Bir zamanlar, taşların arasında geçmişin izlerini arayan bir çocuğun aklında tek bir soru vardı: “Buralarda çocuklar nasıl oyun oynuyordu?” Gökçen Göksel’in, 5 yaşında ilk antik kent gezisini yaparken başlayan bu merakı, yıllar içinde derin bir araştırma tutkusuna dönüştü. Tarihin karanlık köşelerindeki oyunları keşfetmek için çıktığı yolculuk, onu geçmişin oyun kültürüne dair önemli bir projeye yönlendirdi. Oyun Atlası adlı bu proje, sadece antik oyunları günümüze taşımakla kalmadı, aynı zamanda geçmişin eğlenceli mirasını günümüzle buluşturdu. Göksel’in bu ilham verici çalışması, her taşın, her sütunun geçmişin renkli ve sesli anlatıcıları olduğunu gösteriyor. Hadi gelin Gökçen Göksel ve ilham verici hikayesine bir göz atalım.
Gökçen Göksel’in antik kentlere olan ilgisi, küçüklüğüne kadar uzanıyor. 5 yaşında ilk antik şehir gezisini yaptığında aklında tek bir soru vardı: “Buralarda çocuklar nasıl oyun oynuyordu?”
Tarih kokan taşlar arasında büyülenen Göksel, ailesiyle yaptığı antik kent gezilerinde bir soru takıldı aklına: “Buralarda çocuklar nasıl oyun oynuyordu?” Küçük yaşta içini saran bu merak, yıllar içinde tutkulu bir araştırmaya dönüştü. Üniversitede seyahat ve tur işletmeciliği okuyan Göksel, antik dünyaya olan ilgisini derinleştirdi ve geçmişin izlerini sürmeye başladı.
Sadece müze envanterlerinde kayıtlı kalıntılarla yetinmedi. Eski taşların, mabetlerin, antik yolların arasına daldı. Tapınak girişlerinden sütunlu caddelere kadar her köşeyi didik didik inceledi. Peki, bu araştırmalar onu nereye götürdü? Tam 5 bin yıl öncesine!
Göksel, yıllar sonra bu oyun merakını “Oyun Atlası” adlı bir projeye dönüştürdü
Oyun kültürünü araştırmaya devam ettikçe, kaybolmaya yüz tutmuş eski oyunları keşfetti. Yetmedi, bu oyunları günümüze uyarlayarak tekrar oynanabilir hale getirdi. Pamuk ve dokuma kumaşlar üzerine tasarladığı oyunlarla geçmişi bugüne taşıdı.
Bu ilham verici çalışmasıyla Sabancı Vakfı’nın 14. Sezon “Fark Yaratan” kişisi seçildi. Çünkü Göksel sadece tarihi araştırmakla kalmadı, aynı zamanda bu kültürel mirası canlandırdı!
Düşünsenize, aslında birçoğumuz farkında olmadan antik çağlardan kalma oyunlar oynuyoruz!
İlginizi çekebilir:
Mahjong’dan Senet’e: İnsanlık Tarihinin En İyi 10 Masa Oyunu
Göksel’in araştırmalarına göre, bugün bildiğimiz bazı oyunlar aslında binlerce yıl öncesine dayanıyor
- Dokuz taş: Antik çağda “dokuz, sekiz, altı dilimli dokuz taş” olarak biliniyordu.
- Mangala: Antik dönemde “mancala” adıyla oynanıyordu, Osmanlı’da da çok popüler hale geldi.
- Tavla: İlk versiyonu “Ludus duodecim scriptorum” yani “On İki Çizgi Oyunu” olarak geçiyor.
- Peçiç: Hindistan’dan İpek Yolu aracılığıyla bize ulaşan eğlenceli bir strateji oyunu.
Göksel’in çalışmaları sayesinde bu oyunların izi antik şehirlerin taşlarında, sütunlarında ve tapınak girişlerinde sürülebiliyor. Ancak ne yazık ki çoğumuz yanından fark etmeden geçiyoruz! İşte tam da bu yüzden, Göksel bu oyunları kayıt altına alarak kültürel mirası yaşatmayı kendine görev edindi.
