Çukurovalı pamuk işçisi Türk Süleyman, Diyarbekirli maraba Kürt Binyat, Ayvalıklı zeytin işçisi Çerkes Cemil, Sürmeneli tütün işçisi Laz Orhan, Malatyalı narenciye işçisi Ermeni Agop, Edirneli buğday işçisi Yahudi Abraham, İstanbullu tersane işçisi Arnavut Eyüp…
Farklı kültürlere, etnik kökenlere, inanışa sahip bu insanların bir tek ortak noktası vardı; hepsi işçiydi, emeğini satıyordu. Aslında en büyük ortak noktaları bu da değildi. Onları birleştiren çok büyük bir haksızlık vardı; günde 15 saat çalışıyor, buna karşın ancak karınlarını doyurabilecek kadar kazanıyorlardı. Sağlık güvenceleri, birikmiş paraları, devlet kapısında nüfuzlu bir dayıları yoktu. Yokluk, açlık, çaresizlik ve sessizlik vardı evlerinde.
Sonra içlerinden bazıları bu ortak noktayı fark etti; gelin birleşelim dedi, emekte birleşelim. Türk, Rum, Yahudi, Bulgar, Çerkes ve Kürt halkları geç de olsa uyandı; birbirleriyle değil, birleşip emperyalizmle savaşmaları gerektiğini anladılar. Bu uyanışı direniş, mücadele ve hak arayışı izledi. Elbette haklar öyle kolay elde edilmeyecekti; tehditler, baskılar, sürgünler, işkenceler ve katliamlar onları bekliyordu. Server Hoca’nın (Tanilli) dediği gibi “dünya tarihi, sınıf savaşımı tarihi”ydi ve halklar tarih yazdı. Biz ise bu tarihin en şanlı, en anlamlı günlerinden birine, 1 Mayıs’a tuttuk merceğimizi. İşte Osmanlı’dan bugüne 19 adımla bu topraklarda 1 Mayıs’ın öyküsü…
Uyanış başlıyor!
Uyananlar çoğaldıkça örgütlenme ihtiyacı artıyordu. Ameleperver (1871) ve Osmanlı Amele (1895) cemiyetleri böyle doğdu. Ardından grevler ve direnişler başladı; adres İstanbul’du… 1872’de tersane işçileri, 1885’te Odunkapı’da bıçkı işçileri, 1886’da Beyoğlu’ndaki tezgâhtarlar, 1906’da tütün ve matbaa işçileri yaptıkları 100’e yakın grev ve direnişle “Devlet-i Aliyye-i Osmani”ye zor zamanlar yaşattı. Karşılarında istibdatçı Abdülhamit vardı…
Ve ilk 1 Mayıs…
1889’da Paris’te gerçekleştirilen II. Enternasyonal’de, 8 saatlik işgünü için uluslararası çapta gösteriler düzenlenmesine ve 1 Mayıs’ın, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olmasına karar verildi. Enternasyonal’in kararı bu topraklarda ancak 16 yıl sonra karşılığını bulacak, Osmanlı tarihindeki ilk 1 Mayıs kutlamaları 1905’te, İzmir, Basmane’de; Türk, Ermeni, Rum, Bulgar, Makedon işçilerin katılımıyla gerçekleşecekti.
İşçiler örgütleniyor!
İşçilerin insanca yaşam ve çalışma koşulları için yaptıkları grev ve eylemlere de 1 Mayıslara da dönemin sosyalistleri, aydınları ve muhalifleri öncülük ediyordu. İttihat ve Terakki’ye karşı cesur ve tavizsiz bir muhalefet yürüten Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın kurucusu Hüseyin Hilmi, Balkanlardaki sosyalistleri bir araya toplayarak İşçiler Derneği’ni kuran ve 1 Mayıs 1909’da Üsküp’te, binlerce işçiyi alanlara çıkarmayı başaran Bulgar Nikola Rusev, Selanik Sosyalist Amele Heyet-i Müttehidesi Genel Sekreteri Yahudi Avraam Benaroya da bu isimler arasındaydı. Bilinçlenmiş işçiler de aydınlarla birlikte emekçilere önderlik ediyordu; İstanbul’daki ilk sosyalist ve sendikal örgütlenmenin başını çeken ve şehrin ilk 1 Mayıs gösterisini düzenleyen Teodor Sivaçev adlı Bulgar matbaa işçisi gibi…
Halklar “emek”te buluşuyor!
