Bu yazımızda, İspanya’da kabul edilen yasa ile yeniden gündem olan ötanazi kavramına değiniyoruz. Malum, bu kavramı uzunca bir süredir tıp dünyasını ikiye bölmesiyle de biliyoruz.
Ötanazi için özlü bir sözle girizgah yapalım
“Ölüm olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalırdık”. Sözün sahibi olan Voltaire’nin (François Marie Arouet) ne demek istediği çok açık. Kendisi, bu aforizma ile ölüm ile yaşam arasındaki çizgiye dikkat çekiyor. Yazımıza konu olan ötanazi ile bu özdeyiş arasında bir ilişki var. Ve bu ilişki, ‘hayatın sona ermesinin, insanın davranışsal ve bilişsel varlığına dair bir atıf’ niteliği taşıyor.
Tam bu noktada; ‘ötenazi’ değil ‘ötanazi’
Sözcüğün etimolojik kökenine girmeyeceğiz. Çünkü böyle bir durumun, karışık ve detaylı olan bu konuyu daha sıkıcı hale getirecektir. Bu kaygıdan dolayı sözcüğün söylenmesi ve yazılmasındaki harf hatasından bahsedeceğiz. Kısaca…
Ötanazi sözcüğü Fransızca kökene sahip. Ve Türk Dil Kurumunun verdiği tanıma göre en öz haliyle ‘ölme hakkı’nı ifade ediyor. Ancak ‘ötenazi’ sözcüğünün doğru olmadığını belirtelim. Kelimenin doğru halinin ‘ötanazi’ olduğunu söyleyerek diğer detaylara geçebiliriz.
Gündemden devam edelim: Ötanazi İspanya’da da yasallaştı
Ülkede iktidara gelen İspanya Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) konuyla ilgili bir yasa tasarısı hazırladı. Bu tasarı, ülkede, ötanazinin yasallaşmasını öneriyordu. Ve geçen günlerde yapılan oylamada, söz konusu tasarı, oy çoğunluğuyla kabul aldı. Böylece ötanazi, İspanya’da da hukuki bir hak oldu. Tasarının 202 oya karşılık 141 oy ile yasallaştığını da notlarımıza ekleyebiliriz.
PSOE Milletvekili Maria Luisa Carcedo ise yaptığı açıklamada; “Bugün, parlamentonun çoğunluğu, yıllardır bu hak için haykıran hasta insanlara tanıklık etti” diyerek zafer borusunu çalmış oldu.
Ülkenin, önümüzdeki 3 ay içerisinde yürürlüğe girecek ötanazi yasası, ‘iyileşme şansı olmayan, devamlı acı çeken ciddi ve kronik hastalığı” olan kişilerin yaşamlarını sona erdirmek için bir doktordan yardım talep etmelerine izin veriyor. Bu yasal hakka başvurmak isteyenlerin 18 yaşından büyük olmaları bu talebin oluşması için gerekli olan bir koşul.
Ülkedeki sağ kesim ise ötanazi kanununa tamamen karşı
Yasaya, ana muhalefette yer alan sağ görüşlü Halk Partisi ile aşırı sağ görüşlü olan Vox Partisi destek vermediği gibi karşı çıktı. Vox Partisi’nin milletvekillerinden Lourdes Mendez, “Tedavi yerine ölümü seçtiniz” diyerek hükümeti suçladı.
Bu süreçte, tasarıya karşı çıkanlar ile destekleyenlerin protestoları olduğunu gördük.
Öte yandan, ötanazi hakkı sunan kanunların şu ana dek Belçika, Lüksemburg ve Hollanda’da yürürlükte olduğunu hatırlatalım. İspanya ise Avrupa Birliği içinde bu kararı veren dördüncü ülke oldu.
Ötanazi, Avrupa dışında hangi ülkelerde yasal?
