Okuyacaklarınızın size “Vay anam vay, ne muhabbetler dönmüş Serhat ya!” dedirteceği garantisini maalesef veremiyorum. Burası da sizinki gibi bir ofis, yine de olur da kıskanırsınız falan, no need.. Bu listemizde, gayet sıradan, goygoyun bini bir para bir çalışanlar güruhunun arasından birkaç kişinin dünyayı kurtarma muhabbetlerinden sıkılınca sarıldığı dallara oturacaksınız.. Elbette siz de bu muhabbetleri yapabilirsiniz, yeter ki derin entelektüel birikimle ceplerinizi doldurun ve her çeşit konuya ilgi duyabilecek kapasiteye ve maymun iştahlılığa sahip olun ve size benzer birilerini bulun; mesela işe Listelist okuyarak başlayabilirsiniz.. Maksat muhabbet ve karakterler birbirinden cins. Burası bir kıraathane değil, yangın merdiveni.. Fikirler de sigaralar gibi altıncı kattan aşağıya sallanıyor, açın kucacıklarınızı!
1. Okuduğumuzu anlayalım: Çeviri metinler mi orijinal metinler mi?
Bir edebiyat eseri orijinal dilinden okunduğunda mı en iyi anlaşılır yoksa okuyucunun ana dilinden mi? Bir Türksün, bir Fransız da olabilirdin ve o İngilizce metni okumak inan aynı manaya gelirdi. “Ağabey, sen Fransızca biliyorsun. Peki neden Fransız yazarları kendi dillerinden okumuyorsun?” Kesilen bu güzelim muz ortaya vole yapıştırılır: “Kimse ama kimse, sonradan öğrendiği bir dilde okuduğu bir metni, anadilinden okuyan biri kadar iyi anlayamaz, metnin içine onun kadar giremez, metni o kadar sahiplenemez. Bu o kişiden değil, dilin kendi doğasında kaynaklanır. Nokta.”
2. Yeni kelimelerle dağarcığımızı genişletelim: Stet nedir?
“Yazıyla çiziyle uğraşan insanlarız, peki stet nedir?” Başlatmayın şimdi şimdi stetine mitetine! Adam haklı beyler. Hem ne alakası varmış bizim yazarçizer olmamızla stetin? Alakası var çünkü stet: Bırak olduğu gibi kalsın, değiştirme, düzeltme, ilk hali en iyi hali demek istemektir. Ek olarak, Latince stare’den türetilmiştir, kalsın anlamına gelir. Bir editörü en iyi bir başka editör anlar.
3. Aç ayı tirit olur: Tirit deyince aklına sadece yemek gelen açlara gelsin…
Üstün kelime haznesi ve edebiyata yatkınlığıyla küçük çevresinde önemli bir saygınlık kazanan ‘henüz başarısız ama ileride çok başarılı olacağından emin olan’ arkadaşımıza kitabının kaç adet sattığı sorulunca, sakinliğini hiç bozmadan şu cevabı verir: “Tirit ne demektir?” Ses seda çıkmaz, biri tırnaklarını yemeye, öteki pantolonunu çekmeye başlar. Bir diğeri de sigarasının bittiğini ve gitmesi gerektiğini kanıtlamak istercesine, beline kadar gelen küllüğü arıyormuş numarası yapar fakat ne çare.. Bu haylazlara bir güzel ders vermek lazım: “Tirit, size etli yemekleri ya da yemek suyunu hatırlatırken, bana ise çöp adamları hatırlatır; çünkü tirit, sıska, çelimsiz adam anlamına gelir.”
4. Cinsellik de entelektüel sohbetlerin bir parçası olabilir: Duyularımızın keskinliği cinsel hayatımızla ilgili ipuçları verir mi?
