Bazısı klasik, bazısı henüz klasik olmak için çok yeni. Bazısı geçtiğimiz yüzyılın en önemli eserleri, bazısı günümüzü derinden etkileyen, filmi vizyonları sallayan, oyunları kapalı gişe oynayan yapıtlar. Ortak özellikleri okuduğunuzda hayatınızın gidişatını değiştirebilecek nitelikte olmaları. Aşk, savaş, günlük yaşam, geçmiş, gelecek, ütopik ve distopik dünyalar. Bunlar okuduğunuzda asla pişman olmayacağınız yapıtlar.
Okunması Gereken Kitaplar listemize de göz atmanızı tavsiye ederiz.
Algernon’a Çiçekler – Daniel Keyes
Çok düşük bir IQ ile doğan Charlie, bilim adamlarının, zeka seviyesini artıracak deneysel ameliyatı gerçekleştirmeleri için kusursuz bir adaydır. Bu deney Algernon adındaki laboratuvar faresinde test edilmiş ve büyük bir başarı elde edilmiştir.
Ameliyattan sonra, Charlie’nin durumu günlüğüne yazdığı raporlarla takip edilmeye başlanır. İlk yazdığı raporlara çocuksu bir dil ve imla hataları hakimdir. Ve sonra ameliyat etkisini göstermeye başlar. Charlie artık, insanların kendisiyle dalga geçemeyeceğini ve bir sürü arkadaş edineceğini, aşık olduğu kadına açılabileceğini düşünür. Fakat zekası normalin çok üstüne fırladığından, çevresinde yadırganır, kıskanılır ve istemiş olduğu arkadaşları edinmekte yine başarısız olur ve yine yalnızdır…
Bu deney, son derece önemli bir buluş olarak görülüyordu, ta ki Algernon’da ani bir gerileme baş gösterene kadar… Acaba Charlie’de de aynı gerileme olacak mıydı?
Bin Muhteşem Güneş – Khaled Hosseini
Bin Muhteşem Güneş, ilk romanı Uçurtma Avcısı’yla tüm dünyada inanılmaz bir başarı yakalayan Hosseini’nin ikinci romanı. Aslında onu herkes Uçurtma Avcısı (The Kite Runner) ile tanıyor. Ünlü yönetmen Marc Forster tarafından 2007’de gösterime giren ve tüm dünyada yüksek ilgi gören bu film de Khaled Hosseini’nin romanından uyarlamaydı.
Yazar, Bin Muhteşem Güneş’de de yine doğduğu toprakları anlatıyor. Bu kez iki kadının kesişen yaşamları ve dostlukları üzerinden… Küçük yaşta evlendirilen kızlar, çocuğu olmayan kadınlar, babaya ya da çocukluk arkadaşına duyulan, geçmişe gömülmüş aşklar…
Saka Kuşu – Donna Tartt
2014 Pulitzer ödülü
“Birini benim, annemi özlediğim kadar özlemek nasıl mümkün olabiliyordu? Onu öyle çok özlüyordum ki ölmek istiyordum; suyun altında havaya hasret kalmak gibi sert, somut bir özlem”
İlgisiz bir babanın ve hayatını ona adayan bir annenin oğlu olan üç yaşındaki Theodore Decker bir patlamanın ardından mucize eseri hayatta kalır. Ancak New York gibi koca bir şehirde felaketin ardından kimsesiz bir çocuk olarak hayatta kalmak yeni bir felaketin içine düşmek gibi olur onun için. Bu yangın yerini andıran hayatın içinde ona annesini hatırlatan tek bir şeye tutunur Theo: küçük, sarı bir kuş; bir saka…
1984 – George Orwell
“Pırıl pırıl, soğuk bir Nisan günüydü; saatler on üçü vuruyordu.” diye başlar Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Nasıl bir evrene daldığınızı çok geçmeden fark eder ve garip bir duygunun göğsünüze oturmasıyla adeta nefes almadan okursunuz. Londra’da yaşayan Winston Smith’in vatandaşı olduğu ülkeye duyduğu gizli nefreti, aşık olmasıyla bunun bir isyana dönüşünü konu alan kitap İngilizce’ye pek çok yeni sözcük de kazandırmıştır: Totaliter rejimleri itham etmekte kullanılan Orwellian ve Büyük Birader gibi.
