Türk edebiyatının değerli isimlerinden biri Nilgün Marmara. 13 Ekim 1987’de evinin penceresinden ölüme atladı. Bu ölüm üzerine çok şey söylendi, eksik metinler basıldı, konuşuldu.
Ölümünden epey bir zaman sonra Marmara’nın pek çok mektubu, notları, çalışmaları eşinin izniyle Everest Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluştu. Defterler’in yayımlanmasıyla okuyucu bir nevi hiç bilinmeyen bir Nilgün Marmara ile tanıştı.
Defterler’de yer alan metinlerde ağırlıklı olarak Marmara’nın Libya’daki -eşi Kağan Önal’ın iş için gittiği Tobruk kentindeki şantiye günleri- yaşantısının yansıması görülüyor. Bu metinlerde şairin ruh hallerini, ilişkilerini, gündelik hayatına dair daha önce pek de bilmediğimiz detayları okuyoruz.
“Bu kitap aslında hiç yayımlanmamış olmalıydı” sözleriyle açıklama yapma gereği duyan Önal, bu mektupları, defterleri ve notları “bütün yersiz kuşkulara son vermesi umuduyla” yayımladığını şu sözlerle açıklıyordu:
“Şiirlerin yayımlanmasını takip eden günlerde Gülseli İnal, Nilgün’ün annesi Perihan Marmara’dan notları ve defterleri geri vermek vaadiyle almış ve içlerinden ‘seçtiklerini’, Telos Yayınları’ndan ‘Kırmızı Kahverengi Defter’ adıyla yayımlatmıştı. Sonraki yaklaşık yirmi beş yıl boyunca, İnal’ın kitabın önsözünde herkesin tetkikine açık olduğunu iddia ettiği defterleri gören olmadı. İnal’ın çeyrek asırlık ‘Nilgün’ün defterleri benimdir’ inadı mı, yoksa onca zaman sonra defterleri aniden geri vermesi mi daha garip bilemiyorum. Tek bildiğim, elinde tuttuğu süre içinde defterleri ve kâğıtları, istisnasız her bir sayfasının üzerine çoğu zaman tükenmez kalemle notlar alacak kadar benimsemiş olduğudur. Öyle ki, orijinallerin temizlenmesi mümkün olamadığından, fotoğrafı çekilen sayfaların bu basım için dijital olarak temizlenmesi gerekti.”
İşte Marmara’nın değişik duygu durumlarını, ilişkilerini, özlemlerini aktardığı mektuplarından ve notlarından 10 alıntı:
1. “Sevgili Yaramazlar, Asi Kızlar, Çalçene Canavarlar Didoş ve Diloş” seslenişiyle başlayan mektuptan:
“… Eğer isyan bayraklarını indirirseniz, teyzelik hakkımı helal etmem. Yemek yemeyin, uyku uyumayın, evi talan edin, Dilara sen ders çalışma hatta hiç okula gitme, terörü elden bırakmayın. Sürekli devrim! Çocuklara laf yok, anaya babaya var!” (s. 15)
2. İlhan Berk’e mektubundan:
“…Her gün bizim burada ne işimiz var, ne yapıyoruz şimdi gibi sorular soruyoruz birbirimize, sonra birkaç ay daha katlanmaya karar veriyoruz. Yaşamı kendilerine eklemeye, her şeyi her şeyi ele geçirmeye, kendilerine katmaya çalışıyor buradaki insanlar, bizlerse kör topal yaşama eklemlenmeye çalışıyoruz.” (s. 31)
3. Ece Ayhan’a nektubundan:
“… Coşkulu, taşkın çocuklar olmak gerek, her an kırılabilir, kopabilir, sökülebilir bağlar ve ağlar içinde azmaktan, azımsamaktan, yetinmemekten, gülmekten başkaca ne zırh kuşanabiliriz? Toza, küle, talaşa, köpüğe, çapağa, kuma, kırpıntılara dönüştürülmek isteniyorsa ağaç, dağ, kaya olmayı, atomlarımızı değişik bilişimlerde tamamlamayı düşlemekten başkaca ne var?” (s. 62)
4. “Seyid Mehmet, Seyyide Emel ve Bambina Yazgülü’ne” mektubundan:
“…Ben iyi bir yazar falan değilim, olmak da istemiyorum, hiç ilgilendirmiyor böyle bir şey; bahçe yerleşim merkezinden çok uzakta ekiliyorsa merkezde duran nitelemeler o bahçeyi bağlamaz.” (s. 80)
5. “Sevgili Marmaralar, Canlar” başlıklı mektubundan:
“… Bu ülke ve bu şantiye (Doğu’nun kederi) pis bir ‘erkek cemaati’ Ve ben katlanmam, katlanamam.” (s. 143)
6. Emel’e mektubundan:
“…Bir kâkül kestim alnıma geri döndürmek için el yazısını garip imlere. Yüzüme düşen besleme perçemi çocuk taşkınlığım şimdi, hüznüyle birlikte. Çok iyi oldu, rahatladım. Ve bunun yanı sıra, çok iyi oldu sana şunları, bunları, şunları yazdım. Sen benim için en güzel haklı ve yerinde bir kazasın. Böyle kazalar da olmasa ben kendi kazamı kime nereye mübarek ederdim?” (s. 164-165)
7. Emel’e mektubundan:
“Hoş oluyor: Bakmak. Anıların müthiş bir dirençsizliği var kişi anmak istediğinde her şeyin içinden geçip, an’ı, şimdi’yi aşıp anmak istediği anıya dönebiliyor.” (s. 196)
8. “Feryalciğim” başlıklı mektubundan:
“Herkesin melodisi kendinedir ve bunun böyle olduğunu yalnızca gramofon çiçekleri bilir belki de çünkü yürekler ve çiçekler tekildir. Senin yükleyebileceğin son anlam biraz da aykırı olarak eksiltebileceğin son anlamdır (bütünlükten).” (s. 204)
9. 7 Eylül, 86 notundan:
“Yeryüzünün tüm bağırsakları uzunluğunda umutsuzluğumuz içeride labirentin karmaşıklığı boyunca katlanan bir saldırma ve saldırılma korkusu. Çıkış yolu mu? Arka pencere hangi gezegene açılır? Baktığın yer yakın bir beyaz duvar, kısaltılmış uzunluk…” (s. 387)
10. 15 Temmuz notlarından:
“…Nereden gelip nereye gittikleri belli değil kaza eseri aşklar bu çarpışmalar bazen bir bir bazen iki iki daha çok sayıda büyük bir telaşla koşturuyorlar… Yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında. Ne zavallılık!” (s. 522)
Küçük de bir not
Kağan Önal, Defterler’in önsözünde Nilgün Marmara ile özdeşleşmiş “Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” dizesinin aslında şaire ait olmadığını da yazıyor. Kitapta, Marmara’nın günlüğünde tırnak içinde kullandığı bu dizenin, Ece Ayhan’ın “çocuk şiirinin bir yetişkinin ulaşamayacağı saflığını” anlatmak için sıkça kullandığı anonim bir örnek olduğu notu yer alıyor.