Baştan söylemem gerekir ki bu yazı bazılarınızın tabularına dokunabilir. Bunun nedeni yazarın eşcinsel kimliği değil ama. Bu kimliği dışlayacağını tahmin etmediğiniz bazı yazarlardan da burada bahsedeceğim. Son Osmanlı ve genç Cumhuriyet yazarları arasında özellikle edebiyat tarihçilerinin bildiği bir ortak özellik vardır: Bu iki devre de şahitlik etmiş edebiyatçılar eski ile yeni, gelenek ile modernlik arasında sıkışıp kalan bireyi eserlerine konu edinirler. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Adalet Ağaoğlu bunun en iyi örnekleri arasındadır. Nahid Sırrı Örik ise aynı temaları işlemekle beraber gerek eserleri gerekse özel hayatında soğuk, mesafeli ve ölçülü tavırlarıyla bilinir. Ancak Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay gibi öldükten sonra kıymeti bilinen yazarların aksine Nahid Sırrı Örik bugün hâlâ pek çok kişi tarafından duyulmamış bir isimdir.
1. Doğum, eğitim, ölüm üçlemesiyle başlayalım
Erken Cumhuriyet döneminin kendine has yazarlarından Nahid Sırrı Örik, 1895 İstanbul doğumludur. Çok köklü bir soy ağacına mensuptur: Ailesi Örik Ağasızadeler adıyla bilinir. Yazarın babası Hasan Sırrı Bey, II. Abdülhamid devrinin önemli mütercimlerinden biridir; Shakespeare’den iki oyun çevirmesiyle dikkat çeker. Hasan Sırrı Bey’in dedesi ise divan kâtiplerinden Mehmet Sabit Bey’dir. Annesi, askeriyeden emekli İbrahim Paşa’nın kızı Melek Hanım’dır. Biz buradan yazarın saray kültürüne hâkim, kültür ve sanatla iç içe bir aileye mensup olduğunu görebiliyoruz. Henüz dört yaşındayken anne babasının ayrılmasıysa, üvey anne ve babanın yanında geçireceği bir çocukluğa neden olur. Nahid Sırrı Örik, ilk eğitim macerasına evde, özel hocalarla başlar ve Fransız ekolü ile yetiştirilir. Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak okusa da öğrenimini tamamlayamadan buradan ayrılır. 1915 ile 1928 yılları arasında Avrupa’da bulunur. Daha sonra memlekete dönerek Cumhuriyet gazetesinde yazarlık ve Milli Eğitim Bakanlığı’nda tercümanlık yapar. Örik ayrıca Anadolu’nun pek çok bölgesini de gezme imkânı bulur. 18 Ocak 1960’taysa basında pek yer almasa dahi bu büyük edebiyatçı hayata veda eder.
2. Herkese ve her şeye mesafeli durur
Örik’in yaşama karşı tutumu mazinin hasretini çeken bir adamın tutumudur. O, yalı ve konakların insanıdır. Geçmişe ve onun değerlerine özlem duyarak hayatına devam eder. Gelgelelim; kişiliğini etkileyen belli başlı olayları da bugün bilebiliyoruz: Ailesinden alarak geliştirdiği bir edebiyat, tarih ve musiki zevki vardır. Ayrıca çağdaşlarınca söylenenler üzerinden mesafeli ve soğuk bir adam olduğu sonucuna da varabiliyoruz. Örik, sanat camiasına uzak duran bir yazardır. Bunun nedeniyse yaşamak istediği dünyanın yok olmaya başlamasıdır: O, aristokrat geleneği ve Fransız kültürüne hayranlık besler. Kullandığı dil de buna paralel olarak ağırdır. Bilinen bir diğer önemli gerçek de yazarın eşcinsel olmasıdır. Bu durum, onun dahil olmak istediği dünyadan dışlanmasına yol açan ilk unsurdur. Devrinde kitaplarının tanıtımı ve satışına gereken desteğin verilmemesinin en önemli nedeni Örik’in cinsel hayatı olmuştur.
