İnsan nüfusu artmaya başladığından beri dünyada pek çok salgın hastalık görüldü, pek çok ölümcül virüsle mücadele edildi. Tabii ki o zamanlar sağlık sistemleri yetersizdi ve ülkeler bunlarla farklı şekillerde başa çıkmaya çalıştı. Şu an etkisini gösteren corona virüsü salgını için pek çok ülke karantina uygulaması yaparak, sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ancak geçmiş yıllarda insanların sokağa çıkma yasağını öğrenebilecekleri bir kitle iletişim aracı mümkün değildi. Bunun yanı sıra böyle bir uygulama toplumun her kesimi tarafından hoş karşılanmıyordu. Türkiye’nin geçmişine; Osmanlı Devleti’ne bakacak olursak, karantina uygulaması Osmanlı için hiç kolay değildi. Peki Osmanlı’da karantina uygulaması nasıl başladı, halk nasıl tepki verdi? İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nuran Yıldırım’ın Toplumsal Tarih dergisinde yayımlanan makalesi Osmanlı Devleti’nde karantinanın hikayesini anlatıyor.
Osmanlı Devleti monarşi ile yönetiliyordu. Şeriat kuralları ise ülkenin yönetiminde büyük rol oynuyordu. Dolayısıyla alınan her kararın bu kurallara da uyması gerekiyordu
Dünyanın pek çok salgınla boğuştuğunu söyledik. Osmanlı Devleti ise salgın hastalıkla 1830’lu yıllarda tanıştı
Osmanlı Devleti sınırları içerisinde kolera salgını vardı. Dönemin padişahı Sultan II. Mahmud ise şeriata aykırı görülen uygulamalar nedeniyle karantina ilan edemiyordu
Sultan II. Mahmud, devlet adamları ve şeyhülislamın bulunduğu ulemadan oluşan meclisi topladı. Karantina konusu şeriat açısından ele alındı. Neticede ise Şeyhülislam Asım Efendi karantinanın şeriata aykırı olmadığını kabul etti
Bunun üzerine ülke genelinde bir karantina teşkilatı kurulmasına karar verildi ve Osmanlı’da karantina uygulaması başladı. Ancak karantina uygulaması, toplum tarafından çok hoş karşılanmayacaktı. Çünkü maddi sıkıntılar doğacaktı. Bu nedenle resmi gazete olan Takvim-i Vekayi’de karantinanın yararları ve şeriata uygun olduğu anlatılarak karantina usulünün kurulduğu açıklandı. II. Mahmut karantinanın yararları konusunda bir kitap da yazdırmıştı.
Ancak, Nuran Yıldırım’ın makalesine göre Müslümanlar bu uygulamayı “Frenk adeti” olarak görüyordu. Bu nedenle de dine uyup uymadığından şüphelilerdi
Karantina ilk olarak, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin önerisiyle Karadeniz’den gelen gemilere uygulanmaya başlandı. Karantina sadece tecrit veya ülkeye giriş izninden ibaret değildi.
Osmanlı’da karantina dezenfekte işlemleri ile ölülerin defin işlemlerini ve muayenesini de kapsıyordu. Ancak müslüman kadınların ölülerinin muayene edilmesi halk tarafından hoş karşılanmıyordu
Öte yandan, karantinanın bilimsel esaslarını bilen hekim pek yoktu. Bu dönemde başta askeriyedeki reform çalışmalarında olduğu gibi karantina usulü Avrupalılardan öğrenilecekti. Avusturyalı Dr. Minas, 1838 yılında ‘karantina baş direktörü’ olarak atandı. Deniz karantinasını bilmediği anlaşılan Dr. Minas iki yıl sonra istifa edip ülkesine dönerken yerine Fransız Dr. Robert geldi.
Tabii ki bu süreç Osmanlı Devleti’nin Tanzimat dönemine denk geliyordu ve toplum hem karantina hem de tanzimat gibi iki büyük değişiklikle karşı karşıyaydı
Bu yıllarda hekimlik, cerrahlık, eczacılık gibi sağlık mesleklerini çoğunlukla yabancılar ve azınlıklara mensup yürütüyordu. Halk ise “gayrimüslim”lerin yöntemlerine güven duymuyordu. Bu yüzden karantinayı benimsemek Osmanlı için kolay olmadı. Prof. Dr. Nuran Yıldırım’ın makalesine göre bunun sebepleri arasında; “bazı bilinçsiz kişilerin karantina yüzünden ekonomisi bozulan belde halkını ‘karantina şeriata aykırıdır’ diye kışkırtmaları ve bazı gayrimüslim karantina doktorlarının halkın değerlerini önemsemeyen basiretsiz tutumları” yatıyor.
Tabii ki bu fikir ayrılığı içerisinde iç çatışmalar da yaşandı. Bazı kişiler karantina görevlilerine saldırdı ve sürgüne yollandı
Kuşadası’nda 1838 yılında Müdür Arif Bey ile bir hekim, görevlerini yerine getirmeye çalışırken saldırıya uğradı, bazı karantina istasyonları ise yıkıldı. Ceza olarak İstanköy Adası’na sürgüne gönderilen kişiler dokuz ay sonra terbiye ve ıslah olduklarını ifade ederek padişahtan af talep etti.
Antep’te ise halk, koleradan kurtulmak için dua etmek üzere Kurban Baba ziyaretine gitti. Kaymakamın adamları ile karantina gardiyanları, “Karantina kalkmadıkça kolera illeti def olmaz, artık kadınlarımızı da karantinaya alacaklar” diyerek duadan dönmekte olan halkı tahrik edip karantinahaneye saldırdılar ve karantina müdürünü öldürmek istediler.
Makaleye göre, Fransız Dr. Paldi ölen müslümanların mahrem yerlerine de bakmak istedi, bu ise Müslüman halkı rencide etti
Çünkü bu Müslümanlar, şeriatın mahrem yerlerine bakılmasına izin vermediğine ve bunun haram olduğuna inanıyorlardı. Öte yandan “mikrop” sözcüğü de Osmanlılarda endişe yaratıyordu. Kolerayla mücadelede alınan dehşet verici kararların halkı ürküttüğünü gözlemleyen Robert Kolej öğretmenlerinden George Washburn, ilk kez işitilmekte olan ‘mikrop’ sözcüğünün endişe yarattığını ve Türk doktorların, mikrobun başkalarına bulaşmaması için hastaların burun ve kulak delikleri ile ağızlarına kireç klorit tıkıştırdıklarını anlattı.
Nitekim bu süreçte tedbirler alınmaya çalışıldı ancak 1831’de başlayan karantina uygulaması devam etti. İstanbul’da buna rağmen kolera salgını nedeniyle 4 bin kişi yaşamını yitirdi
Kaynak: 1