Bazen bir şeyleri tartıp biçmeden öyle büyük hatalara yol açarız ki, o hata tüm ülkeye mal olabilir. Ülkemize sanat ve bilimde büyük katkılar sağlayacak birçok ismi elimizden kaçırmamız maalesef üzerinde durmamız gereken ve tekrarlanmaması gereken konuların başında yer alıyor. Ders çıkarmamız ve gelecekte aynı hataları tekrarlamamamız lazım. Yıllar önce, henüz profesyonel kariyerine adım atmamış olan dünyanın en güçlü seslerinden Pavarotti’nin hikayesinde olduğu gibi… Bir daha böyle büyük bir yeteneğin yolu ülkemize uğrar mı bilemeyiz fakat her ne olursa olsun üzerinde durmamız gereken şey; böyle bir yetenek bu topraklara uğrarsa fevri kararlar almamalıyız…
Sanatın ülkemizin 1960’lı yıllardaki durumu 27 Mayıs darbesi etkisiyle sekteye uğrasa da, batı müziği açısından bir yandan da zengin temsillerle geçiyordu.
Bu dönemde verilen temsiller hem nitelik bakımından zengindi, hem de izleyici kitlesi bakımından zengindi. O yıllarda opera ve bale Devlet Tiyatrosu’nun yan kuruluşları olarak yer alıyordu. O zamanlar yeşilçam oyuncusu Cüneyt Gökçer Devlet Tiyatrosu’nun genel müdürüydü.
1963-64 dönemi için DT’nin pek fazla ismi duyulmayan ama yetenekli genç bir opera sanatçısına ihtiyacı vardı.
İrtibat halinde olunan İtalyan Operası’nın tavsiyesi üzerine toy bir opera sanatçısı olan Luciano Pavarotti, profesyonel kariyeri için Ankara’ya çağrıldı. Ankara’ya profesyonel kariyeri için gelen genç Pavarotti 28 yaşındaydı ve o dönem hiç kimsenin tanımadığı bir isimdi.
Daha önce ilk kez 1961 yılında sahneye çıkmış Pavarotti, iki yıl sonra dilini ve kültürünü bilmediği bir ülkede ilk defa La Bohème operasıyla sahne alacak ve Rodolfo karakterini canlandıracaktı.
Ankara’daki prova zamanında oldukça deneyimsizdi, elini kolunu nereye koyacağını dahi bilemeyecek kadar toy zamanlarıydı Pavarotti’nin. Sesi dahi hafızamızda yer ettiği kadar güçlü ve zengin değildi.
Fakat bir şekilde anlaşılmıştı, genç Pavarotti en az bir temsile çıkmalıydı; bu sebeple çok çalıştırılarak ve çözüm üretilerek sorunun üstesinden gelinmeliydi.
Genç sanatçının aryasını bir alt sesten söylemesine karar verildi, diğer tüm sanatçıların ona uyum sağlamak üzere enstrümanlarını transpoze etmelerine karar verildi.
Transpozeli bir şekilde iyileştirilen çalışma temsil günü geldiğinde oldukça büyüleyici bir hale gelmişti.
Yıllar sonra tüm müzik dünyasının kalbinde önemli bir yer edinecek olan, dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü seslerinden Pavarotti, ahşap zeminli sahneye adımını attı ve kendisini sahnenin ortasında buldu.
Seyircinin kendisine, kendisinin seyirciye yabancı olduğu bir andı ve salon sessizliğe büründü. Bu kimilerine göre fırtınadan önceki sessizlik, kimilerine göreyse La Bohème’in hazinli öyküsünün habercisiydi. O gece Rodolfo karakterine hayat veren genç Pavarotti derin bir nefes aldı ve en kuvvetli şekilde sesini Ankara Operası’nın duvarlarında yankılanacak şekilde kullandı.
Genç Rodolfo diaframına derin bir nefes aldı ve Ankara Operası’nın duvarlarına doğru sesini bıraktı.
Pavarotti’nin büyüleyici sesi ve yorumu gelen herkesi büyüledi, Ankara Operası o gece özel bir ana şahitlik etti. İlk temsil sorunsuz, aksine mükemmel bir şekilde tamamlandı.
Keza ikinci temsil de aynı başarıyı mazhar etti sanatçıya. Fakat Pavarotti üçüncü temsilin kendisinin Ankara’daki son temsili olacağını tahmin edemezdi.
Üçüncü temsile katılan izleyiciler arasında 27 Mayıs darbesinin aktörlerinden, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de vardı.
Temsil sona erdiğinde, salonun tamamı Pavarotti’yi ayakta alkışladı. Cemal Gürsel de genç Pavarotti’yi beğenmiş olacak ki, DT’nin Genel Müdürü Cüneyt Gökçer’e sanatçılarla tek tek tanışmak istediğini belirtti.
Pavarotti’nin yanına giden Cüneyt Gökçer Cumhurbaşkanı’nın talebini kendisine iletti. Pavarotti henüz profesyonel anlamda ilk basamakları tırmanıyor olsa da, cesaret ve özgüven sahibiydi ve siyasilerin ayağına gitmeyi reddetti.
Eğilip bükülmeden gelen teklifi şu sözlerle reddetti; “Ben sanatçıyım o bir diktatör. Ben politikacıların ayağına gitmem, o gelsin!” Bu cümle Ankara Operası’nda o güne kadar duyulan en güçlü cümleydi.
Pavarotti’nin bu cesaret gerektiren çıkışı, kendisiyle kişisel sorunlar yaşayan Cüneyt Gökçer’in önüne bir fırsat getirdi. Pavorotti bu lafının üstüne “sesi kötü, bize layık değil” bahanesiyle Ankara Operası’ndan kovuldu.
Ankara’daki yılları sona erdikten sonra Pavarotti Güney ve Kuzey Amerika, Avrupa, Asya, Avustralya’da konserler vererek dinleyici kitlesi sınırlı olan bu müzik türünün popüler olmasında etkin rol oynadı.
2007 yılında 71 yaşındayken pankreas kanserinden yaşamını yitirene kadar 13 albüm çıkarttı ve dünya üzerinde sayısız konsere imza attı.
2 kere Guiness Rekorlar Kitabı’na girmeyi başardı, dünya üzerinde ününü duymayan kalmadı…