Hani körler daha iyi duyar, sağırların sezgileri o denli kuvvetlidir ki arkalarında gözleri varmışçasına etraflarında neler olup bittiğini bilirler.. İşte arkadaşımız da buradan yola çıkmış olmalı ki lafı çakar: “Bugün yemekten dönerken, yüzlerce metre uzaktaki kokoreççinin pişmiş bağırsaklarının kokusunu aldığında aklıma takıldı… Şimdi senin koku alma duyun çok güçlü, ee bu yaşına gelmişsin ve maşallahın var gözlük de kullanmıyorsun.. Acaba bu kusursuzlukların bir başka açıdan seni eksik bırakmış olabilir mi?” Gözlüksüz olan anlamazdan gelse de dayanamaz ve her zamanki terbiyesizliğiyle cevabı yapıştırır: “Sevgili dostum, bu alaylı göndermelerini bir başkası yapıyor olsa muhtemelen kalbini kırardım ama sen başkasın. Söylemesi ayıp, ima ettiğin özelliğimle özellikle bu aralar geceleri genç kılabiliyor, birçok kalbi yerinden söküp alabiliyorum.” Anlayan var mı?
5. Biraz aşk: Platonik aşkın mimarı Platon mudur?
“Elbette değildir.” Düşünceli şekilde bıyıklarını burdu ve homurdandı. Şöyle bir gökyüzüne bakıp piposundan (evet piposu var) bir nefes çekip bilgin bir edayla sözünü tamamladı: “Platon idealar dünyasıyla tanışmamızı sağlamış önemli bir filozoftur, kabul. Ancak o kadar da abartmamak lazım gelir. Kafamızda idealarla doğarız ve bunlar bizler için mükemmeldir. Halbuki tüm bu mükemmel kavramlar ve görüntüler sadece gerçekliğin yansımasıdır. Platonik aşka ideal aşk diyenler şunu gözden kaçırmaktadır: İdealler de ölür.” Ortamdan şu sesler yükseldi: “Kaç kaç kaç!”
6. Dedikodu her yerde: Ofisteki mal elemanın IQ’su mu EQ’su mu daha düşük?
Her ofiste olduğu gibi bizim ofiste de bir mal bulunuyor, hem de insan görünümünde. Bizim çocukların dedikoduyla işleri olmasa da onların da bir sabrı var ve bu mal oğlu mal sabır sınırlarını zorlayan şiddette bir mal. Bu at kafalı lavuk bir toplantı haberi yazmış ve etkinlikte bir iş adamına bir tabak hediye edilmiş. Bu mal ne yapsa beğenirsiniz? Fotoğrafın altına, “Toplantıda ünlü iş adamı bilmem kime tabak verildi” diye yazmış. Bununla kalsa iyi.. Yaptığı mallıktan dolayı amirinden bir ton fırça ve hakaret yiyen bu mal oğlu mal gelip ofiste amirini bize şikayet etmez mi! İşte o an bizim çocukların ruh ve beden halleri tam anlamıyla ders niteliğinde: Biri yerinden kalkar ve at kafalının gözlerinin içine uzun uzun bakar; aklından bu mal oğlu malın IQ’sunun mu yoksa EQ’sunun mu daha düşük olduğu geçmektedir. Diğeri kıvırcık saçlarını ellerinin arasına alır ve sallanan koltuğuna gömülerek şu soruyu sorar: “Sen ne çeşit bir malsın?” Bir diğeri ise yerinden kalkmış, odayı terk etmiş ve bu goygoyun döndüğü yangın merdivenlerine gitmiş ve sigarasını yarıya kadar yiyip bitirmiştir.
7. Doğru sorular: Kadın olmak mı zenci olmak mı?
Bu güzide soru çikolata tenli bir arkadaşa ait. Nefesleri kesen bu soru önce yanıtsız bırakılıp sonra sorunun faşist ve ırkçı olduğunu iddia edilip en sonunda da sorunun elma ile armutu bir araya getirdiği gerekçesiyle yersiz ve hatalı olduğu söylenince, çikolata tenli arkadaşımız sinirlenmiş olacak ki cevabı kendisi verir: “Hem kadın hem zenci olmak.”