Söz konusu sürecin anahtar sözcüğü olan ötanazi, yalnızca AB’de mi tartışmaların odağı? Hayır. Ancak, bunu yasallaştıran az sayıda ülke var. Örneğin; Kanada, Avustralya, ABD’nin bazı eyaletleri de ‘ölüm hakkı’nı savunup yasal hale getiren coğrafyalar.
Türkiye’de ise böyle bir uygulama yasal olmadığı gibi ahlak dışı görülmekte
Ölüm hakkının olup olmadığı tartışmaları ülkemizde de sürüyor. Fakat ülkemizde yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre, hastaya ötanazi uygulayan fail (hekim), tasarlayarak (taammüden) adam öldürme hükümlerine göre yargılanabilir ve ağırlaştırılmış müebbet (ömür boyu) hapis cezasıyla cezalandırılabilir. Dolayısıyla böyle bir ‘hak talebi’ ve uygulaması, bizim topraklarımızda yasal değil.
Konunun çetrefilli kısmına geldik: Akademik görüşlerde ‘ötanazi’ kavramı
Tıp dünyasındaki en uzun soluklu konular arasında olmayı başaran ötanazi kavramının yarattığı tartışma, akademik dünyanın da ana başlıklarından biri oluyor. Bu noktada, daha detaylı araştırma yapmak isteyen okuyucularımıza, konunun neden ve hangi olgular sebebiyle tartışmaya açık olduğunu anlatmaya çalışalım.
Konu ile ilgili buraya aktaracağımız ilk akademik doküman, iletişim araştırmaları yapmasıyla ünlü olan Orhun Doğuş Yılmaz’a ait. “Ötenazi Kavramının Teleolojik, Deontolojik ve Meta-Etik Teoriler Bağlamında Karşılaştırmalı Analizi” başlığı taşıyan bu doküman oldukça ilgi çekici. Yılmaz, şunları ifade ediyor:
“Ötanazi son zamanlarda disiplinler arası bir tartışmanın odağı haline gelmektedir. Kavram, ‘bilim ve etiği karşı karşıya getirmekte. Ve çoğu zaman bilim insanları arasında hararetli tartışmalar yaşanmaktadır’. Sözcük, etimolojik köken olarak antik Yunanca ‘Eue=güzel’ ve ‘Tanasium=ölüm’ köklerinden türemiş. Türk Dil Kurumu’na göre ‘kendi ölümünü isteme hakkı’ olarak tanımlanıyor. Kavram, tarihin ilk dönemlerinden beri insanlığın işlevselliğini ve ahlaklılığını sorguluyor. Terminolojik olarak kısaca tanımlamak gerekir.
Ötanazi, tedavisi olmadığına karar verilen ve dayanılmaz acılar çeken hastalar için uygulanır. Bu uygulama, hastanın, iradesiyle devreye girer.” veya iradeleri alınamadığında kanuni mümessillerinin veya mirasçılarının izni ile onların yararına olmak üzere’ talepte bulunan kişisin güncel tıbbi metotlar ile görece hissiz yaşamına son verdirmesi anlamına gelmektedir.
Metodolojik, modern tıbbın ilk temsilcisi olarak görülen Hipokrat’ın yazdığına inanılan Hipokrat Yemini’nini örnek gösterebiliriz. Çünkü o metinde yer alan; ‘İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de bunu tavsiye edeceğim’’ ifadeleri var. Dolayısıyla Hipokrat, konu ile ilgili olarak, kavrama tıbbi ve meslek etiği açısından bakış açısını yansıtmıştır.
Bunun yanı sıra eski çağlarda bu görüşün tam tersine vurgu yapanlarda mevcuttu. Örneğin, Roma döneminde yaşamış biri olarak İmparator Augustus’u hatırlayalım. O, birinin çabuk ve ızdırapsız bir şekilde ölmüş olduğunu duyduğu zaman, tam bu kelimeyi kullanarak kendisi ve ailesi adına ötanazi için dua etmektedir. Kendisi ayrıca bu tatlı ölümü çileci bir yaşama yeğlemektedir.“
Peki ötanazi uygulamasının türleri nelerdir?
