Müzik, yalnızca ritim ve melodiden ibaret değil; aynı zamanda tarih boyunca pek çok sırrı ve çözülmemiş olayı barındıran bir evren. Efsanevi sanatçıların trajik ölümleri, gizemli kayboluşlar, hatta komplo teorileriyle bezeli hikayeler… Her biri, hayranlarını şaşkına çeviren ve kulaktan kulağa yayılarak büyüyen birer efsane haline geldi. Bob Marley’in evine düzenlenen saldırının ardındaki sırlar, Elvis Presley’in kaybolan “son sesi,” ya da Richey Edwards’ın bir anda ortadan kayboluşu… Bu hikayeler, yalnızca müzik dünyasının değil, aynı zamanda insanlık tarihinin en büyük bilmeceleri arasında yer alıyor. Şimdi gelin, notaların arasına saklanmış bu sır perdelerini aralayalım. İşte müzik tarihinin çözülmemiş gizemleri…
1. Bob Marley’i kim vurdu?
Reggae’nin efsanesi Bob Marley, “I Shot the Sheriff” şarkısıyla bizi yıllardır coşturuyor. Ancak bu ikonik parçayı prova ederken evinde yaşadığı olay, neredeyse onu hayattan koparıyordu. 3 Aralık 1976’da, bir grup maskeli saldırgan Marley’nin Jamaika’daki evine daldı ve herkesin hayatını tehlikeye atan bir saldırı gerçekleştirdi. Marley’nin eşi Rita, o sırada arabasında otururken başından vuruldu ama mucizevi bir şekilde hayatta kaldı. Marley’nin kendisi ve birkaç kişi daha çeşitli yerlerinden yaralandı, ama hepsi bu olaydan sağ kurtuldu.
Peki, saldırganlar kimdi? İşte burası hâlâ bir muamma. Marley, saldırganların hiçbirinin mahkemeye çıkarılmadığını ve kimliklerinin açıklanmadığını söylemişti. Daha da ilginci, saldırganlardan birinin iddiasına göre CIA, Jamaika’daki siyasi ve toplumsal etkisini zayıflatmak için Marley’i hedef almıştı. Bu iddia, o dönemdeki siyasi çalkantılarla birleşince kafalarda daha fazla soru işareti yarattı. Reggae’nin babasını susturmak isteyen kimdi? Bu soru, müzik dünyasının en büyük sırlarından biri olarak kalmaya devam ediyor.
2. Elvis’in “Son Gizemi” neydi?
Müzik tarihinin çözülmemiş gizemleri yazımıza devam ediyoruz. Elvis Presley… Rock’n Roll’un kralı, sahnelerin efsanesi. Ancak onun da kariyerinde iz bırakmış bir sır var: “Son Gizemi.” Elvis’in 1954 yılında Sun Records’ta başladığı kariyeri yükselişe geçerken, yapımcı Sam Phillips, genç yıldız için bir şarkı buldu: “Without You.” Ancak şarkıyı söyledikten sonra Elvis, orijinal ses kaydını duyunca hayranlıkla “O sese bayıldım! Keşke ben de böyle söyleyebilsem!” demişti. Peki bu efsanevi sesin sahibi kimdi?
Phillips’e göre, şarkıyı başka bir plak şirketinden satın almıştı. Ama işler burada karışıyor. Bazı kaynaklar, şarkının Nashville Eyalet Hapishanesi’nde mahkûmlar tarafından yazıldığını öne sürüyor. Bu mahkûmlar arasında The Prisonaires adında bir grup vardı ve iddialara göre Elvis’in hayran olduğu ses, grubun bir üyesine aitti. Şarkının sahibi hâlâ kesin olarak bilinmiyor, ama bu hikâye Elvis hayranları arasında büyük bir efsaneye dönüştü. Acaba o sesi tanısak, Elvis kadar ünlü bir yıldızla mı karşılaşacaktık?
İlginizi çekebilir:
Bob Marley’den Tupac’a: Kendi Ölümünü Tahmin Eden 11 Ünlü
3. Richey Edwards’a ne oldu?
Manic Street Preachers, 1980’lerin sonlarında Galler’den yükselen ve kısa sürede dikkatleri üzerine çeken bir rock grubu. Oakdale Comprehensive School’daki bir grup öğrenci tarafından kurulan bu ekip, gitarist Richey Edwards’ı da kadrosuna dahil ederek bir süre sonra İngiliz rock sahnesine damgasını vurdu.