Guguk Kuşu – Ken Kesey
Eseri tabii ki Jack Nickolson’un muhteşem oyunculuğu ile Milos Forman’ın yönetmenliğinde Oscar ödüllü filmden tanıyoruz.
Guguk Kuşu, günümüz insanının toplumla çelişkilerini ortaya koyan bir roman. Kimin dediği olacak? Toplumun mu, gönlüne göre yaşayanın mı? Bir akıl hastanesindeki özgür ruhlarla disiplin sağlamaya çalışan yönetim arasındaki mücadeleyi olağanüstü bir ustalıkla anlatan Ken Kesey, bu il yapıtıyla Amerikan ‘karşıt kültürünün’ efsanelerinden biri oldu. Roman 1975 yılında Milos Forman tarafından sinemaya aktarıldığında, başta delişmen dalavereci MCMurphy rolüyle şeytani ve karizmatik oyunculuğunun temellerini atan Jack Nicholson ile katı ve sadist ruhunu taş bebek güzelliğinin altında saklayan Büyük Hemşire Ratched’ı canlandıran Louise Fletcher olmak üzere, film 5 Oscar ödülü kazanarak, bir başyapıt haline geldi.
Dava – Franz Kafka
Bir sabah uyandığında sebebini bilmediği bir suçtan dolayı dava edildiğini öğreniyor Joseph K. Bir sabah uyandığında bir böceğe dönüştüğünü fark eden Gregor Samsa’ya ne kadar da benziyor değil mi? Bitmeyen suçluluk psikolojisi, benlik algısında kırılma, kendi kendini ötekileştirme Kafka’nın vazgeçilmezleri…
Kedi Beşiği – Kurt Vonnegut
Mezbaha No:5, Kodes Kuşu, Mavi Sakal, Şampiyonların Kahvaltısı, Ülkesi Olmayan Adam romanlarıyla tanınan Amerikalı hümanist yazar Kurt Vonnegut, absürd ve anlamsız evren tasarımlarıyla kendine has bir üslubu olan azılı bir muhalifti. Onun bu tuhaf üslubunu kimi çok sevdi, kimi hiç anlayamadı.
Kitabın kapağına geçelim…
Dinleyin:
Gençken; iki karı önce, 250.000 sigara önce, 3.000 litre içki önce…
Çok daha gençken, adını ‘Dünyanın Sona Erdiği Gün’ koyacağım bir kitap için malzeme toplamaya başlamıştım. Kitap, gerçeklere dayanacaktı.
Kitap, mühim Amerikalıların, ilk atom bombasının Hiroşima’ya atıldığı gün ne yaptıklarını anlatacaktı. Hristiyan bir kitap olacaktı. Hristiyan’dım o zamanlar. Artık Bokononcuyum. Bokonon’un acı-tatlı yalanlarını öğretecek biri çıkaydı karşıma, daha o zamandan Bokononcu olurdum. Fakat Bokononculuk, Karayip Denizi’ndeki San Lorenzo Cumhuriyeti isimli küçük adayı çevreleyen çakıl taşlı plajların ve sipsivri mercanların ötesinde henüz bilinmiyordu.
Dorian Gray’in Portresi – Oscar Wilde
Keşke tersi olabilseydi! Keşke her zaman genç kalacak olan ben olsaydım da portrem yaşlansaydı! Bunun için… bunun için her şeyi verirdim!”
Özellikle bir genç adamın büyümesini, eğitimini, gelişimini, kendini ve inançlarını keşfetmesini işleyen Dorian Gray’in Portresi için Oscar Wilde, ‘bir ruhun hikayesi’ demişti. 1891’de ilk basıldığında ahlaksızlığı yücelttiği gerekçesiyle büyük tepki çeken romanın baş kişileri olan Lord Henry ile Dorian’ın karşılıklı etkileşimleri, Dorian’ın kendini giderek kötüye, şeytani olana, hazcılığa adaması kitabın eksenini oluşturuyor. Son derece saf ve yakışıklı Dorian’daki değişim, Lord Henry’nin sözleriyle ve Dorian’ın kendi portresinde kendi güzelliğini keşfetmesiyle başlar. Lord Henry’nin etkisiyle kötülüğün ve zevkin çekimine kapılan, dünyada gençlik ve güzellikten önemli bir şey olmadığına inanan Dorian için heyecan, kötülükte ve günahtadır; iyilik ve erdemse sıkıcıdır, edilgendir. İyiliği temsil eden Basil’in Dorian’a duyduğu saf tutkuda eşcinsellik öğeleri açıkça hissedilir. Dorian’ın büyük sırrını, portredeki değişimi gören yalnızca Basil olur. Portreye odaklanan, sonsuz gençlik karşısında ruhunu satan ve ruhunun ölmüş olmasından korkan Dorian için kurtuluş var mıdır? Ve Oscar Wilde’ın dediği gibi, herkes Dorian Gray’da kendi günahını mı görecektir?
