Rus yazar İvan Gonçarov (1812 – 1891) yarattığı Oblomov karakteriyle insanlık tarihine önemli bir figür armağan etmiştir. Rus yazınında “lüzumsuz adam” tiplemelerinin belki de en önemli ve bilineni olan Oblomov, Rusya’da yarattığı etkinin yanında tüm dünyada da klasik, okunmadan geçilmeyecek romanların başında gelir. Romanda yaratılan karakter hayatımıza o denli işlemiştir ki “Oblomov” adı tembelliği anlatmak için kullanılagelen bir tabir halini almıştır. Orta yaşlı ve toprak sahibi olan Oblomov, toprak köleliğinin bitmeye yüz tuttuğu çağına ayak uyduramayan, işi gücü bırakıp tüm işlerini yatağından halleden biri haline gelir. Aymazlık ve kayıtsızlık içinde yaşayan Oblomov, 19. yüzyıl toprak sahiplerinin de bir eleştirisidir. Gonçarov’un romanı ve yarattığı karakter, yazıldığı dönemden bir süre sonra genelleşir ve tabiri caizse tüm aymazları, uyuşukları nitelemek için kullanılagelir. Zira eserin müellifi Gonçarov da bir yerde şöyle der: “Bir sanatçı, tüm dikkatini yaşamdaki değişikliğe uğramayan ve sosyal kapris rüzgârlarının esintilerine maruz kalmayan biçimlere odaklamalıdır. Gerçek bir yazarın göreviyse değişmeyen ve defalarca tekrarlanan veya üst üste yığılan olayların ve kişilerin oluşturduğu tiplemeleri betimlemesidir”. Bu eserinde de aynı ilkeyi sürdürmüş görünüyor… Alıntılardaki kimi sözlerin romantik olduğunu düşünmekte acele etmeyen derim, zira yazar dönemin romantik yazarlarını da alaya almadan edemez. Paylaştığım ve yazarın olmadığı tüm görseller de Oblomov için çekilen, çizilen görsellerden. İşte tembellik sanatçısı Oblomov’dan alıntılar!
1. Aynı hayat
İnsan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün gene aynı hayat.
2. Deniz
Mesela deniz. Tanrı eksik etmesin ama bizden uzak olsun daha iyi. İnsana hüzün vermekten başka şeye yaramaz. Baktıkça ağlayacağınız gelir. Bu uçsuz bucaksız su kitlesi önünde ruh ezilip büzülür. Hiç değişmeden, alabildiğine uzayıp giden bu güzel manzarada yorulan göz, dinlenecek bir yer bulamaz.
3. Derin bir acı
İçimde neler olduğunu hissetmiyor musunuz? Anlamıyor musunuz? Konuşmakta bile güçlük çekiyorum. Tam şuramda… Verin elinizi, tam şuramda bir şey, taş gibi ağır bir şey duruyor, derin bir acı duyuyormuşum gibi. Garip değil mi, acı da, sevinç de insanda aynı etkiyi yapıyor; soluğumuz kesiliyor, insanın ağlayası geliyor. Ağlasam belki rahatlarım; tıpkı büyük acılarda olduğu gibi.
4. Sönüş
Biliyor musun Andrey, benim içimde ne yakıcı, ne de kurtarıcı hiçbir ateş yanmadı. Hayatımda hiçbir zaman başkalarınınki gibi gittikçe renklenen, parlak bir güne çevrilen bir sabah olmadı; bir sabah ki yakıcı öğlesi geçtikten sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden akşama karışsın. Hayır, benim hayatım sönmüş başladı. Tuhaf, fakat böyle. Kendimi bilir bilmez sönmeye başladığımı hissettim. Sönüşüm dairede, evrak başında oturduğum zaman başladı; sonra kitapları okuyup da onlarda hayatta kullanmayacağım gerçekler buldukça, dostlar arasında dedikodular, alaylar, soğuk, kötü, boş gevezelikler dinledikçe, gayesiz, sevgisiz, toplantılara katıldıkça daha da kötü oldum.
5. Yazıp durmak
Yazıp durmak, kafasını ve ruhunu önemsiz şeylere harcamak, inançlarını değiştirmek, zekâsını ve hayal gücünü satmak! Doğasını zorlamak, sürekli heyecan ve karmaşa içinde olmak, dinlenmek nedir bilmemek, devamlı koşturup durmak… Yaz da yaz, tekerlek gibi, makine gibi. Yazmak. Yarın yaz, öbür gün yaz. Tatil gelsin, yaz gelsin; hep yaz, hep yaz! Ne zaman durup dinlenecek, zavallı adam!
6. Kariyer sahibi olmak
Zavallı dostum, batmışsın sen, boğazına kadar batağa batmışsın, gidiyorsun. Biçare, işinden başka hiçbir şey göremez, duyamaz, konuşamaz olmuş. Ama böylelerinin önü açıktır, yakında büyük işler başarır, en yüksek mevkilere yükselir… Bizde buna kariyer sahibi olmak diyorlar. Bunun için zekâya, iradeye, ruha gerek yok, bütün bunlar lüks. Bu adamın hayatı böyle geçip gidecek ve ruhunun birçok yanı hiç zaman gelişmeyecek.
7. Hayat
Ona göre hayat ikiye ayrılıyordu: Birincisinde çalışma ve sıkıntı vardı (Oblomov için bu ikisi aynı anlama geliyordu), diğerinde ise sakin, rahat, sessiz günler vardı. Bu yüzden memurluk hayatı daha başından ona pek kötü geldi.
8. Yarım kalmış bir adam
Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin gelişmeden kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü düşündükçe içi parçalanıyordu. Başkalarının zengin, hareketli hayatını kıskanıyor, kendi hayatının yolunu ağır bir kaya parçasıyla tıkanmış, daracık, zavallı bir keçi yolu gibi görüyordu.
9. İstek
Bugün bir şeyi arzularsın, yarın kendini parçalarcasına, büyük bir tutkuyla arzuladığın şeyi elde edersin, öbür gün o şeyi arzuladığın için yüzün kızarır, dilediğin gerçekleştiği için hayata lanet okursun. İşte hayat yolunda başına buyruk ve kibirle yürümenin, keyfine göre hareket etmenin sonu budur.
10. Çalışmak
Sabahleyin yataktan kalkıp, kahvaltı edip divanına uzanınca başını ellerine alır, gücünü kuvvetini esirgemeden düşünceye dalardı. Sonunda kafası bu sıkı çalışmadan yorulur ve rahat bir vicdanla kendi kendine, “Eh, bugün insanlık için yeterince çalıştım” derdi.
11. Uzanmak
Uzanmak İlya İlyiç için ne hastalarda ya da uykusu gelmiş insanlarda olduğu gibi bir zorunluluk, ne de yorgun bir kimsedeki gibi geçici bir ihtiyaç, ne de uyuşuk bir insandaki gibi bir zevkti; bu onun doğal haliydi. Evde olduğu zaman –evde olmadığı zaman yok gibiydi– hep uzanırdı.
12. Yatıp uyumak
Oblomov içini çekti:
-Ah! Bu hayat, dedi.
-Nesi varmış bu hayatın?
-İnsana rahat vermiyor. Başını derde sokuyor. Ne olur, şöyle bir yatıp uyuyabilsem… Hiç kalkmadan…