Bu konuyu da dokümanına taşıyan Yılmaz, günümüzde 2 farklı türde ötanazi hakkı olduğundan söz ediyor. Yılmaz, bu iki tür ise aktif ve pasif ötenazi olarak belirtiyor.
Aktif ötanazi, ölümü sağlayan tıbbi yöntemlerin doğrudan doğruya kullanılması… Örneğin, ilgili doktorun, “hastanın hayatını, icrai bir hareketle sona erdirmesidir” aktif ötanazi alanına dahil.
Bir başka ifadeyle ifade edelim. Ötanazi, “belirli bir medikal destek ile steril bir şekilde protokoller uygulanarak hastanın yaşamına son vermektir…”
Başka bir tanımda ise benzer olarak ötenazi “hekimin derin bir sedasyonu takiben ani ölüm yapacak nitelikteki ölümcül dozdaki ilacı uygulayarak (enjekte ederek vb.) hastasının hayatını sonlandırmasıdır.”
Bu arada kısacık bir bilgilendirme daha yapalım; Sedasyon, sedatif ilaçlarla hastanın tüm reflekslerinin korunarak, derinliği kontrollü olarak ayarlanabilen uyku halidir.
Konumuza dönelim…
Pasif ötanazi ise hareketsiz kalarak ölümün oluşmasını beklemek manasını taşıyor. Olumsuz bir fiil ile ya da geri döndürülemez bir durumda ortaya çıkan ötanazi türüdür. Yılmaz, bu konuda bir örnek sunuyor: “Beyin ölümü gerçekleşmiş bir hastayı düşünün. Onun yaşam destek ünitesinden çıkarılarak hayatının sona ermesini beklemek.“
Daha açık bir şekilde ifade edelim… Pasif ötanazi, hastanın hayatını uzatan girişimlerin yapılmaması, sonlandırılması veya hareketsiz kalmaktır. Bu sürecin sonunda da, hastanın doğal bir biçimde ölümünün gerçekleşmesini beklemektir.
“Ötenazi ister aktif ister pasif olsun; uygulanışı ve sonuçları itibari ile hukuk, tıp, din, örf, adet gibi bütünsel bir eleştiri alanının içinde yer alıyor.”
Ötanazi, basit bir kavram olmadığı gibi pek çok disiplinin birbirlerine kılıç çekmesine sebep oluyor
Konu ile ilgili yorumlar sunan bir diğer görüş ise Kantçı etik.
“Kant ahlakının temel kaygısı ya da amacı, akla uygun davranmak ve ahlaki buyruğa itaat etmektir.”
Kant’a ait görüşün özeti ise ‘iyi niyetli ol da, gerisini düşünme’ olarak açıklama buluyor.
Dolayısıyla Kant, ‘bu dünyada kayıtsız şartsız iyi olan bir tek şey vardır ve o da iyi istemektir…’ diyor. Yani, “Bir eylemi doğru yapan şey ise o eylemin sonuçlarının iyi olmasıdır” görüşüne kesin eleştiriler yöneltiyor. Çünkü ona göre ‘bir eylemin sonuçları, o eylemi asla doğru yapmaz. Ahlak yasası bir eylemi gerektiriyorsa, o eylemin sonucu gök kubbenin çökmesi dahi olsa, bu eylem yapılmalıdır.’
Ödevimiz, ahlak yasasına boyun eğmektir.”
Sözün özü, Kant, ahlaklı olmayı bir emir olarak görüyor. Bu durumun ilahi kökenli buyruk yasalarından farklılaştıran ‘insan aklı ve deneyimleriyle ortaya çıkması’.