8. Taksim’deki sokak müzisyenlerinin benzersiz undergroundluğu: Beyan şart!
Bu sohbete, her telden çalan patronlardan oluşan ofisimizin en yüksek rütbeli patronu da dahil oldu. Yazı işleri odasında kavurucu öğlen güneşinin biz sidiklilere vurduğu saatlerde dönen bu muhabbette, netice olarak şu köşeli noktalarda hemfikir olunuldu: “Ben yeraltının bir parçasıyım. Ben sizden biri değilim. Ben ruh güzelliğinden, çakralı markalı engin denizlerden anlayan, gezerek bilen ama okuduğunu da anlayan bir basit kemancıyım. Sizler beni izlemek için dikilip duruyorsunuz ya, açık gözlerimi kapatan huşu içindeki ruhum benim sizleri görmemi engelliyor. Ben sizden biri değilim. Ben devrimciyim. Ben geleceğin insanıyım. Ben benim.” İşte tüm bu laflar söylenmeden bir gösterinin parçası olduğu için, Taksim ve bilumum yerlerdeki sokak sanatçılarımız maalesef birer küçük sahtekardır. Onlara kızmayalım, onları yine de sevelim ama hatırlatmaktan da beri durmayalım: Beyan şart!
9. Para her kötülüğün başıysa kaldıralım gitsin romantikliği üzerine…
Ofisimizde tatlı bir rekabet at koşturuyor. Herkeste bir yaltaklanma ve yaranma çabası hakim. Herkes kendince ofisin en çok çalışan elemanı. Herkes kendince en çok parayı hak eden çalışan. Tabii bunların hepsi sevgili Kurosawa’nın seneler önce gösterdiği gibi Rashomon Effect’ten öte bir anlam taşımıyor. Herkes kendi çerçevesinden bakarak bir fikre sahip oluyor ve olayları ona göre değerlendiriyor. Fakat kısa sürede herkesin hemfikir olduğu bir konu var, o da paranın asıl amaç ve ulvi bir değer olduğu. Aramızda elbette para hakkında “her kötülüğün başı para ya da parayı kaldır tüm sorunlar hallolur” gibi romantik mi romantik türlü teori sahipleri olsa da ‘parayı göreyim öleyim’ ya da ‘canlıyı göreyim öleyim’ ya da ‘atım olsun ahırda dursun’ ya da ‘para peşin kırmızı meşin’ gibi paranın anlam ve önemini nokta atışı vurgulayan deyimlerimize ofis duvarlarımızın en nadide köşelerinde yer vermeyi bir borç bildik. Ne de olsa Robert Walser’in de dediği gibi “Sadece para henüz bozulmamış.” Böyle de esprili ve terbiyesiz bir ofisimiz var.
10. Eşek şakasının olduğuna inanıyorsun da eşek şansına neden inanmıyorsun?
Kelimelerle insanları zenginleştirmekten hoşlanan arkadaşımızın yine yaptı yapacağını dediğimiz hamlesiyle ‘eşek şansı’ lafı tartışmaya açıldı. Hemen araya giren bir diğer kronik muhalif eleman böyle bir kalıbın olmadığı konusunda ısrarlı bir tutum sergileyince ve hemen kendine ortaklar bulunca tüm ofisi ayağa kalktı ve bir oylama yapıldı. Demokrasinin beşiği ofisimizin gerçekleştirdiği açık oy gizli tasnif seçimin sonuçlarını aynen açıklıyorum:
Mevcut: 23
Toplam oy: 21 (Çaycı apla “Ben bilmem eşim bilir”, ofis boy da “Benim oyum MHP’den başkasına gitmez aabiiiii!” dediği için oy kullanmamayı seçti)
Var diyenler: 11
Yok diyenler: 10
Karar sizin!