Absürdizm ve varoluşçuluğun yaşayan en büyük temsilcilerinden biri olan Paul Auster, tesadüfler üzerine kurguladığı hikayeleri ve hemen hemen her kitabında gördüğümüz hayata dair derin anlam arayan karakterler, New York, parasızlık ve beyzbol gibi temalarla dünya edebiyatında kendine has bir yer edindi. Amerika’dan çok Avrupa’da tanınan ve Türkiye’de de kaydadeğer bir okuyucu kitlesi bulunan Paul Auster’ın hayatını, başarısızlıklarını ve özhikayesinin mihenktaşlarını sizler için listeledik.
1. Yeni bir yazar doğuyor
1947 yılında Hudson Nehri’nin batı yakasında çilesini doldurmak adına dünyaya geldiğinde, önceleri Edison’un yanında çalışan ve görece rahat bir hayat süren babası mobilya ticaretine kafa patlatmaktaydı. Fakirlikten hallice bir çocukluk geçiren Paul, günlerini amcasının bıraktığı kütüphanedeki kitapları okuyarak geçirdi. Lise çağlarında şiire merak saldı. Sonraları özellikle J.D. Salinger ve Charles Dickens gibi yazarların kitaplarını okuyunca yazar olmaya karar verdi. 14 yaşında gittiği yaz kampında bir arkadaşı yıldırım düşmesi sonucu gözlerinin önünde öldü. Ölümü ve kesinliğini ilk kez bu kadar yakından tecrübe eden Paul, tarifi imkansız duygularla ilk kez burada yüzleşti.
2. Cep delik, cepken delik
Karısından boşanan babası Samuel Auster, servetini tekrar geri kazanma yolunda emin adımlarla ilerlerken; anlam peşinde, nerede akşam orada sabah boş beleş bir hayat süren oğlu Paul’den pek hazzetmezdi. Limonculuktan ticarete kadar birçok işle uğraşan Paul ise, yetişkin hayatının insanın yüzüne arada bir vurduğu “hayatını düzen koy” direktiflerine rağmen Avrupa’ya gidip felsefiyyatın dibine vurmuş, Kafka, Dickens, Gide ve Albert Camus gibi yazarları hatmetmişti.
3. Yeniden başlangıçlar, tekrar tanımlamalar
Hayatında birkaç yüz defa hüsrana uğramış yazarların bayrak taşıyanlarından biri olan Paul Auster, tıpkı otobiyografik izler taşıyan romanı Ay Sarayı’nın kahramanı M.S. Fogg gibi günde iki yumurtayla beslendiği bir dönem bile geçirdi. Sayısız meslek dalında çalışıp karnını doyurmaya çalışan Paul Auster, babasının ölümünden sonra kalan mirasla nihayet iş dünyasıyla bağlarını koparıp kendini kitaplarına verebildi. Ayrıca yine bu dönemde kendisi gibi yazar olan Siri Hustvedt’e aşık olup evlendi.
4. New York üçlemesi
New York’taki bir dolu yayınevi bu tanınmamış ve karmakarışık bir üslubu olan yazarın kitabını basmayı tabii ki kabul etmedi. 15 20 kadar yayıncıdan red yiyen Paul Auster, kitabının elbet bir gün basılacağını bildiğinden, üçleme olarak düşündüğü serinin ikinci kitabını yazmaya çoktan başlamıştı bile. Nitekim en sonunda bir yayıncı kitabı kabul etti ve New York Üçlemesi’nin ilk kitabı Cam Kent 1985 yılında yayınlandı. Serinin ikinci kitabı Hayaletler ertesi yıl, üçüncü kitap Kilitli Oda ise 1986 yılında okuyucuyla buluştu ve büyük ilgi topladı.
5. Detaylarda gizlenen gerçekler
Kitaplarında tesadüfi olayların bir anda değiştirdiği hayatlara odaklanan Paul Auster, gündelik olayları ilgi çekici hale getirme konusunda da oldukça ustadır. 2002 tarihli Yanılsamalar Kitabı’nda birtakım tesadüfler sonucu uçak kazasında ailesini kaybeden David Zimmer’ın koltukta uzanıp TV izlemekten başka bir şey yapmadığı ağır depresyon dönemini okurken bile çok fazla sıkılmazsınız. Zaten tecrübeli bir Paul Auster okuruysanız, gayet olağan bir tesadüf sayesinde tüm gidişatın değişme ihtimali olduğunu bilirsiniz. Bunu her sayfada hissedersiniz.
6. Altın çağ
Hemen hemen tüm kitapları Türkçe’ye çevrilen Paul Auster, 1987-2005 arasında oldukça verimli bir dönem geçirdi. Bu dönemde Son Şeyler Ülkesinde, Şans Müziği, Yükseklik Korkusu, Timbuktu ve Yanılsamalar Kitabı gibi birbirinden oldukça farklı konulara sahip bir dolu eseri okura sunan yazar, Ay Sarayı ve Leviathan ile adını edebiyat tarihine altın harflerle yazdırmayı başardı.
7. Leviathan
Muhteşem kurgusu ve Benjamin Sachs adlı karakterden alınan feyzlerle dolu bir kitap olan Leviathan, etkisinden uzun süre çıkılamayan Paul Auster kitaplarından biri olarak raflardaki yerini aldığında tarih 1992’yi gösteriyordu. Yine otobiyografik izler taşıyan ve yazar sıkıntısı gafletini yüreğinizde hissedebileceğiniz bir kitap olan Leviathan, beğenilmeyen sonu ve Unabomber’e yapılan göndermeleriyle de tartışma konusu olmuştu.
8. Ay Sarayı
Hayat karşısında mücadele etmeyi bırakarak şiirsel nihilizmin doruklarında yaşayan M.S. Fogg’un hikayesinin anlatıldığı Ay Sarayı, kütüphanelerde yer işgal etmeye başladığında takvimler 1989’u gösteriyordu. Öksüz ve yetim Marco Stanley Fogg, Manhattan’daki dairesinde dayısından kalan kitapları okumaktan başka hiçbir şey yapmaz; ne okula gider, ne bir işte çalışır. Bir süre sadece yumurtayla beslenen Marco, en sonunda evden de çıkartılır ve Central Park’ta yaşamaya başlar. Sonraları birtakım tesadüfler sonucu ana baba meseleleriyle yüzleşecek ve hayatı bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır.
9. Sinema ile imtihan
Kitaplarına kıyasla beyaz perdede umduğunu pek de bulamayan Paul Auster’ın senaryosunu yazdığı Blue in the Face ve Smoke adlı filmler gişede hüsrana uğramıştı. Özellikle Harvey Keitel ve Forest Whitaker’ın oynadığı 1995 tarihli Smoke, tam bir Auster hikayesi olmasına karşın istenilen başarılar elde edilemedi. Daha sonra senaryosunu kaleme almakla kalmayıp yönetmen koltuğuna da oturan ünlü yazar, 1998 yılında Lulu on the Bridge’i çekti ama sonuç yine hüsran oldu.
10. Uzun Adam’dan zılgıt
2012 yılında Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmasıyla ilgili basın ve ifade özgürlüğü kapsamında Türkiye devletini ve uzun adam’ı eleştiren Paul Auster, “kim ki o” şeklinde bir cevap almıştı. Alakalı alakasız bir sürü insanın dahil olduğu polemiği hatırlamak için buraya bakabilirsiniz.