Ve son olarak belirtelim; felsefenin pek çok görüşünde olduğu pek çok disiplinin tartışmaya devam ettiği ötanazi, bir hak mıdır yoksa intihara sebebiyet vermek ya da ölüme yardım ederek suç işlemek midir soruları arasında gidip geliyoruz…
Kant’a ait olan ahlak yasası iki şekilde var olabiliyor
Kant’ın sözünü ettiği ahlak yasası ancak 2 şekilde var olabilir. Bu iki şekil, ‘evrensellik’, yani genel geçerlik ile kişinin ‘araç olarak kullanılmamasıdır’ üzerinde yükseliyor. Bu haliyle yorumlamak istediğimizde; Kant’ın, etik olan bir doktrinin genel geçerliğine vurgu yaptığını söylememiz yanlış olmaz.
Ona ait olan; “Her defasında insanlığa kendi kişiliğinde olduğu kadar başka herkesin kişiliğinde de sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun.” sözleri de bu durumu açıklığa kavuşturuyor.
Ötanazi, Kant, intihar ve ‘ödevler’
Konunun ne kadar detaylı olduğunu anlatmaya çalışmak bile sınırlarımızı zorlayacağından dolayı en özet şekilde bu kavramların ve Kant’ın birbirleri ile olan ilişkilerine yoğunlaşalım.
Yılmaz; “Kant ahlak ve etiğin metodolojisi ve uygulanabilirliği üzerine yaklaşımını oluştururken konumuz olan ötanazi ile ilgili fikrin muğlak olduğu düşünülebilir. Ancak öyle değildir...
Kant’ın ‘ödevler’ adı verdiği, kesin zamana ve uzama göre değişmez olan her koşulda geçerli ve buyurgan birtakım ödevleri vardır. Bu ödevlerin en önemlisi tam ödevler adını verdiği buyruklardır. Bu ödevler, her koşul altında yerine getirilmelidir ve onları yerine getirmeyenler kınanır. Bunlar arasında intihar etmeme (kendine karşı bir ödev), masum insanları öldürmeme, yalan söylememe, verilen sözden dönmeme gibi (başkalarına karşı) ödevleri içeriyor. Tam ödevlerde Kant, açık şekilde yaşam sonlandırma açısından benzerlik gösteren intihar konusunda olumsuz tutum takınır. Kişinin araçsallığına gönderme yapıldığında da benzer bir sonuç çıkmaktadır. Kant’a göre ‘intihar, ahlaklı bir davranış değildir; çünkü intihar eden, şahsiyetini bir araç gibi kullanmaktadır. Oysa, ahlaki emir, ancak kesin ve genel olur. Bu kesinlik ve genelliğin meydana gelebilmesi için bencilliğin oluşturduğu göreli hedefleri bırakmak gerekir. Ayrıca davranışlarımıza mutlak bir amaç aramak da lazımdır’.
Araçsal ve ödev yaklaşımlarıyla Kant etiğine ötenazi kavramının uymadığı görülmektedir. Bu kavram da tıpkı ilahi buyruk teorisi gibi buyurgan olduğundan vaka analizi yapmak faydasız olacaktır. Olgusal olarak Kantçı etiğin ötenazi karşısında kesin bir karşı tavır içinde olduğundan bahsedilebilir. İlahi buyruk teorisi ise ahlaklılığa tanrısal bir meşruiyetle yaklaşır. Ahlaki doktrinler tanrının yapıp etmelere karşı buyruklarıdır. Bir eylemin yanlışlanabilirliği yalnız tanrının buyruklarıyla sınırlandırılmıştır. Dini terimlerle söylersek, farzlar ahlaksal buyruklardır. Tanrının yasakladığı eylemler de ahlaksal bakımdan yanlış-dini terimlerle söylersek haram eylemlerdir. Tanrının emretmediği veya yasaklamadığı eylemler de isteğe bağlı olarak yapılabilecek veya yapılmayacak eylemlerdir. İlahi buyruk teorisi kutsal kitaplardaki emirlerin ahlaklılığına kesin olarak uyulmasını salık verir. Çünkü bu teori, etik yaklaşım olarak karşımıza çıkar. “
Bir başka akademik çalışma ise ötanazi uygulamalarının 2 farklı tür ile sınırlandığı görüşüne karşı çıkıyor
Funda Çetinkaya ve Neziha Karabulut’un da irdelediği konu, bilim dünyasında var olan fikir ayrılıklarını gösteriyor aslında.