İzmir’i 1909’da Selanik ve Üsküp izledi. Yahudi, Rum, Bulgar ve Türkler tarafında kurulan Selanik İşçi Federasyonu hem farklı milliyetten işçileri aynı çatı altında birleştirmesi hem de 1909’da, Selanik ve Üsküp’te düzenlediği ilk kitlesel 1 Mayıs gösterileriyle halk kadar İttihat ve Terakkicilerin de dikkatini çekti. Federasyon öyle başarılı bir şekilde örgütlenmiş ve organize olmuştu ki dört ayrı dilde gazete yayımladı. Bu yayınlarda amelelerin talepleri açık bir şekilde dile getiriliyordu; işçi haklarını iyileştiren kanunlar çıkarılacak, serbest seçimler yapılacak, kadınlar ve gayrimüslimler dahil herkese seçme ve seçilme hakkı verilecek…
Yabancı sermayeyle kol kola bir yönetim
İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) telaşlanmaya başlamıştı. İktidara gelmek için vaatte bulunup destek aldıkları işçiler şimdi haklarını istiyordu. Vaatlerini yerine getirmediler. Bunun üzerine Edirne’den İzmir’e, Malatya’dan Adana’ya pek çok ilde grevler başladı. Yabancı sermayeyle kol kola çalışan Meşrutiyet yönetimi, uzlaşmak yerine işçilerin üzerine polis ve askerle gitmeyi seçti; zor kullanarak iş bırakma eylemlerini önlemeye çalıştı ancak başaramadı.
İttihatçıların istibdatı
İttihatçılar özgürlük istiyordu evet; ama yalnızca kendilerine… Tarihimize, “greve karşı ilk yasa” olarak geçen “Tatil-i Eşgaal Kanun-u Muvakkati” (Grev Kanunu) 27 Temmuz 1909’da çıkarıldı. Artık demiryollarından tramvaya, liman işletmelerinden su ve havagazı şirketlerine, birçok alanda işçilerin grev yapması yasaktı; yapan veya teşvik edenleri ağır hapis ve para cezaları bekliyordu.
Tüm dillerde kutlama
İşte İstanbul’daki ilk 1 Mayıs böyle bir havada, 1910 yılında yapıldı. İstanbul’da, “İştirakçi” lakaplı Hüseyin Hilmi Bey’in çıkardığı “İştirak” gazetesinin 18. sayısında 1 Mayıs’la ilgili bir kutlama yazısı yer alıyordu. Yazı tüm işçileri hakları için birlik olmaya ve alanlara çağırıyordu. 1911’de ise işçi örgütlenmelerinin en gelişmiş olduğu şehir olan Selanik’te tütün, liman ve pamuk işçileri 1 Mayıs gösterileri düzenledi. Bu gösterilere 14′ten fazla sendika ve bu sendikalara bağlı Yahudi, Bulgar, Yunan ve Türk işçiler katıldı. Yük arabası sürücüleri, mavnacılar, liman ve yükleme-boşaltma işçileri o gün iş bıraktı. 1911’in 1 Mayıs’ı, mitingde kürsüden işçilere, o dönemde Osmanlı topraklarında konuşulan tüm dillerde seslenilmesiyle de ayrı bir anlam taşıyordu. Aynı yıl Üsküp, İstanbul, Edirne ve Trakya’da da 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.
Sopanın ucundaki demokrasi
Tarihe “Sopalı Seçim” olarak geçen 1912 seçimlerini İTC kazandı. Bunun üzerine sosyalistler; seçme ve seçilme hakkının herkese tanınması, grev yasasının değiştirilmesi ve emekçi haklarını koruyacak yasaların çıkarılması talebiyle yeniden meydanlara çıktı. İTC hükümeti ise hazırlıklıydı; işçi ve emekçiler üzerindeki baskıyı arttıran pek çok uygulamayı hemen hayata geçirdi. Bu yasaklar işçi hareketlerini yavaşlattı ancak sona erdiremedi. İTC, 1912’de hem İstanbul hem de Selanik’te 1 Mayıs kutlamalarına engel olmaya çalıştı ancak başaramadı. İş bırakma eylemleri ve grevler I. Paylaşım Savaşı’na dek İzmir, İstanbul ve Selanik’te devam etti.