Gökçen Göksel aynı zamanda atölye çalışmaları düzenleyerek hem çocukları hem de yetişkinleri bu oyunlarla tanıştırıyor
Geçmişin izlerini sürmek isteyenler için interaktif deneyimler sunuyor, antik oyunların ruhunu yeniden canlandırıyor.
“Bu oyunlar sadece birer oyun değil, geçmişin sesini duymanın, tarihsel bağları hissedebilmenin bir yolu”
Özellikle son yıllarda gençlerin kültürel faaliyetlere katılımının giderek azaldığına dikkat çeken Göksel, bir sorumluluk taşıdıklarını vurguluyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, her 10 gençten 9’u kültürel bir etkinliğe katılmıyor! Durum böyle olunca, onlara kültürel mirası tanıtma ve geçmişle bağlarını güçlendirme sorumluluğu da büyüyor. Göksel başlattığı projeyle bu boşluğu doldurmayı amaçlıyorlar.
Peki, ne yapıyorlar? Kültürel mirası eğlenceli bir hale getirerek gençlere ve çocuklara sunuyorlar! Ürünlerden elde edilen gelirlerle müze kartları sağlıyorlar ve geliştirdikleri atölyelere ücretsiz katılım şansı tanıyorlar. Yani, kültürle tanışmak ve bağ kurmak bir nevi oyun haline geliyor. Ancak bu oyunlar, sadece eğlencelik değil; tarihin, geçmişin, halkın hafızasının bir parçası. Yüzyıllardır var olan bu oyunlar, zamanla değişmiş olsa da hep bir şekilde bugüne kadar gelmiş. Hatta bazıları 5000 yıl öncesine kadar uzanıyor!
Sultanahmet’teki Dikilitaş’ın dibinde ve Ayasofya’da, antik oyunların kalıntılarına rastlanıyor
Bu kalıntılar, Göksel’in deyimiyle, “bizim icat ettiğimiz oyunlar değil, sadece gün yüzüne çıkardığımız geçmişin mirası.” Gerçekten de bu oyunlar, binlerce yıl boyunca oynanmış ve oynanmakta olan kültürel hazine parçaları. Şimdi ise o oyunlar yeniden canlandırılıyor. Çünkü tarih sadece kitaplarda yazmaz; bazen o eski taşların ve eski zamanların oyunları, o tarihin en renkli anlatıcılarıdır!
Göksel’in söylediğine göre, “Bu oyunlar aslında geçmişin bir parçası, biz sadece onları günümüze taşıdık.” Örneğin, bazı atölye çalışmaları antik kentlerde yapılıyor. Sabancı Vakfı iş birliğiyle gerçekleştirilen “Oyunun İzinde Metropolis” etkinliği, çocukları antik kent Metropolis’te bir maceraya çıkarıyor. Bu etkinlik, çocukların sadece rehberlerin anlatımlarını dinlemekle kalmayıp, oyunlar aracılığıyla kentteki her bir detayı keşfetmelerini sağlıyor. Oyunla öğrenme, tam anlamıyla bir tarih yolculuğuna dönüşüyor! Çocuklar, şehri adeta yeniden keşfederken, antik kentle öyle güçlü bir bağ kuruyorlar ki, etkinlik bitse de, “Keşke burada daha fazla kalsak” diyorlar. Bu, Göksel için çok değerli çünkü kültürel mirası taşıyan nesiller, geleceğin teminatı olan çocuklar ve gençler!
Göksel, aynı zamanda Urartulara ait bir başka eski oyunun da izini sürüyor: Ur
Bu oyun, sadece tarihi bir buluş değil; aynı zamanda şekilleriyle büyüleyici bir örnek. Gökçen Göksel, Ur oyununun da kaybolmaması için çalışmalarını sürdürüyor. Yani, bir oyun aracılığıyla geçmişi sadece keşfetmek değil, aynı zamanda eğlenceli bir biçimde öğrenmek de mümkün.
Kaynak: 1