseller rahatsız edici olabilir.
Savaşın görünmeyen yüzü
Eskiden yüzüne ağır bir şekilde yara alan askerler savaş alanında hayatını kaybediyordu. Ancak savunma sanayi ile birlikte tıp da büyük bir hızla gelişiyordu. Artık ağır yaralanan askerlerin hayatını kurtarmak daha kolaydı. Ancak yüzdeki yaralar bazen yemek yemeyi, su içmeyi ve konuşmayı imkansız hale getiriyordu. Bacağına ya da koluna yara alan askerlere ampütasyon uygulanmaktaydı. Bu askerler zorda olsa hayata tutunabiliyordu. Fakat yüzlerini kaybeden askerler tamamen kimliklerini kaybediyordu. Yüzünü ve kimliğini kaybeden askerlerin hayatlarında normallik sağlamak için yenilikçi bir cerrahi uygulama düşünüldü. İşte plastik cerrahi böyle bir ortamda doğdu. Aslında plastik cerrahinin keşfedilmesi yüzyıllar öncesine dayasa da Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte yaygınlık kazandı.
Dr. Harold Gillies ve çığır açan çalışmaları
Dr. Harold Gillies, savaş patlak verdiğinde Kraliyet Ordusu Tabip Birliğine katıldı. Batı cephesine gönderilen Gillies; kulak, burun ve boğaz uzmanı olarak sahra ambulanslarında görev yaptı. Aynı zamanda rekonstrüktif cerrahinin ön saflarında yer alan diş hekimleri ve doktorlarla birlikte çalıştı. Gillies İngiltere’ye döndükten sonra ordunun baş cerrahını Cambridge Askeri Hastanesi’nde estetik operasyonlar yapması için ikna etti. Aynı zamanda yakın çevresinde olan ve estetik operasyonlar konusunda deneyim kazanmak isteyen tüm doktorlara da eğitim vermeye başladı. Bu sırada doktorlar savaşta ağır yaralanan bütün hastaların imdadına koşmak istemişti. Bunun üzerine Gillies, Haziran 1917’de Londra’da 1000 yataklı bir hastane açtı. Hemen sonra savaşta çenelerini, burunlarını, gözlerini ve elmacık kemiklerini kaybeden birçok asker hastaneye başvurdu.
Askerlerin hepsi öyle psikolojik travmalar yaşamıştı ki hastanede tek bir ayna dahi bulunmuyordu. Rekonstrüktif cerrahların en büyük problemi, açık yaraları olan hastaların enfeksiyona maruz kalmasıydı. Gillies ise hastanın kendi dokusunun kullanıldığı “tüp pedikülü” geliştirerek bu durumun üstesinden gelmeyi başardı. Tüp pedikülü ilk defa Jutland Savaşı sırasında yüzü yanan bir denizcide uygulandı. Gillies önce hastanın göğsünden deri ve doku parçası aldı. Ardından bir tüp oluşturdu ve hastanın yaralı yüzüne yerleştirdi. Bu yöntem enfeksiyon sorununu çözdü ve iki hafta sonra doku iyileşmeye başladı. Doku tamamen iyileştikten sonra cerrahlar tüpü keserek hastanın burnuna delikler açtı. Hasta bu uygulamanın ardından 3 kere daha ameliyat geçirdi. Aslında Gillies’in hastalarının çoğu birden fazla ameliyat oluyor ve yıllarca Queen’s Hastanesi’nde kalıyordu. Yine de savaşta büyük yaralar almış binlerce askerin yüzü tekrar gülmeye başladı.
Tıbbi seferberlik
Gillies hastalarına yardımcı olmak için büyük bir ekip kurdu. Hatta bu ekipte sanatçılar dahi vardı. Heykeltıraşlar, yaralı askerler tedavi edilmeden önce onların bir heykelini yapıyordu. Profesyonel bir sanatçı olan Henry Tonks ise hastaların durumunu belgelemek için onların portrelerini çiziyordu. Dr. Gillies ekibine yüz cerrahı Amerikalı Varaztad Kazanjian’ı da dahil etmek istiyordu. Ancak Kazanjian farklı bir yol çizdi. Ermenistan’da doğan Kazanjian, on altı yaşında Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmişti. Amerikan vatandaşı olduktan sonra Harvard Diş Hekimliği bölümüne başladı. Birinci Dünya Savaşı başladığında o da başarılı bir hekim olarak savaş cephesine gitmişti. Batı Cephesi’nin mucizevi adamı olarak tanımlanan Kazanjian, sadece dört yılda 3000’den fazla askerin tedavisini üstlendi. Savaş sırasındaki hizmetlerinden dolayı Buckingham Sarayı’nda Kral V. George tarafından onurlandırılan Kazanjian, Harvard Tıp Okulu’nun ilk plastik cerrahi profesörü oldu.
1918’de Birinci Dünya Savaşı sona ermiş olsa da Queen’s Hospital’daki çalışmalar yıllarca devam etti. Burada sadece 1925 yılına kadar 5000’den fazla askere 11.000 ameliyat yapıldı. Modern plastik cerrahinin babası olarak kabul edilen Gillies, 1930 yılında şövalye unvanı aldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında çığır açıcı plastik cerrahi çalışmalarına devam eden Gillies, cinsiyet değiştirme ameliyatına da öncülük etti. Gillies ve diğer cerrahlar, hastalarını eski görünümlerine tam anlamıyla döndüremediler. Ancak savaşta büyük travmalar yaşayan askerlerin normal bir hayat yaşamasına imkan sağladılar.
Bu içeriğimiz de ilginizi çekebilir:
Yaz Saati Uygulamasından Trençkota: Bugün Hala Kullandığımız Birinci Dünya Savaşı İcatları
Kaynak: 1