Hamlet – William Shakespeare
Shakespeare gerçek bir klasik olduğu için klasiklerin başına gelen o “nasıl olsa bir ara okurum” ön yargısıyla belki de gerçekte en az okunan yazarlardan. En azından yakın çevremizden gözlemlediğimiz durum bu yönde. Oysa bir klasiğin klasik haline gelmesindeki etmenler en çok Shakespeare eserlerinde okuyucuya derin tatlar bırakarak geçer. Betimleme, hayal gücü, iyilik, kötülük ve ikisi arasındaki bilinmezlerin yazın keyfi her okuyucunun kitaplığına dokunmalı.
Hamlet’in babasını öldüren, annesiyle evlenen ve Danimarka tahtına geçen amcası Caludius’tan intikam alma çabasıdır bu klasik. Gerçek bir kederden bir gazaba dönüşen hayatı, yapmacık bir delilikle gerçek delilik arasındaki geçişleri, ensest ilişkileri, ihaneti, öfkeyi, ahlaksızlığı ele alır.
Shakespeare’in Hamlet’in ağzından söyledikleri tüm dünyada yüzyıllardır yankılanmaktadır: “Olmak ya da olmamak.” Hamlet yaşamını, yaşamın amacını, ölümü ve ölümün ötesindekileri sorgulamakta ve bu dünyada akıllı, soylu ve iffetli olmanın zorluklarını yansıtmaktadır. Peki, Hamlet gerçekten de deli miydi? Deliliği miydi ona babasını gösteren yoksa akıllılığı mıydı Horatio ve diğerlerine bu görümü gördüklerini söyleten?
Shantaram – Gregory David Roberts
“Roberts’ın Hindistan’a, orada yaşayan insanlara duyduğu içten sevgi, kitabı okumayı daha da zevkli kılıyor. Roberts bizi Bombay’ın gecekondularına, uyuşturucu satılan mekanlarına, batakhanelerine, barlarına götürüyor ve, siz de gelin, diyor. Biz de gidiyoruz.” Kitabın The Washington Post tanıtımı bu şekilde.
Avustralyalı yazar Roberts’ın kendi hayat hikayesinden yola çıkarak yazdığı devasa romanda kurgu ve gerçek Hindistan’ın tüm renkleriyle birlikte iç içe. 2 sene hapis yatan yazarın kendini Bombay’da bulması buranın yer altı ilişkileri ve gerçek aşkın peşinde inanılmaz bir serüven. Hindistan’daki mafya savaşlarından, bu ülkenin farklı yaşam dinamiklerine bir dantel gibi işlenen roman, aynı zamanda uzunca bir süredir yapım aşamasında olan bir Hollywood projesi. Baş rolde düşünülen isim ise Johnny Depp.
Bulantı – Jean Paul Sartre
“Her seçiş bir vazgeçiştir” sözünün sahibi geçtiğimiz yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre’ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938’de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin’in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin’in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre’ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı.
Ölesiye Yaşamak – Erich Maria Remarque
‘Batı Cephesinde Yeni Birşey Yok’ mutlaka 20. Yüzyılı temsil eden romanlar arasında sayılır. Yazarın bir diğer eseri olan “Ölesiye Yaşamak” da, yaşama dair ara ara herkesin aklına gelen ama bir anda yitip gidiveren insana dair sıradanlaşan duyguların, içtenliğin, aşkın temelini gün yüzüne çıkaran mutlaka okunması gereken romanlardan.
Erich Maria bu anlamda zamansız yazarlardan. Çünkü hep bugünleri anlatıyor. Çünkü savaşı anlatıyor. Savaşın her türlüsünü.