Grup, 1990’ların başlarında İngiltere listelerinde fırtına gibi esti ve arka arkaya iki albümle ilk 20’ye girmeyi başardı. Ama ne yazık ki, başarı her zaman mutlu son getirmiyor. Edwards, tüm bu parlaklığa rağmen iç dünyasında derin bir savaş veriyordu. 1994 yılında psikiyatri kliniğinde tedavi gördü; yeme bozukluğu, alkolizm ve depresyon gibi zorluklarla mücadele etti. Onun bu ruh hali, hem şarkı sözlerine ilham oldu hem de hayranlarının yüreğine dokundu.
Ve sonra… o korkunç gün geldi. 1 Şubat 1995 sabahı, Edwards, grubu ile ABD’deki tanıtım turuna katılmak için otelinden ayrıldı. Yanında sadece cüzdanını, anahtarlarını, pasaportunu ve ilaçlarını almıştı. Ne yazık ki o gidişin, bir daha dönüşü olmadı. Edwards, sırra kadem bastı.
İki hafta sonra arabası, Severn Köprüsü yakınlarındaki bir benzin istasyonunda terk edilmiş halde bulundu. Köprü, intihar olaylarıyla anılan bir yerdi ve bu yüzden birçok kişi, Richey’nin hayatına son verdiğini düşündü. Ancak olaylar burada bitmedi! Kısa süre sonra, Edwards’ın dünyanın dört bir yanında görüldüğüne dair söylentiler yayılmaya başladı.
Bazıları bu hikayeleri “şehir efsanesi” diyerek geçiştirse de, olay başka bir boyut kazandı. Edwards’ın amcası, 1960’lar ve 70’lerde “şebekeden çıkmış” ve yıllar sonra tekrar ortaya çıkmış biriydi. Bu hikaye, küçük Richey’nin her zaman ilgisini çekerdi. Peki, Richey de aynı yolu mu izledi? Dünyayı mı geziyor? Yoksa içindeki karanlık düşünceler onu mı esir aldı? Cevap hâlâ koca bir muamma…
4. Jim Sullivan’ın gizemi
1960’ların psikedelik atmosferinde klasik Kaliforniya havasını şarkılarına taşıyan Jim Sullivan, yakın çevresinde “Sully” olarak tanınan bir halk müziği sanatçısıydı. 1969’da ilk albümünü, 1972’de ise ikinci albümünü çıkardı. Hatta Hollywood’un efsane isimlerinden Dennis Hopper ile aynı sosyal çevrede yer aldı. Ancak ne yazık ki, bu albümler çok fazla ses getiremedi.
1975 yılına geldiğimizde, Sullivan hayallerinin peşinden gitmeye karar verdi. Daha iyi fırsatlar yakalamak için Nashville’e taşınmayı planladı. Ama bir sorun vardı: Bu yolculuk bir daha geri dönüşü olmayan bir serüvene dönüştü.
Yola çıktıktan dört gün sonra, arabası New Mexico’nun Santa Rosa kasabasının güneyinde terk edilmiş bir şekilde bulundu. Arabasının içinde, her zaman yanından ayırmadığı on iki telli gitarı duruyordu. Bu detay, ailesini bir hayli endişelendirdi. Çünkü Jim, gitarını asla geride bırakmazdı!
Peki, ona ne olmuştu? Geniş çaplı arama ekipleri günlerce bölgeyi taradı ama ne Jim’in ne de bedeninin bir izi bulundu. Teoriler mi? Onlar bolca var! Uzaylılar tarafından kaçırılma, mafya saldırısı, intihar ya da polis tarafından öldürülme gibi iddialar dillere pelesenk oldu. Ama gerçek neydi? Kimse bilmiyor. Müzik tarihinin çözülmemiş gizemleri yazımıza devam ediyoruz.
5. Brian Jones gerçekten boğuldu mu?
Rolling Stones’un karizmatik üyesi Brian Jones, müzik tarihinin en renkli figürlerinden biriydi. Grubun “Orijinal Ringleader”ı olarak anılan Jones, rock ‘n roll’u hem sahnede hem de yaşam tarzıyla temsil etti. Gösterişli giyim tarzı, bitmek bilmeyen partileri ve kendine özgü müzikal dokunuşlarıyla unutulmaz bir isim haline geldi. Ancak başarıyla gelen hızlı hayat, onun trajik sonuna da zemin hazırladı.