3. Nahid Sırrı Örik’in edebi hayatına bakalım
Yazarın en belirgin özelliği kullandığı dildir. Hayatını olduğu kadar edebiyatını da şekillendiren iki temel husus vardır: Aristokrasi ve Fransa. Varlık Dergisi’ni beraber kurduğu arkadaşı Yaşar Nabi Nayır, Örik hakkında şunları söyler: “Ömrünün bir kısmı Fransa’da geçtiği ve Türkçe bilgisi kitabi olduğu için koyu bir Osmanlıca ile yazıp konuşmaktan çok haz ederdi. Sonraları bu tutumunu vazgeçemediği bir huy haline getirerek bile bile çağına aykırı düşen bir dille yazmayı sürdürdü. Yergide, gördüklerini, sevdiklerini hele hele sevmediklerini çekiştirmeye bayılırdı.” Eserlerinden hareket edersek onun her şeyden önce büyük bir hikâye anlatıcısı olduğunu söyleyebiliriz. Yazar en büyük eserlerini bu alanda verir. “Mazi gözümün önüne geliyor” diyen Örik, sürekli geçmiş zamanı arayan hüzünlü bir yolcudur. Değişen ve gelişen sosyo-kültürel koşullar karşısında geri kalan aristokrat aileler onun duygu yüklü kaleminin esin kaynağıdır. Memuriyet hayatının dışında sürekli yazma ile ilgilenir: Roman, hikâye, tiyatro, inceleme, araştırma, gezi notları, makale gibi çok kapsamlı türlerde yazsa da hiçbir zaman takdir ve beğeni görmez. Bunun en temel nedeni yazarın eşcinsel kimliğidir. “Tersine Giden Yol” adlı eserinde roman karakterinin ağzından şunları söyler: “Malum a, her şey hatır ve gönülle olmakta berdevam. Bu hususta devri hürriyetin, devri istibdattan ve devri cumhuriyetin devri hürriyetten asla farkları yoktur.”
4. Melih Cevdet Anday ve Yusuf Ziya Ortaç yazarı küçümser
Artık biliyoruz ki Nahid Sırrı Örik’in edebi dünyadan dışlanması, geri kalmasının iki temel sebebi var. İlki, eski yaşantıların izlerini, kalıntılarını eserlerine giydirerek döneminde aykırı bir tutum sergilemesi. İkincisi ise homoseksüel oluşu. Devrinin homofobik anlayışı, onun çok kere aşağılanmasına ve hak ettiği desteği görmemesine neden olur. Hatta hakkında “Kız tabiatlı”, “Ecnebi”, “Mühtedi” ve “Uyumsuz” yakıştırmaları da yapılır. Osmanlı’dan belki de günümüze değin aşılamayan, yer yer büyük bir probleme dönüşen bu husus, Örik’in içe kapanık olmasının da başlıca nedenleri arasındadır. Yazar Selim İleri, Örik’e karşı homofobik tutum besleyen edebiyatçılardan birinin de Melih Cevdet Anday olduğunu söyler. Yine o dönem yazarlarından Yusuf Ziya Ortaç da yazar hakkında “Kırıtarak gelirken uzaktan Nahid Sırrı/ Sanırım pantolonlu ceketli bir kız gelir.” diyerek en ağır homofobik tutumlarından birini sergiler.
5. Nahid Sırrı Örik, Yaşar Nabi Nayır’a yalnızlığı anlatır
Ağdalı dili ve cinsel tutumları, onu aykırı bir yazar yapar; zira ne eski gelenek ne de homoseksüellik döneminin kabul edilebilir özellikleri arasında yer almaz. Bu hususta, giderilemeyen yalnızlığını arkadaşı Yaşar Nabi Nayır’a yazdığı mektupta şöyle belirtir: “Dairede olduğu gibi şimdi evde yalnızım. Beraber oturduğumuz zat İstanbul’a vazifeten gitti. Nerde ise tek başıma konuşur olacağım. Hepinizi fevkalâde özledim. Bu hepinizi dedikten sonra bunların kim olduğunu düşününce senden başka kimseyi bulamadım; bu da ayrı mesele.”