İşgal günlerinde direniş
1913’te 1 Mayıs da yasaklandı; bu nedenle açık alanlarda kutlanamadı. Yasak, 1. Paylaşım Savaşı yıllarında da devam etti. Savaş sonrasının işgal yıllarında, 1919’dan 1921’e kadar ise işgal kuvvetlerinin ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskıları altında kutlandı. 1 Mayıs 1920’de işçiler, Haliç’ten başlayarak Karaköy üzerinden Beyoğlu’na kadar bir yürüyüş yaptılar ve “Bağımsız Türkiye” yazılı bir pankart taşıdılar.
Pankartlardaki gelecek
İşçi Bayramı, 1921-23 yılları arasında ise çeşitli etkinliklerle kutlandı. 1921’de, yasaklanmış olmasına karşın İştirakçı Hilmi önderliğindeki Halk İştirakiyyun Fırkası’nın düzenlediği 1 Mayıs kutlamalarına katılım oldukça yüksekti. İşçiler ellerinde kızıl bayrak ve rozetlerle Enternasyonal Marşı eşliğinde, Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne kadar yürüdü. 1923’te ise İstanbul’da tütün işçileri, askeri fabrika ve demiryolu işçileri, fırıncılar, İstanbul tramvay, telefon, tünel ve gazhane işçileri 1 Mayıs’ı sokaklarda kutladı. Taşıdıkları pankartlarda; “8 saat iş, 8 saat istirahat, 8 saat uyku”, “Yabancı şirketlere el konsun”, “Hafta tatili istiyoruz”, “Serbest sendika ve grev hakkı” ve “Bütün dünya işçileri birleşin” yazıyordu.
Takrir-i Sükûn’lu yıllar…
Cumhuriyetin ilan edildiği yıl olan 1923’te, 1 Mayıs yasal olarak “İşçi Bayramı” kabul edildi; İstanbul, İzmir ve Ankara dışında Adapazarı’nda da 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. Kutlamalar özellikle Ankara’da ilk kez yasal olarak gerçekleştiği için katılım oldukça yüksekti. 1924’te yine kutlama yasağı getirildi. Yasağa uymayanların yanı sıra sekiz saatlik işgünü için bildiri dağıtan işçiler de tutuklandı. 1925’te Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ise 1 Mayıs’ın uzun yıllar -1935’e dek- kutlanamamasını da beraberinde getirdi. Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaktı. Gizli kutlamalar dışında kitlesel bir eylem olmadı.
Türkiye solu İstiklal Mahkemeleri’nde
Başta Amele Teali Cemiyeti olmak üzere tüm diğer işçi örgütleri Takrir-i Sükûn Yasası’nın baskıcı uygulamalarından nasibini aldı. Bu yasa her ne kadar Şeyh Sait İsyanı’na karşı alınan bir önlem gibi gözükse de, yapısı ve uygulamaları itibarıyla Türkiye soluna ve işçisine vurulan bir darbeydi. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, tüm muhalif basın ve dernekler kapatıldı. İstiklal Mahkemeleri kuruldu; tutuklamalar ve idamlar başladı. Tüm işçi hareketlerinin ve örgütlenmelerinin ortadan kalkmasıyla birlikte, üye sayısı itibarıyla Türkiye’nin en büyük işçi örgütlerinden olan Amele Teali Cemiyeti de kapandı (1928).
Underground örgütlenme
1925’ten 1933’e kadar 35 grev yapıldı. Bu grevler sırasında ulaşım ve iletişim gibi stratejik kurumlarda çalışan işçiler, İstiklal Mahkemeleri tarafından yargılanıp ağır cezalara çarptırıldı. 27 Mayıs 1935’te çıkarılan “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun” ile 1 Mayıs resmi tatil kabul edildi ancak “Bahar Bayramı” olarak… “İşçi Bayramı” ifadesi kullanılmadı. İşçiler gizli toplantılar ve yayınlarla seslerini duyurmaya çalıştı.
