Ah, Paris! Aşkın ve romantizmin başkenti… En azından filmler ve sosyal medya öyle söylüyor, değil mi? El ele Seine Nehri kıyısında yürüyen çiftler, Eyfel Kulesi önünde öpüşen aşıklar, kırmızı şarap eşliğinde mum ışığında yenen akşam yemekleri… Paris’i düşündüğümüzde aklımıza hep bu sahneler geliyor. Ama peki ya işin aslı? Paris Aşıklar Şehri ünvanını nasıl kazandı? Aslında bu büyüleyici lakabın kökeni hakkında birkaç farklı teori var ve tahmin ettiğinizden çok daha ilginç bir hikâyeye sahip! Hadi, romantizmin sadece güller ve şaraplardan ibaret olmadığını keşfedelim.
Paris nasıl bu kadar ünlü oldu?
Paris’in bugünkü ününe ulaşmasının en büyük nedenlerinden biri coğrafi konumu. Şehir, Avrupa’nın önemli kara ve su yollarının kesişiminde yer alıyor. Tarih boyunca ticaret yollarının ortasında olması, Paris’i yalnızca Fransa için değil, tüm Avrupa için kilit bir şehir haline getirdi.
Fransa’nın kralları, Paris’in önemini erkenden fark etti. 10. yüzyılda Kral Hugh Capet, Paris’i başkent ilan etti ve böylece şehir Fransız siyasetinin, kültürünün ve sanatının merkezi olmaya başladı.
12. yüzyılda kurulan Sorbonne Üniversitesi, Avrupa’daki en prestijli eğitim kurumlarından biri oldu. Dünyanın dört bir yanından öğrenciler, Paris’e gelip burada eğitim aldı. 14. yüzyılda ise Notre Dame Katedrali gibi yapılar şehri sadece daha büyük değil, aynı zamanda daha görkemli hale getirdi.
Paris’in en büyük kozlarından biri de sanat ve modada dünya sahnesinde lider olması. Rönesans döneminden itibaren Paris, sanatçıların, filozofların ve yazarların buluşma noktası oldu.
Birçok kişi Paris’in romantik atmosferini nefes kesen mimarisine, zarif bahçelerine ve efsanevi Fransız mutfağına bağlıyor. Yani, kim Champs-Élysées’de bir akşam yürüyüşüne hayır diyebilir ki? Üstelik Fransızca, dünyanın en romantik dillerinden biri olarak kabul ediliyor. “Je t’aime” (Seni seviyorum) demek bile kulağa şarkı gibi geliyor!
Ama işin ilginç kısmı şu ki, Paris’in “Aşıklar Şehri” ünvanı sadece romantik manzaralar ve Fransızca aşk sözlerinden ibaret değil. İşin içinde tarih, sanat ve hatta biraz da skandal var!
19. yüzyılın başlarında Paris bugünkü şık ve zarif görüntüsünden oldukça uzaktı
Şehir aşırı kalabalık, kirli ve kaotik bir haldeydi. Daracık sokaklarda yürümek bile neredeyse imkânsızdı. Özellikle bazı bölgeler, gece hayatı ve “şüpheli” aktiviteleriyle ünlüydü. Yani, Paris’in aşk dolu bir şehirden çok, eğlence ve gizli kaçamaklar için bir merkez olduğu söylenebilir!
Bu kaotik dönem aynı zamanda sanat ve edebiyat dünyasında büyük bir patlamaya sebep oldu. Montmartre ve Pigalle gibi bölgelerde sanatçılar, şairler ve bohemler buluşarak ilham verici sohbetler yapıyor, resimler çiziyor, edebi eserler yazıyordu. Ressamların ve yazarların aşkı, tutkuyu ve arzuyu eserlerine yansıtmasıyla Paris, romantizmin merkezi olarak anılmaya başladı.
Tabii bu çılgın gece hayatı ve düzensizlik Fransız yetkililerin hoşuna gitmedi. O dönem Fransa’nın Cumhurbaşkanı olan Napolyon III, Paris’in daha düzenli ve estetik bir şehir olması gerektiğine karar verdi
Büyük bir kentsel dönüşüm projesi başlatıldı: Daracık sokaklar yıkıldı, geniş caddeler yapıldı, şehrin en karanlık bölgeleri temizlendi. Ve voilà! Paris, bildiğimiz romantik, büyüleyici şehre dönüşmeye başladı.
Ama burası Paris! Aşk ve ihtirasın başkenti! Bu yeni düzenleme, gece hayatını ve gizli aşk kaçamaklarını tamamen bitirmedi, sadece daha lüks ve sofistike bir hale getirdi. Paris artık yalnızca gece kulüpleriyle değil, sanat galerileri, opera salonları ve zarif kafeleriyle de aşkın merkezi haline geldi.
Paris’in romantizmle özdeşleşmesi sadece fiziksel dönüşümüyle sınırlı değil. Sanat ve edebiyatın da bunda büyük payı var. Fransız yazarlar ve şairler aşkı en güzel şekilde anlatan eserler ortaya koyarken, ressamlar romantizmin ve tutkuların tablolarını yaptı
Ve tabii ki sinema! “Midnight in Paris” ve “Amélie” gibi filmler, Paris’in aşk ve büyüyle dolu bir şehir olduğu imajını pekiştirdi. Eyfel Kulesi, Seine Nehri ve Montmartre sokakları, aşıkların vazgeçilmez mekanları haline geldi. Paris artık yalnızca bir şehir değil, bir hayal, bir rüya, bir romantizm simgesi oldu!
Paris’in sadece “Aşıklar Şehri” olarak anıldığını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz! Paris aynı zamanda “Işık Şehri” olarak da biliniyor
Bunun iki ana sebebi var:
İlk sebep Aydınlanma Çağı’nın merkezi olması. Voltaire, Rousseau gibi ünlü filozoflar burada yaşadı, entelektüel hareketler buradan yayıldı. Paris, bilginin ve düşüncenin ışığını yayan bir şehir olarak görüldü.
19. yüzyılda Aydınlatma Devrimi bu şehirde gerçekleşti. Paris, gaz lambalarıyla sokaklarını aydınlatan ilk şehirlerden biri oldu. Sonrasında elektrikli aydınlatmayı büyük çapta benimseyen ilk şehirlerden biri haline geldi. Paris’in geceleri ışıl ışıl olması, şehrin “Işık Şehri” lakabını kazanmasına sebep oldu.
Tabii ki Paris sadece aşkla değil, modayla da anılıyor!
1700’lerden bu yana moda dünyasının kalbi burada atıyor. Chanel, Dior, Louis Vuitton… Dünyanın en ünlü moda markaları Paris’te doğdu. Her yıl düzenlenen Paris Moda Haftası, modaseverlerin en büyük etkinliklerinden biri.