“Çok tartışılan ötenazi kavramı birçok kişi tarafından aktif ve pasif olarak bilinmesine rağmen bunların yanında istemli, istemsiz, asiste (yardımlı), iç, dış, kazai ve medikal olarak da tanımlanmıştır. Aktif ötenazi, tıbbi yardım ile veya yardımsız, aktif veya direkt yardım ile yaşamın kısaltılmasıdır. Pasif ötenazi; bir hasta veya yaralının hayatını uzatacak yardımlardan vazgeçilmesi veya geri alınmasıdır. Her ülke ötenaziye farklı bir şekilde yaklaşmakta, örneğin; ABD aktif ötenaziyi yasaklarken pasif ötenazi uygulanmasına ılımlı yaklaşmaktadır. Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’da yasal kabul görürken Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler uygulamayı tamamıyla yasaklamışlardır. Bununla birlikte Dünya Tabipler Birliğinin, Ekim 1987’de kabul ettiği ve hala geçerli ötenazi bildirgesinde, “Bir hastanın yaşamını, kendi ya da yakınlarının izniyle bile olsa, sonlandırmak olan ötenazi etik değildir!” şeklinde sunulmuştur. Dünyada ve ülkemizde tıp alanında olduğu gibi etik, din, hukuk, sosyal ve politik alanlarda da çeşitli tartışmalara yol açan ötanazi konusu sağlık çalışanları arasında da ön yargılı düşünce ve yorumlara neden olmaktadır.”
Ötanazi, sağlık çalışanları arasında bireyin yaşamını koruma, sürdürme, iyileştirme görev ve sorumlulukları ile özerkliğe saygı ilkesinden kaynaklanan ikilemlere de sebep oluyor. İşte bu sebep ve dayanak nedeniyle hemşirelik öğrencilerinin, hekimlerin, hemşirelerin ve sağlık çalışanlarının ötenazi hakkındaki görüşlerinin ele alındığı pek çok çalışmanın yapıldığını görüyoruz. Ancak ötanazi ile ilgili şahit olduğumuz söz konusu tartışmalar, dünya çapında çok yönlü olarak sürüyor. Bu anlamda, sağlık çalışanlarının tutumlarının da her geçen gün daha önemli bir hale geldiğini ifade etmemiz gerekiyor. Sağlık bakımında görev alacak olan öğrenci hemşirelerin de, göreve başlamadan önce ötanazi konusu ile ilgili görüşlerine yer verilmesi ve bu konudaki etik, politik ve ayrıca hukuki sorunların tartışılması açısından önemli görülmesi gerekiyor.
Ötanazi hakkında; sonuç olarak, bu konudaki tartışmalar sürecek ve bu talep bazı coğrafyalarda yasallaşacak bazılarında ise yasaklı olmaya devam edecek
Merkez Bankasının başındaki ismi değiştirmek ya da pandemi sürecindeki siyasi sorular ile sorunlarda gördüğümüz gibi politika, hiç de basit bir süreç değil. İşte ‘ötanazi’ gibi derinliği şüphe götürmeyen bir konu, her sistemde ve ülkede tartışmaları ateşli tutabilecek bir konu. Kısaca, geri döndürülmesi mümkün olmayan canlılara yönelik bir uygulama olan ve o canlıların ölümüne karar verme anlamını taşıyan bu kavram, küresel bir kabulün sebebi olamayacak. Bununla birlikte karşı çıkanların da, dünyanın genelinde bu uygulamaya ‘dur’ diyebilecek bir gücü olmayacağı açık. Önümüzdeki dönemlerde görüleceği üzere…