İngiliz usulü böl ve yönet
Bu durum 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında da değişmedi. 1961 Anayasası oldukça özgürlükçüydü. Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu 24 Temmuz’da kabul edildi. Bu güzel gelişme İşçi Bayramı’nın 1 Mayıs yerine 24 Temmuz’da kutlanmasının dayatılmasıyla hüsrana dönüştü. İşçi sınıfına yönelik baskıların yoğun olarak devam ettiği bu dönemde hükümete yakın bazı sendikalar İşçi Bayramı’nı 24 Temmuz’da kutlayarak emekçileri bölmeye, ayrıştırmaya çalıştı. Neyse ki İngiliz usulü “böl ve yönet” planı tutmadı…
Türkiye solunun “kanlı düğün”ü: 1 Mayıs 1977
Yasaklanışından yarım asır sonra ilk yüksek katılımlı 1 Mayıs kutlaması 1976’da, Taksim Meydanı’nda, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun organizasyonu altında gerçekleştirildi. 1977 yılı ise Türkiye tarihine adını kanla yazdırdı. DİSK tarafından Taksim Meydanı’nda düzenlenen, Türkiye tarihinin en yüksek katılımlı kutlaması, farklı noktalardan meydandaki insanların üzerine ateş açılmasıyla katliama dönüştü. 34 kişi kurşunlanarak ya da çıkan izdihamda ezilerek yaşamını yitirdi; yüzlerce insan yaralandı. 500 bin kişinin katıldığı 1977 yılı 1 Mayıs’ı, tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçti. Devletin içindeki güçler tarafından düzenlenen bu provokasyon gerçek anlamda hiçbir zaman soruşturulmadı; failleri yargılanmadı ve olay karanlığa gömüldü.
Halaya durmuşsa Mayıs…
1 Mayıs 1977’deki oyun tüm yurtta başarıyla oynandı; ülke iç savaş noktasına getirildi ve 12 Eylül 1980’de ordu yönetime el koydu. Milli Güvenlik Konseyi tüm demokratik hakların kullanılmasını ve 1 Mayıs’ı yasakladı. 1980 sonrasının en kitlesel 1 Mayıs mitingi 16 yıl sonra, 1996’da, Kadıköy’de yapıldı. Tıpkı 77’deki gibi İşçi Bayramı’nı sevinç ve coşku içinde kutlayan halkın üzerine ateş açıldı; Hasan Albayrak, Dursun Odabaş ve Yalçın Levent yaşamını yitirdi. İnsanların halay çekerken vurulması, kitlenin öfkelenmesine, bu öfke de sokakların savaş alanına dönmesine neden oldu.
Taksim, 1 Mayıs alanıdır
Yasaklandıktan tam 28 yıl sonra, 2008’de, 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması TBMM tarafından kabul edildi ancak meydan kutlamalara açılmadı. Sendikalar, 1 Mayıs’ta Taksim’e yürüme kararı aldı; bazı sol partiler de yürüyüşe katılacaklarını açıkladı. Bunun üzerine güvenlik güçleri bir gün öncesinden hazırlıklara başladı. Müdahaleler ve çatışmalar sabahın erken saatlerinden akşama dek sürdü. Şişli, Osmanbey, Pangaltı, Nişantaşı, Okmeydanı, Dolapdere ve Kurtuluş’ta olaylar çıktı. Polisin kullandığı orantısız güç, DİSK binası bir yana Şişli Etfal Hastanesi’nin içine dahi biber gazı atması haftalarca eleştirildi.
Onlar vermedi; biz aldık!
Halklar Taksim’in yeniden 1 Mayıs kutlamalarına açılması için yıllarca sokak sokak, barikat barikat mücadele etti; başardı da… Güvenlik güçlerinin sert müdahalelerine rağmen 2009 yılında bazı demokratik kitle örgütleri Taksim Meydanı’na girmeyi başardı. Bunun üzerine 2010 yılında AKP hükümeti zaten alınmış olan meydanı, bir lütuf gibi 1 Mayıs’a açtı. 2002’den 2010’a dek “unutulmuş” olan “demokrasi” o yıl hatırlandı.
Taksim bu yıl da kapalı ama…
İzinli 2010 1 Mayıs’ı, resmi rakamlara göre 140 bin, alan hesaplamasına göre yaklaşık 200 bin kişinin katılımıyla Taksim Meydanı’nda “tamamen olaysız” bir şekilde kutlandı. Bir tek kişinin burnunun bile kanamadığı kutlamalar herkese, olayların gerçek failinin eylemciler olmadığını gösterdi. Bayram, bayram gibi kutlandı; zılgıtlarla, halaylarla… Buna karşın 2013’te, “Yayalaştırma Projesi” bahane edilerek hiçbir sebep yokken yeniden kapatıldı. İki yıldır 1 Mayıs’ta, kutlamaların Taksim’de yapılması gerektiğinde ısrar eden göstericilerle polis arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Taksim bu yıl da kapalı… Üstelik bir de İç Güvenlik Yasası var. Bu yıl da yüreği, alnı, aklı açık insanlar “1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanındayız!” şiarıyla Taksim’e girmek için mücadele edecek. Gönlümüz elbette “iyi” olandan yana…