Kitap kapağından:
Dünya barışı! Bu konuda şimdiye dek hiçbir zaman çağımızdakinden daha çok laf edilmemiş, bu uğurda hiçbir zaman da bu kadar az çaba harcanmamıştır. Yüzyılımızdakinden, ilerleme, teknik, uygarlık yüzyılı denilen, halkın kitle halinde bilgiye kavuşturulup kitle halinde öldürüldüğü yirminci yüzyıldakinden daha bol yalancı peygamber hiçbir çağda ortaya çıkmamış; daha çok yalan hiçbir çağda söylenmemiş; daha çok ölüm, daha çok yıkım olmamış ve gözyaşı dökülmemiştir.
Boncuk Oyunu – Hermann Hesse
Alman dilinin en büyük yazarlarından Hermann Hesse’ye Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran boncuk oyunu, doğu ve batı felsefelerinin kusursuz bir bileşiminden oluşan yeni ve ütopik bir dünya düzeni sunan bir başyapıt.
Hesse, 1943 yılında, tüm dünyanın savaş cehennemini yaşadığı sırada yazdığı Boncuk Oyunu’nda, doğu ve batı felsefelerinin kusursuz bir bileşiminden oluşan yeni ve ütopik bir dünya düzeni sunar okura. Sanat ve bilimde disiplinlerarası bir uyum üzerine kurulu, Hesse’nin düş ve düşün gücünün ürünü fütüristik bir oyun olan Boncuk Oyunu, bu yeni düzenin simgesidir.
Toplumsal ahlakın bireyin iç ahlakını yok ettiğine inanan Hesse, bu kitabında batı’nın toplumsal dayatmalarına karşı doğu’nun bireysel özgürlüğünü yüceltir, söz konusu yeni dünya düzenini bireysellik üzerine temellendirir. Alman dilinin en büyük yazarlarından biri olan Hermann Hesse’nin başyapıtı olan ve 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Boncuk Oyunu, sanat – müzik – müzik üçgeninde ilerleyen mutlaka okunması gereken bir roman. Bunu seven Stefan Zweig’ın Satranç’ını da mutlaka sever.
Görünmez Adam – H. G. Wells
H. G. Wells bilim kurgu tarzını adeta var eden yazardır diyebiliriz. En sık kullanılan eş dünya terimi olan “paralel evren” bile ilk defa yazarın 1923 yılı eseri “Men Like Gods”ta yer bulur. İlk baskısı 1897 yılında yapıldığında, “Görünmez Adam” HG Wells’in, insanca değerleri önemsemeyen bilimin verebileceği zararlar hakkında dünyamızı haklı uyarısı olarak kabul edildi.
Iping kasabası sakinleri onu ilk gördükleri zaman, bir pardösü giyiyor ve gözlük takıyordu tepeden tırnağa tüm vücudu bandajla sarılmıştı. Gizlediği kimliği ve garip davranışları, nedeniyle kasaba sakinleri ona sorular sorup, onun canın sıkılmasına sebep olmuştu. Önceleri, kasabalılar, onun başına korkunç bir kaza gelmiş olduğunu düşündüler. Ama gerçek, çok daha tüyler ürperticiydi.
Bu gerçek açığa çıkmaya başladığında, sadece bir tek şeyin kesinliğinden emin olmuştu kasaba halkı: Bu yabancı bir ruh hastasıydı ve çevresindeki insanlara zarar vererek huzur buluyordu.
Beni Asla Bırakma – Kazuo Ishiguro
Ishiguro romanları sinemaya uyarlamak için biçilmiş kaftan. Harika filmini izlemiş olabilirsiniz, olsun. Carey Mulligan ve Andrew Garfield’in performansları aklınıza takılabilir romana başladığınızda, olsun. Çünkü aynı zamanda Ishiguro romanları, kendi hayal gücünüzü yeniden canlandırmak için de biçilmiş kaftan.
Yatılı okul Hailsham’ın öğrencileri, bahçe duvarının arkasındaki karanlık ormandan çok korkarlar. Hafta sonları veya tatillerde evlerine gitmez, Hailsham’dan önceki yaşamlarını hatırlamazlar. Dış dünyayla bağlantıları yoktur. Öğretmenler değil, gözetmenler tarafından eğitilirler. Spor ve sanata büyük önem veren gözetmenler, Hailsham öğrencilerine sürekli özel olduklarını hatırlatır ve bedenlerine çok iyi bakmaları gerektiğini tekrarlar.
Kazuo Ishiguro, yayımlandığı yıl Time tarafından İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınan Beni Asla Bırakma’da, yıkıma götüreceğini bile bile kendi kaderini kabullenenlere odaklanır.