1969 yılında gruptan ayrılan Jones, bu kararını kendi müziğini yapmak istediği gerekçesiyle açıklasa da, perde arkasında farklı bir hikâye vardı. Uyuşturucu ve alkolle olan mücadelesi, performansını ve grup içindeki güvenilirliğini ciddi şekilde zedelemişti. Ayrılışından sadece birkaç ay sonra, İngiltere’deki Cotchford Çiftliği’ndeki evinin havuzunda 27 yaşında hayatını kaybetmiş olarak bulundu.
Resmi açıklamaya göre Jones’un ölümü, uyuşturucu ve alkol etkisi altında havuza düşmesi sonucu gerçekleşen bir boğulmaydı. Bir önceki gece düzenlenen partide alkol ve esrar tükettiği biliniyordu. Adli tabibin incelemesine göre karaciğerinin boyutu, kronik alkol sorunlarının açık bir işaretiydi. Ancak ölümünün şüpheli olduğunu düşünenler de az değildi.
Brian Jones’un ölümünden sonra cinayet söylentileri hızla yayılmaya başladı. Olay günü malikanede çalışan bir inşaat işçisi ile mali bir anlaşmazlık yaşadığı iddia edildi. Hatta ölüm döşeğindeki bir itirafta, inşaat işçisi Frank Thoroughgood’un “Brian’ı ben öldürdüm” dediği öne sürüldü. Yazar Terry Rawlings, bu iddiayı 1994 yılında yayınladığı kitapta detaylandırdı. Buna rağmen, Sussex Polisi olayın cinayet olmadığı sonucuna vardı ve dava yeniden açılmadı.
Brian Jones’un ölümü üzerine pek çok belgesel, kitap ve araştırma yapıldı. Sussex Polisi, 1984, 1994 ve 2009’da konuyu yeniden incelemesine rağmen yeni bir kanıt bulunamadığını belirtti. Ancak Jones’un hayatı ve ölümü, hâlâ hayranlarının zihninde yanıtlanmamış sorular bırakıyor. Trajik hikayesi, müzik dünyasında bir dönemin kapanışını temsil ediyor.
6. Beethoven’ın “Ölümsüz Sevgilisi” kimdi?
Ludwig van Beethoven, yalnızca müzik dehasıyla değil, aynı zamanda karmaşık kişiliğiyle de tarihe damgasını vurmuş bir isim. 26 yaşında sağırlık belirtileri göstermeye başlamasına rağmen pes etmeyerek müzik dünyasına unutulmaz eserler kazandırdı. “Beşinci Piyano Konçertosu”, “Dokuzuncu Senfoni” ve “Eroica Senfonisi” bunlardan sadece birkaçı. Ancak, onun hakkında hâlâ çözülmemiş bir gizem var: Ölümsüz Sevgilisi kimdi?
Beethoven’ın ölümünden sonra ortaya çıkan ve “Ölümsüz Sevgili”ye hitaben yazılmış aşk dolu bir mektup, tarih boyunca müzikseverleri merak içinde bıraktı. “Meleğim, her şeyim” sözleriyle başlayan bu mektup, tutkulu bir aşkı ortaya koyuyordu. Ancak mektupta adı geçen sevgilinin kim olduğu hiçbir zaman netleşmedi. Beethoven’ın bilinen bir sevgilisi olmaması, gizemi daha da derinleştirdi.
Bu gizem, yalnızca tarihçiler ve müzikologlar için değil, aynı zamanda sinema dünyası için de ilham kaynağı oldu. 1994 yapımı “Immortal Beloved” (Ölümsüz Sevgili) filmi, Beethoven’ın kayınbiraderi Joanna’yı bu mektubun alıcısı olarak gösterdi. Ancak ikili arasındaki belgelenmiş anlaşmazlıklar, bu teoriyi zayıflattı.
Beethoven’ın “Ölümsüz Sevgilisi”ne dair teoriler bugün bile tartışılmaya devam ediyor. Kimilerine göre bu birden fazla kadına yazılmış bir mektuptu, kimilerine göre ise sadece platonik bir aşka duyulan özlemin dışavurumu. Kesin olan bir şey var: Beethoven’ın yalnızca müziği değil, hayatı da büyüleyici bir bilmece gibi. Müzik tarihinin çözülmemiş gizemleri yazımızın sonuna geldik. Bu içerik de ilginizi çekebilir:
Kaynak: 1