6. Devrinin çok ilerisinde sanat görüşleri vardı
Nahid Sırrı Örik çeviri, mektup, roman gibi edebi türlerde eserler vermesinin yanı sıra edebiyat eleştirmenliğiyle de var olur. Türk edebiyat akımları hakkındaki ölçülü ve soğukkanlı düşünceleri gazete röportajlarında yer alır. Ayrıca plastik sanat, resim gibi dallara da hâkimdir. Bir yazar olarak ressamların sergilerine gider, izlenimlerini Tanin gazetesinde yayımlar. Bunun yanı sıra Cumhuriyet dönemi Türk plastik sanatlarının gelişmesini de yazılarıyla destekler. Yıllar öncesinde yazdığı makaleler ile plastik sanatlar ve özellikle Türk resmine sahip çıkan Örik bir yazısında şunları kaleme alır: “Tabiatla kendi arasında özel bir görüş, düzen ve bildiriş koymayan her sanatçı eserinde basit bir fotoğraf olmak tehlikesine maruzdur.” Yine 1943 tarihli “Mevzular Ortasında” makalesinde “Resim kurmacasına ve resim eleştirmenine sahip bulunmaktan henüz çok uzaktayız.” diyerek Türk resmini kritik eder. İyi bir eleştirmenin oluşumu içinse ona serbestliğin sağlanması gerektiğini vurgular.
7. Ölümünden sonra kısa süreli bir hatırlanış yaşanır
Örik 1960’ta hayata veda edince uzun bir unutuluş dönemi yaşanır. “Abdülhamid Düşerken” romanının 1975’te ikinci kez basılmasıyla adından tekrar söz edilse de bu hatırlayış yeterli olmaz. 1990’lı yıllarda Oğlak Yayınları’nın onun tüm eserlerini basması, “Abdülhamid Düşerken” ve “Kıskanmak” romanının filme aktarılması ve “Eve Düşen Yıldırım” eserinin de TV dizisine uyarlanması yazarın günümüzde nispeten bilinmesini sağlar.
8. Selim İleri ile Nahid Sırrı Örik’in arasındaki bağ
Yazar Selim İleri, ilk kez 1997 yılında basılan “Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver” adlı yapıtında Nahid Sırrı Örik’ten esinlenir, hatta yer yer onu anlatır. Gençliğinde bir kitapçının bir liraya sattığı kitaplar arasında tesadüfen gördüğü bir Nahid Sırrı Örik kitabı üzerine yazardan çok etkilendiğini ve bu romanı yazmadan önce de onu çok okuduğunu belirtir. Günümüzde de Örik’in hatırlanması için çaba sarf eden başlıca yazarlarımız arasındadır. Roman II. Abdülhamid döneminden başlayıp Adnan Menderes’e kadar gelirken siyasal olayları, devlet adamları ile sanatçılar arasındaki çıkmazı irdeler. Romanda zaman, mekân ve olaylar Nahid Sırrı’nın yaşadığı devre paraleldir. Ayrıca kitaba adını veren Cemil Şevket karakteri, Nahid Sırrı Örik’in “Kıskanmak” adlı psikolojik ve derin kitabının da önemli bir karakteridir.
9. Hakkında söylenenlerle bitirelim
Özellikle edebi kimliği ve kişiliği hakkında söylenenler de yazarı tanımamız açısından oldukça önemli. Metin Kayahan Özgül, yazarın özlemlerine dair şunları söyler: “Teneffüs etmek istediği havayı hiçbir yerde bulamayıp nefesini tutarak yaşamış, hep olmayanı özlemiş, gelmeyeni beklemişti.” Edebiyat tarihçisi Tahir Alangu ise “Nahid Sırrı Örik, olup bitenleri yakından gözlemekle beraber, onlar kadar sert ve hırpalayıcı olmaya lüzum görmeden, zaman zaman müstehzi de olabilen, duygusuz bir anlatışla bu konulara el atıyordu.” diyerek eleştirilerindeki ölçülülüğe vurgu yapar. Yine Ahmet Oktay’ın da bu mesafeli tutuma dair şu sözleri bulunur: “Örik, İttihatçılara yakınlık duymamasına rağmen, bu duygusunu romanına içselleştirmemeyi bilmekte, kişilerine müdahalede bulunmamaktadır.” Nahid Sırrı Örik, geniş bilgi birikimi ve öngördüğü düşünceleriyle sanatın hemen her dalıyla ilgilenmiş olsa da ne toplumsal cinsiyet anlayışı ne de yaşamak istediği kültüre karşı yaratılan tutum, onu rahat bırakmaz. Örik’in büyük yaratı ve yaratıcılık hakkındaki sözleriyle yazıyı noktalamak en güzeli: “Büyük sanatkârın ve büyük sanatın bir kâğıtla kalemden başka bir şeye ihtiyacı olmadığı kanaatindeyim.”